Gönderen Konu: TÜRK EBRU GELENEĞİ  (Okunma sayısı 3460 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
TÜRK EBRU GELENEĞİ
« : 12 Aralık 2008, 00:52:00 »

TÜRK EBRU GELENEĞİ

 
İngiltere'de saat beşte çay içilir ve yazılı bir anayasa yerine  yasalar, gelenekler doğrultusunda hazırlanır. Japonya'da insanlar birbirlerini öne eğilerek selâmlarlar. Hıristiyan âleminde Noel geldiğinde çam ağaçları süslenir. Türkiye'de sofraya önce baba oturur ve kalkar, sofrada konuşulmaz. Anadolu'da beşyüzyılı aşkın bir süredir icra edildiği bilinen ve ebru yapılan her ülkeye ve o ülkenin diline "battal", "kumlu", "taraklı", "hatip", "şal" ve "gel-git"  gibi terminolojisi  ile birlikte yerleşerek yüzyıllarca "Türk kağıdı" diye isimlendirilen Türk ebru sanatının da  ustadan ustaya intikal  ederek bu güne kadar gelen bir geleneği vardır. 

Ebruculuk; yazmakla veya anlatılmakla öğretilemeyen, bütün klâsik Osmanlı sanatlarında olduğu gibi "usta-çırak" usûlü ile talebe yetiştirilebilen ve icrası itibarıyla son derece güç ve ebrucunun iradesi dışında birçok değişkenden etkilenen bir sanat dalıdır. Bu olumsuz etkileri ortadan kaldırarak ebrucunun ne yaptığının sırrına vakıf olması ve teknik olarak mükemmel ebrular yapması, ancak bir ustanın yol göstermesiyle olur. Ebruculuk tarihimiz incelenirse ustasız ebrucu olmadığı ve geleneğin ustadan çırağa aktarılarak bugüne ulaştığı görülür. Ustasız öğrenilen ebrunun gelenekle ilgisi yoktur.
 
 
 
Geleneğimizin en önemli özelliklerinden birisi, ebru yapımında suda erimeyen, tamamen  tabii boyar maddeler ve kimyasal ailesi metal oksitler olan toprak boyalar kullanılmasıdır. Türk ebrusunda  yalnız tabii boyaların kullanılıyor olmasının en büyük sebebi, öncelikle ebrunun tarihi serüveni içerisinde ebrucuların boyalarını tabiattan elde etmekten başka yollarının olmaması ve son ebrucuların da ustalarını taklîd etmek ve ebru kâğıdını kalıcı kılmak endişesiyle aynı boyalarla ebru yapmaya devam etmeleridir. Çünki hazır boyaların  içerisine üretim sırasında çeşitli asitler ve kazein katılmakta, bu yabancı maddeler de, tecrübe edilerek görülmüştür ki, zamanla ebrulu kâğıda ve  onun kullanıldığı kitap ya da levhaya zarar vermektedir. Bunu göstermek için aşağıda bazı fotoğraflar sunulmuştur. 

 
 
   
 
 
N.Okyay ya da M.Düzgünman'a ait bir
hatip ebrusu parçası
 
 
 
 
 
Ingeborg Borjeson'a ait ebru parçası
 
 

