Gönderen Konu: HELENİSTİK SANAT  (Okunma sayısı 13250 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı •« Mа√i »•

  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 3.646
  • Karizma Puanı: 1013
  • Güzel Bakan Güzel Görür.
HELENİSTİK SANAT
« : 13 Nisan 2010, 17:23:47 »






HELENİSTİK SANAT



Hellenizmin Parlayışı


Büyük İskender’in fetihleri hellenizmin politik yapılarını kökünden değiştirdi. Yunan egemenliğinin İndus Irmağı’na kadar yayılması sanat ve yaratıcılık alanına da yansıdı.



Hellen krallarının saraylarında gözde sanatçılar övgülerle yüceltildi ve bunun sonucu olarak, ikinci planda kalan seramik dışındaki bütün sanat dallarında büyük bir atılım gerçekleşti. Bireye tanınan değerin sürekli olarak artması, onun manevi ihtiyaçlarının yanı sıra maddi ihtiyaçlarının da karşılanmasına yol açtı. Sanat merkezleri çoğaldı ve Hellenizmin Mısır ve Doğu topraklarına girişiyle, Hellenizm diye bilinen hem çok çeşitli, hem de kozmopolit bir sanat doğdu.

Mimarlar, kutsal yapılarla meşgul olmaya devam etmekle birlikte, politik, kültürel ve ticari hayatın ihtiyaçları için de binalar yapmaya başladılar. Sanatçı artık evle ve iç dekorasyonla da ilgilenmeye başladı. Heykelcilik bir süre Lysippos’un açtığı yolda ilerledikten sonra, cesur girişimlere yöneldi, yeni temalar ele aldı ve yeni ritimler önerdi. Bununla birlikte, özellikle Atina’da canlılığını koruyan klasik ideal, Hellenistik devrin sonunda geçmişi yücelten bir dalga halinde geri geldi.

Hellenistik dönemin son zamanlarına ait eserlerin kopyaları (Herculanum ve Pompei freskleri) Hellenistik resmin zenginliği hakkında bize bir fikir vermektedir: sanatçılar mekan ve ışığı keşfetmişler ve gerçek olmaktan çok düşsel de olsa manzara resmi yapacak kadar gelişmişlerdi. M.Ö. IV. yy’dan itibaren yayılmaya başlayan mozaik sanatı da resim sanatının bir başka uzantısıdır.

Büyük İskender'in imparatorluk kurması, Yunan sanatı bakımından çok önemli bir olay oldu. Yunan sanatı, böylece, küçük kentlerin ilgi merkezi olmaktan çıkarak, dünyanın nerdeyse yarısının figür dili haline geldi. Bu değişiklik, sanatın özniteliğini ister istemez etkileyecekti.
Bundan sonraki dönemin sanatından, genellikle Yunan sanatı olarak değil de, Helenistik sanat diye söz edilir. Çünkü Büyük İskender'in Doğudaki ardıllarının (haleflerinin) kurdukları imparatorluğa genellikle bu ad verilir. Bu imparatorlukların, örneğin Mısır'da İskenderiye, Suriye' de Antakya ve Küçükasya'da Bergama gibi başkentlerinin gereksinmeleri, Yunan başkentlerininkinden değişikti. Mimaride bile, Dor üslubunun güçlü ve yalın biçimleriyle İyon üslubunun rahat zerafeti yetmez oknuştu artık. Adını zengin bir ticaret kenti olan Korinthos'dan alan ve' IV. yüzyılın ilk yıllarında yaratılan yeni bir sütun biçimi yeğ tutulur oldu. Korint üslubu, sütun başlığını süsleyen sarmal İyon kıvrımlarına yapraklar ekler ve genel olarak, tüm yapıda, en bol ve zengin süsleri birbirine katıştırır. Böyle bir şatafat, yeni kurulmuş Doğu kentlerinde büyük çapta yaptırılmış görkemli anıtlara çok uyuyordu. Bunlardan pek azı günümüze kalmıştır ama, en geç döneme ait olanlardan günümüze dek gelenler, büyük bir gözkamaştırıcılık ve parlaklık izlenimi vermektedir. Yunan sanatının üslupları ve buluşları, Doğu imparatorluklarının ölçüsüne ve geleneklerine uyarlandı.

Yunan sanatının Helenistik dönemde değişikliğe uğradığına değinmiştim. Bu değişikliği çağın en ünlü heykellerinin bazılarında görüyouz. Bunlardan birisi, İ. Ö. 170 yılı dolayında, Bergama kentinde dikilen bir sunak masasıdır.



