Gönderen Konu: SANAT VE DOĞA İLİŞKİSİ  (Okunma sayısı 35870 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ilker

  • İlker ÖZTÜRK
  • Administrator
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 8.584
  • Karizma Puanı: 1877
    • GorselSanatlar.NET
SANAT VE DOĞA İLİŞKİSİ
« : 26 Kasım 2007, 21:04:08 »

Henüz insanlık ve sanat ortaya çıkmadan önce doğa vardı. Bizi çevreleyen, etrafımızda gördüğümüz bütün varolanlar doğanın kapsamı içine girer. Doğanın kendine özgü, hiç bozulmayan ve değişmeyen bir düzeni vardır. Bu düzen sürekli olarak tekrar eder durur. Doğa içinde somut varolan her şeyin birbiriyle yakın ilişkisi vardır.
İnsan da doğanın bir parçası ve onun içinde yer alan bir varlık olduğundan, doğa ile yakın ilişkilidir. İnsanlığın varoluşundan bu yana doğa çeşitli değişmeler geçirerek insan üzerinde etkili olmuştur. insanlık uzun tarihsel gelişim süreci içinde doğanın zenginlik kaynaklarından yararlanmıştır. Akıl gücü gelişip, çoğaldıkça doğayı gözlemleyerek tanımaya çalışmış, kendine yararlı olacak unsurları sayısız doğa zenginlikleri içinden çekip almıştır. Benzerlik ve büyü etkisi ile yaptığı çalışmalar, ilk sanat yapıtları olarak doğa nesnelerinin kopye edilmiş şekilleridir. Benzerini yapma duygusundan çıkan bu çalışmalar, zamanla değişerek insanın doğaya üstünlük sağlamasına sebep olmuştur. Binlerce yıldır insanoğlu çiçekleri, kınların güzelliğini görür, ancak renk renk mevsimleri, yenileşen şekilleriyle insanlar için tükenmez bir zevk kaynağıdır. Bitkilerin kendi başına bir estetik etkisi yoktur.
Guyeu ve John Ruskin gibi birçok sanat düşünürü, sanatın özünü doğa varlığına, insanın kattığı toplumsal ve insansal varlığın oluşturduğunu söylerler. Doğanın ne denli güzel olduğunu bize sanat açıklamalıdır. çünkü güzellik duygusunu oluşturan birlik zararlı öğelerden ayıklanmış ve bir anlamda canlanmış olarak sadece sanat yapıtında görülebilir.
Doğa ile toplum kesin sınırlarla birbirinden ayrılmaz. İnsanlaştırılmış doğa, özellikle sanatın nesnesi olan doğa, tüm doğa demek değildir. İnsan doğayı bir bütün olarak kavrayamaz. Sadece soyutlamalar, kavramlar, yasalar ve bilimsel bir dünya görüşü yaratarak doğaya yaklaşabilir. Sanatın nesnesi olan doğanın yanında, bilim ve felsefenin nesnesi olan doğa da bulunur. Her iki doğa da şüphesiz gerçektir, ama bilim, sanat ve felsefe aynı gerçekliği başka görüş açılarından değerlendirirler. Sanat, doğayı insan ile ilgisi bakımından ele alır. Sanat nesneleri olduğu gibi kopye etmek yerine, doğal biçimlerini koruyarak, onların anlamlarını genişleterek, genel özelliklerini kavrar. Genel olanı bireyselde göstermeye çalışarak, nesnelerin ortaya koydukları fikirleri (idealleri) görünür kılar. Doğadaki nesneleri model olarak almasına rağmen, onları aşar, idealleştirir. Bunu yaparken nesnenin doğadaki biçiminin ideasına bağlı kalır. Sanat yapıtı gerçekleri hayal gücü ile birleştirmeden doğar. Doğadaki gerçeklikte belirsizlik ve düzensizlik içinde kavradığımız nesneler, hayal gücünün onlara katılmasıyla birden düzen ve belirlilik kazanır. Gerçekliği olması gereken ideal bir duruma yükseltir. Bacon: "Sanat doğayla ekli insandır". Tümcesiyle sanatın tanımını yapar. Doğa sayısız zengin kaynaklara sahip olmasına rağmen, sanatsal açıdan tek başına yeterli değildir. Çünkü ona çeşitli anlamlar veren, onu yorumlayan, değerlendiren insandır. İnsan, bir doğa ürünü olan, doğal bir varlıktır. Doğal yaşam güçleriyle donatılmıştır. Bu güçler insan benliğinde, yetenekler ve içgüdüler olarak varlığını sürdürür. Bu güçlere işlerlik kazandıran, yaşamda gerçeklik duyulanla algılanabilen nesneleri dışlaştırina çabasıdır. Bunun sonucu olarak, sanat yapıtı ortaya çıkar. Sanat yapıtı, insan emeğinin