Bunlardan birincisi, Necmeddin Okyay'ın ya da Mustafa Düzgünman'ın 1950'li yıllarda yaptığını sandığımız ve yapımında hazır boyaların denendiği bir hatip ebrusu parçasıdır. Yürek deseninin tersine bakıldığında siyah boyanın bulunduğu yerlerin, boyanın içindeki asit nedeniyle yanmaya başladığı açıkça görülmektedir. İkinci fotoğraf çifti ise Jane Pheobe Easton'ın yazdığı ve imzalayarak hocama hediye ettiği, hocamın vefatını müteakip oğlu Sn.Ali Düzgünman tarafından bana verilen ve  halen bende mahfuz bulunan kitapta kullanılan Ingeborg Borjeson tarafından yapılmış orijinal ebruya aittir. Burada da içinde asitler ve muhtelif yabancı maddeler bulunan hazır boyaların kâğıdı nasıl yaktığı açıkça görülmektedir. Toprak boya kullanılmasının bir başka önemli sebebi ise, bu boyaların renklerinin güneşte solmamasıdır. Kitaplar arasından çıkan eski ebruların renklerinin soluk olmasının sebebi, ebru tekniğinin bugünki kadar gelişmiş olmamasından, Edhem Efendi, Necmeddin Okyay ve Mustafa Düzgünman'ın bazı ebrularının zamanla renklerinin solmasının sebebi ise, sanayileşmeyle birlikte üretilen hazır boyaları bir müddet denemeleri ve kullanmalarındandır. Kendisine iletilen bir şikayet üzerine Mustafa Düzgünman, eline geçirebildiği tüm boyaları kağıtlara sürerek atölyesinin camına yapıştırmış,  bir müddet sonra bu boyaların zırnık dahil hepsinin renklerinin solduğunu, yalnızca çivitler ve toprak boyaların renklerini koruduklarını görerek bunlarda karar kılmıştır. Tabiat, ebrucular için milyonlarca senedir güneş altında durmasına rağmen rengi solmayan o kadar çeşitli renkler sunmaktadır ki, "üç renkle  mi ebru yapacağız ?" ifadesi olsa olsa bir çaresizlik ifadesidir. Mustafa Düzgünman'ın ebrularını inceleyenler Ebruname'de söylediği gibi dört renkle çok renk olduğunu göreceklerdir. Burada bir konunun açıklığa kavuşturulmasında fayda bulunmaktadır. Toprak boya diye kastedilen boya yukarıda da belirtildiği gibi asit ve kazein içermeyen, suda erimeyen ve güneşten etkilenmeyen her tür boyar maddedir. Çamaşır çividi  ve Lahor çividi gibi bu tanıma giren her tür boyar madde ve kırmızı da dahil pigmentler, geleneksel tarzda Türk ebrusu yapımında kullanılmıştır ve kullanılacaktır. 

Türk ebrusunun bir diğer önemli özelliği de ebru alınan kağıtların şaplanmak gibi önceden hiçbir işleme tabi tutulmaması ve ebrunun yapıldığı teknenin kenarına  sıyrılarak çıkarılmasıdır. Neden böyle yaptığını bilmiyoruz ama Necmeddin Okyay,  ebrularını sıyırmadan aldığı ve halde bir gün Mustafa Düzgünman'a "Şeyh Efendi ebruları tekneden sıyırarak alırdı" der. Hocam da bunun üzerine ebrularını teknenin kenarına sıyırarak almaya başlar. Bunun boyayı akıtıcı yönde hiçbir zararı olmadığını, aksine kitrenin ziyan olmasını engellediğini görerek ebrularını teknesinin kenarına sıyırarak almaya başlar. Su ve öd ayarları çok iyi yapılmış boyalarla yapılan ebrunun hatlarının keskinliği ve renklerinin canlılığı, kullanılan boya ister toprak boya isterse guaj boya olsun  şaplanmış kağıda alınan ve yıkanan ebru  ile aynıdır. ( Merhum Mustafa Düzgünman'ın bu konudaki düşüncelerini kendi sesinden dinlemek için lütfen aşağıdaki gramafon resminin üzerine tıklayınız.) Ayrıca şaplanmış kağıdın tekneden sıyrılmadan alınması bu nedenle de yıkanması gereklidir çünki tekneye karışan şap yüzeyde kaymaklanma yaptığından tekrar temizlemek gerekir. Sıyırmadan alınan şaplanmış kağıdın yüzünde en az dört beş ebru yapacak kadar sıvı ziyan olur. Kağıdı şaplamak,  ne tür boya kullanırsa kullansın boyalarının su ve öd ayarlarını iyi yapamayanların, boyalarının akmasını engellemek için kullandıkları bir usuldür ve Türk ebru tarihinde kullanılmış bile olsa ikinci bir işlem gerektirdiğinden, israfa neden olduğundan ve kağıtta kalan şapın zamanla kağıda ne zarar vereceği bilinemeyeceğinden Türk ebru geleneğinde yeri yoktur.   