Bu yapıt, Tanrılarla Devler Savaşı'nı betimlemektedir. Şahane bir yapıttır ama, onda bir önceki Yunan heykel sanatının uyum ve inceliğini aramak boşunadır. Sanatçının güçlü, dramatik etkiler elde etmek istediği belli oluyor. Yengin çıkan tanrılar hantal devleri eziyor. Devlerin bakışları cançekişme işkencesini dile getiriyor. Sahne devinim dolu ve kıvrımlamanın uçuşumu içinde. Etkinin daha çarpıcı kılınmak istenmesi yüzünden, burada söz konusu olan, artık, duvardan pek az dışarıya çıkan bir alçak kabartma değildir. Tersine, savaşırken sanki sunak masasının eşiğinden taşarmış, sanki bulundukları yeri umursamıyormuş gibi görünen üç boyutlu figürlerle dolu bir yüksek kabartmayla karşı karşıyayız. Helenistik sanat çarpıcı ve yırtıcı yapıtlardan hoşlanıyordu. Amacı etkilemekti. Bunu da başarıyordu.



Sonraki dönemlerde büyük üne kavuşmuş heykel yapıtlarından bazıları Helenistik dönemde doğmuşlardır. Laokoon heykel topluluğu, 1506 yılında gün ışığına çıkartıldığında, sanatçılar ve sanatseverler tek sözcükle şaşırıp kalmışlardı. Bu heykelde, Vergilius'un Aineas adlı destanında anlatılan acıklı bir öykü betimlenmiştir: Troyalı rahip Laokoon, içinde Yunan askerleri bulunan dev büyüklükteki tahta atı kente almamaları için hemşerilerini uyarmıştır. Troya'yı yerle bir etme tasarılarının engellendiğini gören tanrılar, denizden iki koca yılan gönderirler. Yılanlar hem rahibi, hem de talihsiz iki oğlunu kıvrımları arasına alıp sıkıştırarak boğarlar. Yunan ve Latin söylencelerinde sık sık rastlanan, tanrıların zavallı ölümlülere karşı kötü niyetle düzenledikleri anlamsız acımasızlıklardan birinin öyküsüdür bu. Çok duygulandırıcı Laokoon heykelini tasarlayan Yunan sanatçısına bu öykünün ne gibi etkide bulunduğunu bilmek bayağı hoş olurdu. Acaba, gerçeği söyledi diye, suçsuz bir kurbanın acı çektiği bir sahnenin ürkünçlüğünü mü duyurmak istemiştir bize? Yoksa, insanla hayvan arasındaki olağanüstü ve irkiltici bir savaşımı canlandırma yeteneğini mi göstermek istiyordu özellikle? Ustalığından haklı olarak göğsü kabarabilirdi. Gövde ve kol kaslarının, umutsuz savaşımın çaba ve acısını iletişi, rahibin yüzündeki işkence ifadesi, iki çocuğun halsiz kıvrılışları ve bütün bu kargaşayla devinimi duruk bir kümede billurlaştırma tarzı, evrensel bir hayranlık yarattı. Ama kimi vakit, böyle bir sanatın, gladyatörler arasındaki ürkünç çarpışma gösterilerine ve tutkun bir kitleye yönelik olabileceğinden kuşkulanıyorum. Sanatçıyı bunun için suçlamak yanlış olur. Gerçek şu ki, Helenistik dönemde sanat artık büyü ve dinle olan eski bağını büyük ölçüde yitirmişti. Sanatçılar, teknik sorunlarla, salt teknik sorun olarak ilgileniyorlardı. Bu bakımdan, böylesi içburkucu bir konuyu tüm devinimi, ifadesi ve gerilimiyle canlandırma sorunu, sanatçının çapını ölçmeye en uygun bir sınavdı. Laokoon'un yazgısının haklı olup olmadığını, yontucu kendine sorma gereksinimini bile duymuyordu.

Bu çağda ve bu ortamda, varlıklı kimseler sanat yapıtlarını derlemeye, ünlü yapıtları kopya ettirmeye, elde edebildiklerinin özgünlerini sağlamaya ve buldukları özgün yapıtlar için ateş pahasına yüksek ücretler ödemeye başladılar. Yazarlar, sanatla ilgilenmeye, sanatçılar üzerine anlatılan gariplikleri bir araya getirip onların yaşamını yazmaya ve gezginlerin gereksinmeleri için kılavuzlar hazırlamaya koyuldular.