ürünüdür. Doğa ürünleri ile arasında kesin aynlıklar vardır. Sanat yolu ile gerçekleştirilen, daha önce düşüncede biçimlenendir. Böylece düşünce bir yaratma ile son bulur. İnsan amaçları bakımından doğaya ne denli bağımlı olursa olsun, araçları ile doğa üzerinde egemenlik kurabilir. Doğaya bakan sanatçı, onu kendi görüş süzgeçinden geçirir. İşine yarayanı alır, yaramayanı bırakır. Biçimler renkleri doğadan alır, onlara uygun duyguları da kendisi ayarlar. Her sanatçı aynı doğa görüntüsüne başka başka anlamlar ekler. Delacroix'nın söylediğigibi, doğa bir sözlük gibidir. Yazar nasıl sözlükten kendine yarayan sözcüğü alırsa, sanatçı da doğadaki güzelliklerden kendi beğendiklerini seçip almakta özgürdür. Doğada gördüklerinden anlam çıkarıp, ona bireysel duygu, sezgi birikimi katarak bir sentez yapmak durumundadır. Eğer doğada gördüklerine katacak duygu birikimi yoksa zaten iyi bir sanatçı olamaz, başkalarının yaptıklarını veya salt doğayı taklit etmekle yetinir.
Plotmos şöyle der: "Her varlık her şeyi kendi içinde taşır ve yine başkasından her şeyi götürür. Böylece her yerde bir bütünlük vardır",
Bu sözlerden anlaşıldığı gibi, sanatçıların ortaya koydukları yapıtlar birbirinden farklı olur. çünkü her manzara, bir ruhsal durumun ifadesidir. Sanatçının dünya görüşü ve duyarlılığı ile ilgilidir. Doğadaki güzel, Aristoteles'in vurguladığı gibi, sanata girdiği zaman çirkin olabilir ya da doğadaki çirkinlikler sanata girdiği zaman güzelolabilir. Sesler, görüşler, kokular, zevkler doğal veya yapayolarak aynımasına karşın, asıl farklılık izleyicinin görüşüne ve maksadına göre değişebilir. Doğal olaylar kolayca eleştirilmez ve sorgulanmaz. Biz insanlar da doğanın birer parçasıyız. Ama bizİm yarattığımıza aİt sorumluluk yine bizimdir. Örneğin: Çömlekçinin kil ile yaptığı vazo, onun vazo kavramına dayanarak oluşturduğu yaratıcı bir tasavvurdur. Çömlekçi için kil yapmaz, fakat çömlekçinin ve kilin yaratıcısı olarak her ikisini de eleştiremez. İnsan yaratıcı doğası, bir masanın dizaynını ve modasını şekillendirebilir. Bu yeni dizayn ve moda karmaşık ve şaşırtıcı olabilir, bu yüzden onu kullanan veya bakanlar üzerinde etki eder. Herhangi yeni birşey üretme isteği, öncelikle doğruyu araştırarak zevkli olma isteğine yönelir. Böylece doğada varolan n_snelerin kendi kuralları olduğu gerçeği ortaya çıkar. Farklılıklar ve modaları da ortaya koyan nesnelerin kendi kurallarıdır. Örneğin: ağaç hakkında bilgisi olmaksızın insan masa yapamayacaktır. Doğalolaylar dizisi ile uğraşanlar da bilim adamlarıdır. Bir palamutun meşe ağacına dönüşümü, onun ölçülmesi ve faydalı bir nesne üretilmesi onların ilgi alanına girer. Bilim adamları gerçeği arar. Estetikçiler ve sanatçılar ise bu nesnelerin değerini ortaya kaymaya çalışırlar. İnsan bilinçlenmeye başladığından beri yaşamı araştırmaktan ve düşünmekten hiç vazgeçmemiştir. Bazen bilim adamlarının istatistiklerini anlayabilmek sıradan insanlar için çok şaşırtıcıdır. Onlar, doğadaki olayların otomatik yapısını, evrenin işleyiş kurallarını tanımlayabilir ve anlayabilirler. Çocuktan büyük adama dönüşü, palamutun meşe ağacı oluşu, inorganik değişmelerle bir avuç toz toprak veya elmasın sırlarını çözebilir, ama yaşam ve ölümü açıklayamazlar. Oysa bilimin verilerine dayanarak sanatı çözümlernek çok daha kolayolacaktır. Çünkü sanatta insan doğanın nitelikleriyle uğraşır. Yani güzelliğin kuralları, doğanın kurallarına bağlıdır. Şüphesiz hiç kimse doğanın kurallarını da tam ve eksiksiz olarak veremez ve tanımlayamaz. Buna karşılık eleştirmen, eksik bir liste ve eksik tanımlamalar yapabilir. Eğer bilim bu yolda çok az bir ışık tutmuş olabilse, sanat en azından o ışıklandırılmış parçaları keşfedebilir. çıkmaz sokak bile bir keşiftir.