 
 
 
Türk ebrusunun bir başka ve belki de en önemli ve ebruculuk geleneğimizin temeli olan özelliği de yapılan ebru çeşitleridir. Bilindiği gibi ebru, cilt ve hat sanatlarımızla gelişen ve buralarda kullanım yeri bulan bir sanattır. Türk ebrucusu, asırlar boyu hattatlar için hatip ebrusu, koltuk ebrusu, kumlu ebru ve battal ebru, ciltçiler için yan kağıdı üretmiştir. Bu nedenle, bir ebrucunun geleneksel çizgide ebru yapıp yapmadığını anlamanın en doğru yolu, geleneklerini korumaya muvaffak olmuş hattat ve mücellitlerin, o ebrucunun yaptığı ebruları kendi işlerinde kullanıp kullanmadığına bakmaktır.

   

 











 
Bizim gibi bir yazı sanatı olmayan başka ulusların ebrucuları için yazının  etrafında ya da koltuğunda kullanılmaya uygun  hatip, kumlu, battal ve koltuk ebrusu ya da hiçbir ulusun ebrucusunun yapamadığı güzellikte çiçekli yan kağıtları yapmak bir anlam ifade etmeyebilir ancak Türk hat ve cilt sanatçılarının sanatlarını geleneğimize uygun sürdürebilmeleri için yukarıda sıralanan ebru çeşitlerinin üretilmesi de Türk ebrusunun bir geleneğidir.

Ebruculuk geleneğimizin bir diğer önemli özelliği ise üretilen ebruların desenleriyle ilgilidir. Türk ebrucusu fırçasını at kılından kendisi sarar ve sarım şeklinden  ve fırçanın kavanozda durmasından dolayı aşağıdaki resimde görülen Mustafa Düzgünman'a ait fırçada olduğu gibi aldığı kıvrık şekilden ötürü suyun yüzeyinde,  GALERİ'nin BATTAL sayfasında görüldüğü gibi boğumlu özel bir battal deseni oluşur.

 
 
 
Böyle  battal ebrular hazır fırça ya da süpürge çöpleriyle değil ancak  at kılından sarılmış fırçalarla elde edilebileceğinden Türk ebrusunda  at kılından sarılmış özel fırçaların dışında fırça kullanılmaz.

Ebruculuk geleneğimizden söz ediyorken merhum hocamın bir vasiyetini zikretmeden geçmenin doğru olmayacağını düşünüyorum. İcazetle ilgili hatıramı Salih Elhan'ın kitabının reddiyesinde anlatmıştım. Orada verilen icazet fotoğrafı Arapça bir icazet metni olup imzalandığı tarihten bir hafta sonraki ziyaretimde hocam "evlâdım o icazet Arapça ve hüsn-i hat icazeti gibi oldu benim içime sinmedi sen bunu yazdır da ben bir daha imzalayayım ebrucuların icazet metni de bu olsun" dedi ve bir kartpostalın arkasına kendi el yazısıyla yazdığı aşağıda resmi bulunan icazet metnini verdi. Ben de bunu hattat Sn.Savaş ÇEVİK'ten rica ettim. Kendisi bu metni hem yazıp hem de etrafını o tarihe kadar yapabildiğim en başarılı ebrularımdan kullanarak süsledi ve bir süre sonra hocama imzalattık.


 
Tükenmez kalemle yazıldığı için zaman geçirmeden yapıştırdığım ve havayla temasını kesmek için saydam bir filmle kapladığım bu metni, okunamaması ihtimaline karşı aşağıda tekrar veriyorum.

EBRU İCAZESİ

Geleneksel sanatlarımızdan ebruculuk hakiki bir Türk Sanatıdır. Zamanımıza kadar intikal eden bu sanata azim ve dirayetle hizmet eden Sayın Alparslan BABAOĞLU, yapımına muvaffak olduğu ebru sanatımızı icra ve öğretmeye mezun olmuştur. Kendisine bu icazeyi vermekle bahtiyarım. Hayatı boyunca başarılar ve mutluluklar dilerim.

Ebrucu Mustafa Düzgünman, ustası Necmeddin Okyay, onun ustası Özbek Şeyhi Edhem Efendi, geçmişlere rahmet olsun.

Hocamın bu metni imza tarihi ise 23 HAZİRAN 1989.

burdan alıntıdır
çok çalışmak zamanı