Antik dünyanın en ünlü ustalarının çoğunluğunu, heykelcilerden çokressamlar oluşturuyordu. Ressamların yapıtları hakkında ise, bize ulaşan klasik sanat kitaplarının satırları arasında söylenenden daha fazlasını bilmiyoruz. Bu ressamların, sanatın dinsel amacından çok, teknik sorunlarıyla ilgilendiklerini biliyoruz. Berber dükkânlarının veya tiyatro sahnelerinin resimlerini yapan, günlük yaşantı resminde uzmanlaşmış kimi ustalara değgin bilgilerimiz de var ama, bu yapıtlar bugün yitiktir.

Bu resimlerde her şey zarif bir biçimde bir araya yerleştirilmişti. Önceden düzenlenen tüm bu öğeler, en iyi yönleriyle görünüyorlar ve insana gerçek bir huzur duygusu aşılıyorlardı. Bununla birlikte, bu yapıtlar, göründüklerinden çok daha az gerçekçidirler. Olanaksız bir girişimle karşı karşıya olduğumuzu anlamak için, güç duruma sokan kimi sorular sormak, örneğin, resmedildiği ortamdan bir bitkiyi çıkarmak yetişir. Tapınakçıkla konak arasındaki uzaklığın ne kadar olduğunu veya köprünün tapınağa yakın mı yoksa uzak mı olduğunu bir türlü kestiremeyiz. Gerçek şu ki, Helenistik dönem sanatçıları, bizim perspektif yasası dediğimiz şeyi bilmiyorlardı. Kaçış noktasına dek gerileyen ve hepimizin okulda çizdiği ünlü kavaklı cadde, o zaman bilinmeyen bir şeydi. Evet, sanatçıların uzak nesneleri küçük; yakın veya önemli nesneleri büyük çizdikleri doğrudur, ama nesnelerin uzaklaştıkça düzenli olarak küçüldükleri yasasından, bizim resimlerimizin dayandığı bu değişmez yasadan klasik dünyanın haberi yoktu. Bu yasanın bulunmasıiçin bin yıldan çok bir zaman geçmesi gerekiyordu. İşte bu yüzdendir ki, antik sanatın en son, en özgür ve en güvenilir yapıtları bile, Mısır sanatına yön veren ilkelerin en azından bir yansımasını taşır. Burada da, tek tek nesnelerin niteleyici kenar çizgilerinin bilinmesi, gözümüzle elde ettiğimiz gerçek izlenim kadar önem taşır. Artık, bu özelliğin, sanat yapıtlarında kınanacak veya aşağılanacak bir şey olmadığı, tersine her türden üslup kullanılarak sanatsal yetkinliğe varılabileceği epeydir bilinmektedir. Yunanlı sanatçılar,, ilkel Doğu sanatının katı yasaklarını parçalayıp, canlı gözlemden çıkarılan ve sayısı gittikçe artan ayrıntılar aracılığıyla, dünyanın imgesini zenginleştirecek bir keşif yolculuğuna çıktılar. Ne var ki onların yapıtları, doğanın bilinmedik her bir köşesinin yansıdığı aynalar değildir hiç bir zaman. Bu yapıtlar, her zaman, kendilerini yaratan zekânın damgasını taşır.

Hellenistik çağın başlangıcında dini mimaride önemli bir değişiklik görülmez. Dor üslubu gerilerken, ion üslubu büyük rağbet görür. Mesela Didyma (bugün Didim/Aydın) kentindeki devasa Apollon Tapınağı her türlü süsleme sanatından yararlanır. Önceleri iç süslemeleriyle sınırlı olan Korinthos üslubu, Atina’daki Olympieion’dan sonra dış düzende de görülmeye başlamıştır.

Hellenistik dönemin ortalarında Hermogenes gibi bir kuramcı çıkarak, büyük bir reform gerçekleştirmiş ve bu arada özellikle tapınağın etrafındaki sütunları hafifletmiştir.
Artık tapınak, eskiden olduğu gibi ayrı bir birim değildir. Özenle tasarlanmış bir bütün içinde gösteriye yönelik etkinlikleri de dikkate alınarak sahneye sokulmuştur: Kos (İstanköy) kentindeki Asklepieion ve Lindos’taki Athena Tapınağı gibi. Bunlarda plastik ve resim değerleri dini ışlevlerden daha ağırlıklıdır. Ayrıca dinsellik artık mimarlık için tek itici güç değildir: buleuterion (meclis binası), gymnasion (okul), vb. kamu binaları ve özellikle Yunan kültüründe büyük yeri olan tiyatrolar sitenin ayrılmaz birer parçası haline gelmiştir. Stoa denilen revaklar da kent görüntüsünde önemli bir yer tutmaya başlar: revakların altında kurulan ticari ve kültürel faaliyetlere sahne olur.