Böyle bir incelemeye teşebbüs eden tek yazar John Ruskin'dir. Olayları incelmeyi denemiş, doğada neyin güzel neyin çirkin olduğu ve bunların güzellik derecelerini belirlemeye çalışmıştır. Palamut toprağa düşer ve kaçınılmaz olaylar zinciri başlar. Karşı konulmaz güçlerin sonucu meşe ağacı olacaktır. Bu farklılığı kör bir şansa değil, zincirleme gelen bozulmamış sebep ve etkilere borçlu olacaktır. Bu kurallann, itaatin sonucu tek ve değişmezdir. Doğa kanunlarından tek bir tanesinin aynmı kalanları bozar. Örneğin Palamut kurallara uymasın ve yukarı doğru dikeyolarak çabalamaya zorlansın, ağacın gövdesin
den arasıra açılar vererek uzasın, böylece bütün dünyada meşe ağaçlarıgeometrik bir şema üzerinde kurulmuş olacaktır.
Dış dünya karışık ve karmaşık nesneler topluluğudur. Dış dünyada hiçbir şey çirkin ve biçimsiz değildir. Fakat insan beyni bazen dış dünyadan acı ve ızdırap veren mesajlar alabilir.
Bilimsel gözlemci için dış dünya kendiliğinden bir konudur. Evrenin ritmini 19. yüzyıl boyunca inceleyen, ölçen, analiz yapan ve kaydeden mikroskoplar, teleskoplar, spektoroskoplar, sıradan insanları
hiç ilgilendirmezdi. Oysa bilim adamları için dedektifçilik oynamaktan daha heyecanlı hiçbir şey yoktur. İpuçlannı araştırmak ve her şeyi yöneten kanunları bulmak amaç olmuştur. Bu kanunlar yukarıda belirtildiği gibi, güzelliğin de kanunlarıdır. Her doğal görünen olayın teorik olarak açıklanmasını sağlayan şekil, ölçü, renk ve doku matematiksel formüllerden çıkar. Böylece güzelliğin tamamen matematiğe indirgenebileceği de gösterilebilir ve güzelliğin değerlendirilmesi evrenin matematiksel kurallarının tanımına bağlanır. Karmaşık olan her şeyde ritmik birkaç davranış vardır. Sonsuz çeşitte nesnelerin çeşitleriyle ölçü, renk ve doku arasındaki ilişkileri sadece sezgiyle bulunabilir. Sezgi herhangi bir şeyden haz almak için oldukça yeterlidir. Hatta bilim adamları bile işlerine sezgiyle yaklaşırlar. Ama evrendeki küçücük parçaları sezgiyle seçmeleri mümkün değildir, onları
ölçmekle formüle edebilirler. Fakat sıradan insan sezgisine bel bağlar, oysa bir sanatçının doğayı gözlemlerken, onu anlama sezgisi "güzellik" kavramını ortaya koyar. çünkü sanatçı sezgisinin etkisinde kalır veya onu ölçümlemekten vazgeçmek gücünü kendinde bulabilir.
Doğaya bir bakışla, gözün yakalayabildiği temel matematiksel formlar çok azdır. Bir istiridye kabuğunun logaritmik kıvrımlarım oluşturan matematiksel formülü, istiridyenin büyüklüğüne bağlıdır. Oluşan her yeni bölüm, yeni oranlara uygundur. Bu oranları, net olarak tek bir bakışla kavramak kolay değildir. Her çiçek ve her bitkide matematiksel bir rİtm vardır. Göz bunu kavrar ve hoşlanır, fakat zihin bunun kolayca analizini yapamaz. Her güç onu yukarı doğru iter ve en yakın güçler tarafından yönlendirilir. Kenini hava ve ışıkla güven altına alır. Kıvrıntılarının uzunluğu ve esnekliği arasındaki dengenin sonucu üzerine tohum gelişir ve büyür. Bal peteği ve latin çiçeği, bakla vs. olur.
