Gönderen Konu: İslâm, Hat San'atının Doğuşu ve Gelişmesi  (Okunma sayısı 2566 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
İslâm, Hat San'atının Doğuşu ve Gelişmesi
« : 18 Mayıs 2008, 16:24:28 »

Hat san'atı, İslâm medeniyeti çerçevesinde Arap yazısına bağlı olarak doğmuş ve gelişmiş güzel san'atlardan biridir. Arap yazısı, İslâm'ın zuhuru ile sür'atli bir inkişaf devresine girmiş ve hicreti tâkip eden iki asır içerisinde bir taraftan bağlı bulunduğu Arap dilini ifâde edebilen bir yazı sistemi, diğer taraftan hâlâ canlılığını muhâfaza eden bir san'at şûbesinin ana unsuru olmuştur.   
   
Arap Yazısının Kaynağı ve Câhiliye devrinde yazı
Arap yazısının kaynağı hakkında farklı görüşler vardır. Bunları başlıca şu üç grupta toplamak mümkündür: Birinci görüş "tevkîfî" 'dir. Bâzı nasların yardımı ile yazıyı ilâhî bir kaynağa bağlamaya çalışan bu görüşe nazaran bütün yazıların (kitâbe) vâzıı Hz. Âdem'dir. O, her yazıyı balçık üzerine yazıp pişirmiş, Tûfân'dan sonra bunlar bulunup her kavim kendi yazısını öğrenmiş, Arap yazısını ilk öğrenen de Hz. İsmâil olmuştur. Bu hususa dâir rivâyetlerde, daha sonra yazıyı Araplar arasında kimlerin yaydığı da zikredilir ki, bunlar bâzan Arap yazısını îcâd edenler diye de gösterilmişlerdir.

İkinci görüşe nazaran Arap yazısı, "cenûbî Arap yazısı" ve "himyerî" diye de anılan "müsned"den iştikak etmiştir. Çok eski tarihlerden beri Yemenlilere Arap Yarımadası'nın şimâlinde Sûriye'de ve Irak'ta yaşayan Araplar arasında, başta ticârî alâkalar vâsıtasıyle "müsned", önce Alü'l-Munzir'in muhîtine ve Şam bölgesine, daha sonra bunlar vâsıtasıyla, yahut da doğrudan doğruya Hicâz'a intikal etmiştir. Tarihî alâkalar bakımından mantıkî bir görüşe dayanan ve bugün de tarafdarları bulunan bu faraziyeyi, Şimâlî Arap yazısının muhtelif gelişme merhalelerini müşâhedeye imkân veren hâlen mevcut kitâbeler teyid etmemektedir. Üçüncü görüş, Arap yazısının Nabat yazısından gelişmiş olduğunu kabûl eder. Nitekim XVIII. asrın ilk yarısında G. J. Klehr, Arap yazısı ile Nabat yazısı arasında alâka bulunduğunu ileri sürdü (1724). Daha sonra Th. Nöldeke, Arap yazısının Nabat yazısından gelmiş olduğunu söyledi (1865). Bugün islâmiyetten önceki ve İslâm'ın ilk asrına yakın kitâbelerin incelenmesi Arap yazısının bitişik Nabat yazısından türediğini, hattâ, onun gelişmiş bir devâmı olduğunu ortaya koymuştur. Böylece Arap yazısı Nabatî ve Arâmî halklarıyla Fenike yazısına bağlanır. III. Asrın sonları ile IV. asrın sonları arasında cereyan eden bitişik Nabatî yazısından Arap yazısına geçişin muhtelif safhalarını müşâhedeye imkân veren kitâbelerin en eskisi, Araplara âit olduğu halde Nabat kültürünün hâkim bulunduğu bir devrenin hâtırasını taşımakla dili de, yazısı da Nabatî olan Ümmü'l-Cimâl (250 m.) ve en-Nemâre kitâbeleridir.