Sitenin politik merkezi olan agora için de aynı şey söylenebilir (özellikle Atina’da). Böylece binalar daha düzenli olmaya, mekan daha akılcı bir şekilde kullanılmaya başlamıştır. Çoğu zaman kalan boş yerlere de evler yapılır.

Planlı şehircilik Helenistik dünyada yeni bir şey değilse de,İskender imparatorluğunun miras olan uçsuz bucaksız topraklar üzerinde hızla çoğalan şehirler bu uygulamaya yeni ufuklar açar.
Modeller Miletos (Söke yakınlarında) veya Priene (bugün Güllübahçe/Aydın) gibi dama tahtası şeklindeki plandan, Pergamon (Bergama) gibi arazinin yüksekliğini ve yüzey şekillerini dikkate alan daha gerçekçi tasarımlara doğru gelişir. Bergama’da kent üç seviyeye ayrılmış ve akropolisin yapıları tiyatronun etrafına muhteşem bir sahnelenişle yerleştirilmiştir.



Bu dönemde mimarlık insanların özel hayatına da eğilmeye başladı. Delos harabeleri ev inşaatı konusunda ilginç ve zengin örnekler sunar; avluları sira sütun çevrili çeşitli tipteki evlerin oturma odalarında bulunan mozaikler ve duvar resimleri, heykelciliğin de bulunduğu lüks bir yaşam biçimine tanıklık eder.






kaynak: kadimdostlar.com
"Cehalet insanı çirkinleştirir. Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verilecek cevabım vardır. Lakin, lafa bakarım laf mı diye, adama bakarım adam mı diye." Mevlana

Çevrimdışı dbhi

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.078
  • Karizma Puanı: 2256
  • Dünyaya karşı nazik olun...
    • http://alanay-alanaysblog.blogspot.com/
Ynt: HELENİSTİK SANAT
« Yanıtla #1 : 13 Nisan 2010, 20:50:36 »
paylaşım için teşekkürler..
İyi ki gökyüzünde yıldızlar,Çiçekler şükür ki yeryüzünde...Yoksa kimbilir ne zahmetle toplayabilirdik onları renk renk...Kimbilir nasıl getirilirdi gökyüzünden , sevdiklerimize götürülecek çiçekler!

Çevrimdışı •« Mа√i »•

  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 3.646
  • Karizma Puanı: 1013
  • Güzel Bakan Güzel Görür.
Ynt: HELENİSTİK SANAT
« Yanıtla #2 : 14 Nisan 2010, 12:58:58 »
ben teşekkür ederim ilgi ve yorumuna... :)
"Cehalet insanı çirkinleştirir. Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verilecek cevabım vardır. Lakin, lafa bakarım laf mı diye, adama bakarım adam mı diye." Mevlana

Çevrimdışı auguste

  • Çalışkan
  • ****
  • İleti: 869
  • Karizma Puanı: 54
Ynt: HELENİSTİK SANAT
« Yanıtla #3 : 19 Mayıs 2010, 22:04:05 »
çok güzel bir paylaşım öğretmenim.  +1

Çevrimdışı •« Mа√i »•

  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 3.646
  • Karizma Puanı: 1013
  • Güzel Bakan Güzel Görür.
Ynt: HELENİSTİK SANAT
« Yanıtla #4 : 20 Mayıs 2010, 19:09:36 »
ben teşekkür ederim ilgi ve yorumunuza... :)
"Cehalet insanı çirkinleştirir. Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verilecek cevabım vardır. Lakin, lafa bakarım laf mı diye, adama bakarım adam mı diye." Mevlana

Çevrimdışı yoldaş

  • Yönetim K.Ü
  • Üstad
  • *
  • İleti: 14.457
  • Karizma Puanı: 4092
  • görsel tasarım uzmanı
Ynt: HELENİSTİK SANAT
« Yanıtla #5 : 30 Mayıs 2010, 12:30:46 »
yok vazgeçtim sanırım tüm sanat tarihi ile ilgili masters yapmışsınız bu kadar paylaşım konularına bakacak olursak:). tabi henüz hepsini inceleme fırsatı bulamadım ama inceleyeceğim. güzel ve faydalı paylaşımlarınız için teşekkürler ::ressam::

Çevrimdışı •« Mа√i »•

  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 3.646
  • Karizma Puanı: 1013
  • Güzel Bakan Güzel Görür.
Ynt: HELENİSTİK SANAT
« Yanıtla #6 : 31 Mayıs 2010, 08:04:18 »
sitemizi zenginleştirmek adına master yapmış kadar oldum sanırım :) teşekkürler ilginize... :)
"Cehalet insanı çirkinleştirir. Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verilecek cevabım vardır. Lakin, lafa bakarım laf mı diye, adama bakarım adam mı diye." Mevlana