Gönderen Konu: Hatip Mehmet Efendi İçin  (Okunma sayısı 2159 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Hatip Mehmet Efendi İçin
« : 17 Ağustos 2008, 20:47:09 »

Hatip Mehmet Efendi İçin
Rivayet ederler ki:
Dersaadet’te kagir bir eve kıvılcım sıçrar.
Yıl 1773′tür. Tez zamanda kara haber
ulaşır Hatip Mehmet
Efendi’ye.Başında sarığı, sırtında hırkası
koşar gelir. Alevlerden içeri dalar. Yanar,
ölür.Bir sanatçının eserlerini kurtarmak
uğruna kendini ateşe attığının hazin
öyküsüdür bu.O bir ebru sanatçısıdır,
sanat yaşamı da ölümü kadar acılarla
doludur. Çilesi iğneyi suya indirmekle
başlar. XV. yy.’dan Hatip Mehmet
Efendi’ye gelene dek herkes ustasından
öğrendiği ile yetinmiş, ebru sanatını
“yozlaştırma” yoluna sapmamıştır. Bu
yüzdendir ki, kimsenin başı derde
girmemiştir sofularla. Sanki Hatip
Mehmet Efendi’nin iğnesi su üstündeki
boyaları çizmemiş, sanat efkarı
umumiyesinin derisini yarmıştır. Bir
kızılca kıyamet, bir “suret yaptı, küfre
kaçtı” yaygarası. At kaçtı, torba düştü…
“Suret” çizmek bir yerde bağışlanacak
çocukluktur denecek ya, gel gör ki Hatip
Mehmet Efendi üstüne üstlük bir imamdır.
Balığın başıdır. Hem Ayasofya’da imamlık
yap, hem de otur su üstüne “suret” çiz,
olacak iş mi? Ve de nerede görülmüş
sebepsiz yere kişioğlunun kendini bile
bile ateşe atıp yaktığı? Eden bulur
dünyası bu…
Hatip Mehmet Efendi’yi çok az insan bilir.
Eserlerinin neredeyse tümünün kendisi
ile beraber kül olup gittiğini de…
Ebruya tutulmazdan önce ben de
tanımazdım Hatip Mehmet Efendi’yi,
eserlerinin başına gelenleri bilmezdim.
Eski adıyla Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar
Yüksek Okulu mezunuyum.
“Suret” yapmak benim işim. Ne var ki
“suret” zevkimde Picasso’nun kübizmi,
Dali’nin sürrealizmi, Miro’nun çocuksu
dünyası at koşturduğu halde, tekne
başına oturduğumda “suret” yapmaktan
kendimi alamıyorum.
Su üstüne figür yapmanın ne zor, ne
olanak dışı bir iş olduğunu bilen bilir. Bu
zoru bir parça olsun başarıyor olmanın
verdiği hazzı yadsımıyorum. Ama bence
işin en önemli yanı bendeki Hatip
Mehmet Efendi etkisidir. Battal ebrusu
yapmak niyetiyle otururum kimi kez
iskemleme, su yüzüne boyaları serperim.
Derken bir bakarım elim iğneye
kaymış, şekil verir olmuşum renklere.
Çoğu kez iradem dışına çıkar her şey.
Sağduyum bunun işe yoğunlaşma
olduğunu söyler.
Ama ben duygusallığıma inanırım:
Aslında derim, Hatip Mehmet Efendi
erken gelmiştir ya dünyaya, erken gidişi
gibi; kuğular, su kuşları, baykuşlar,
horozlar, ağaçlar, peyzajlar çizememiştir
tedirginlikten, içinde ukte kalmıştır.
Benim tekne başına geçtiğimi sezer,
ruhu ayaklanır, sonra bileğimden tutar,
iğneyi su üstünde yürütür. Üstadın
marifetine hayran kalırım. Figür biter,
hazretin uktesi tamam olur.
Hatip Mehmet Efendi mutlu, ben dört
köşe…
Ebruya imza atmak için bir icazet
gerekir, derler. Bunu edinmek de o
denli kolay değildir. Derler ki gene, iyi
bir usta ömrü boyunca ancak iki öğrenci
yetiştirir, imza atma yetkisi anlamına da
gelen bir icazetname düzenler,
öğrencisini usta mertebesine getirdiğini
sanat efkarı umimisine törenle beyan
eder. Bugün ebru çeken insan sayısı
pek fazladır. Çoğunun da icazetnamesi
yoktur. Hepsi de eserlerinin altına
imzasını koyar. İcazetnameli olanlar
buna hiddetle karşı çıkarlar. Yani
kısacası, dörtbaşı mamur bir kargaşa
yaşanır. Kendimi bu kargaşanın dışında
tutarım hep. Bilirim ki benim
icazetnamem XVIII. yy.’da düzenlenmiştir,
Hatip Mehmet Efendi tarafından. Gönül
rahatlığıyla imzamı koyarım eserlerimin
altına.

Selam onun üzerine olsun..

Yazar: Köksal Çiftçi / Argos Art Magazine / 1992

burdan alıntıdır
çok çalışmak zamanı