Üç dilde (Yunanca, Süryanice ve Arapça) yazılmış bulunan Zebed kitâbesi (512 m.), bu yazının Araplarca benimsendiğini, bununla berâber artık el-'Arabîye'nin yazı dili olarak kendini kabûl ettirdiğini gösterir.VI. asra âit olduğu tahmin edilen ikinci Ümmü'l-Cimâl kitâbesi bir yana bırakılırsa, İslâm'ın zuhuru sırasında Arap yazısı, Useys (528 m) ve Harrân (568 m) kitâbelerinin yazısından her hâlde pek farklı değildi. el-Belâzurî (279/892), el-Cehşiyârî (331/942), eş-Şûlî (335 veya 336/947) ve İbnü'n-Nedîm (385/995) gibi şahsiyetlerden başlayarak İslâm müellifleri, Arap yazısının Enbâr'den Hîre'ye ve oradan da Hicâz'a geçtiğine dâir rivâyetler naklederler. Bu rivâyetlerde adı geçen şahsiyetler ve anılan yerlerle Hicâz ahâlisinin buralarla olan muhtelif alâka ve münâsebetlerinin tedkîkı bizi, yazının Diyâr Nabat'ın bir bölgesi olan Havrân'dan Enbâr ve Hîre'ye ve buralardan Devemetü'l-Cendel üzerinden Hicâz'a geçtiği neticesine götürmektedir.

Bununla berâber Hicâzlıların Diyâr Nabat üzerinden Suriye ile olan devamlı ticârî alâkaları gözönüne alınırsa, Şimâlî Arap yazısının yukarda zikredilenden ayrı ve daha kısa bir yolla, hattâ daha önce, Havrân-Petra-el-Ulâ üzerinden Hicâz'a geçmiş olması gerekir. Eski rivâyetlerin Enbâr ve Hîre üzerinde ısrarla durmaları, yazının buralarda, yani Lahmîlerin muhîtinde VI. Asrın ortalarında bir tekâmül safhası geçirmiş olduğuna delâlet eder. Mezkûr rivâyetlerde bu yazıyı ilk öğrenenler ve sonra başkalarına öğretenler olarak adları geçen Bişr b. Abdülmelik el-Kelbî, Ebû Kays b. Abdümenâf b. Zühre, Süfyan b. Ümeyye ile onun kardeşi ve Ebu Süfyân'ın babası Harb b. Ümeyye gibi şahsiyetler VI. Asırda yaşamışlardır. Bu rivâyetler, Şimâlî Arap yazısının Hîre'de kazanmış olduğu şeklin yayılmasıyla ilgili bir hareketin hâtırası olmalıdır.

Câhiliye devrinin sonları ile İslâm'ın doğuşu sırasından günümüze intikal eden her hangi bir yazılı vesîkaya hâlen sâhip değiliz. Halbuki tarihî kaynaklarda okuma-yazma bilen bâzı sîmâlâr hakkında sarîh kayıtlar vardır. Meselâ, İbnü'n- Nedîm'in bildirdiğine göre, el-Me'mûn'un kütüphânesinde Hz. Peygamber'in ceddi Abdül-müttalip b.Hâşim'in hattıyla bir vesika mevcuttu. Mekke'nin ticâret merkezi oluşu, Mekkeliler arasında yalnız Şimâlî Arap yazısını değil, sayıları az da olsa, Yemen'de kullanılan müsnedi bilenlerin bulunmasını da gerektiriyordu. El-Belâzurî, bu devrede okuma ve yazma bilen 17'si erkek ve 7'si kadın 24 kişinin isimlerini verir. Buna mükâbil Yesrib'de Evs ve Hazrec kabîleleri arasında yazı daha az yaygındı. Burada "bir yahudî" çocuklara okuma yazma öğretiyordu.

İslâmiyetten önce, Araplar arasında yazı her hâlde sanıldığından çok kullanılıyordu. Nitekim bu devirde Mûsevîlerin ve Hristıyanların elinde İbrânî ve Süryanî dillerinde müdevven kitaplar bulunuyordu. Hattâ bu arada bâzı Arapça metinlerin bulunduğu da düşünülebilir. Bu dîni ve hikemî metinlerin dışında, ticâri hesapların, ancak vereceklerin yazıldığı vesîkalar, köle mülkiyeti senedleri, şahıslar ve kabîleler arasında yapılan andlaşmalara, emânlara dâir vesîkalar, unutulmaması gereken hâdiselerin tesbit edildiği vesîkalar ve mühim vesîleler için yazılmış mektuplar v.s. vardı.

Mîlâdî VII. Asır başlarında Arap yazısı, Enbâr ve Hîre'den sonra Hicâz'da hissedilebilir bir üslûb farkı kazanmış bulunuyordu.

Alıntı:
Bedreddin Yazır
Türk İslam Sanatları.com
çok çalışmak zamanı