Doğaya bakışla herkes ayın görüşü kavrar. Bazen küçük fikir ayrılıkları olur, bu ayrılıklar bölgesel şartların sonucu olarak ortaya çıkar. Oysa sanatta durum farklıdır. Her insanın sanat yapıtlarıyla ilgili deneyim ve birikimleri daha büyük, farklılıklar yaratır. Her insan kendi deneyimlerinin genişliğine bağlı olarak sanat yapıtlarım değerlendirilebilir. Böylece farklılıklar bilinenlerin yüzdesine bağlı olacaktır. Venedik Yüksek Rönesans'ını bir ölçü olarak kabul edersek, El Greco'nun çarpıtmaları veya Picasso'nun Kübist yapıtlarım anlamak kolay olmayacaktır. Güzellik için gerekli olanlardan biri iyi bilinmeyenler veya anlaşılmayanlara, bilinen ve anlaşılır olanların karışımıdır. Tek ve küçük bir nesnenin incelenmesi bu karışım için önem taşır. Göz hemen geniş kompozisyon birliğini yakalar. Görünen elemanlardan oluşan geniş yüzey, bilinenlerle, bilinmeyenlerin dengesi, otomatik olarak ayarlamr. Bilinenler tekrarın sonucudur. Kendi kurallarının dışında verilen herhangi bir manzarada doğa hemen yeterli açıklığı sağlayacaktır. Manzara resminden sağlanan güzellik duygusu çok sayıda doğal güçlerin beraberliği ile şekillenmiş olan dağların uyumunda bulunabilir. Katmanlı bir kaya yatayolarak toplanmış, sonra volkanik enerji ile eğilmiş ve kırılmış yığınlara dönüşerek, soğutulup, kalıplaşmış ve düzleşmiş, en son olarak da fırtınalar ile ince ince oyulmuş olabilir. Bu eylemler suyun akış hızı ve dayanma gücü, veya kayaların gevrekliği ile şekillenmiş olarak çeşitli biçimlerle sonuçlanabilir. Böylece güzel veya daha az güzelolarak orantılarda, gücün dengesinde yapıtta şekil kazanmış olur. Bu doğada yarışan elemanların sürekli dengesidir. Bizim estetik yaklaşımımızın şeklini belirleyen, doğada neyin güzel, neyin çirkin olduğunu belirlernemize yardım eden bu dengedir.
Oran, ölçü bağlantılarını kısaca ifade eden bir sözcüktür Görüntü deneyimleri için çok önemli roloynar. Örneğin bir hayvan bacağının kalınlığı, vücut ağırlağına bağlıdır, kemik gücünün bir fonksiyonudur.
Renk ise sezgiyle kavranamayan, daha zor bir problemdir. analiz edilemeyen ve tam olarak anlaşılamayan doğadaki rengin güzelolarak değerlendirilmesi biraz şüphelidir. Renk olayı, kütlelerin biçiminden daha çok sık bir şekilde bilimsel araştırmaya dayanır. Işık transparan nesneler üzerinde renklenmiştir. ışık, geçirgen olmayan nesnelerde geri dönmüştür. Normal görünümlerde renk, aşın yabancı ve karmaşıktır. Renk ve biçim herhangi bir nesne üzerinde birbirine uygundur. Bir yaprak, kalp şeklinde ve yeşildir. Buna bakan herhangi birisi, biçimi öncelikle hisseder. Renk biçimden daha özel bir karışırndır. Yaprağın yeşilliği, uzak mesafeden bakıldığında mavileşebilir, veya gölgede morlaşabilir hatta günbatımında kırımızılaşabilir. Bu karışımı kolayca açıklamak mümkündür. Nesne üzerinde açıkça görülen renk, onun 10kal renginin ve üzerine düşen ışığın bir sonucudur. Bu durumda ışığın rengi kontrol edilebilir. Örneğin: tiyatro da aydınlatılmamış nesneler ve ışık kaynağı arasına renklendirilmiş jelatın konarak yapay koşullar yaratılabilir .
Normal şartlarda bilim adamının laboratuvarda, sıradan insanın açık havada beyaz ışık olarak bildiği, renkli nesne olarak hissedilendir. Bilim adamı, doğanın renkleri ve ışık ile ilgilenir, sıradan İnsan ağacın yeşili, veya kınmızısına çok az dikkat eder. Renklerin onun duyusal yaşamında etkisi vardır.
Bilimadamı biçimle fonksiyonun bağlantısını, renkle fonksiyonun bağlantısından daha kolay kurabilir. Günün her saati atmosferdeki renkler değişir. Gökyüzü, mavi, yeşil, altın, beyaz bulutlar, pembe ve eflatun olabilir. Nesnenın üstündeki renkler şartlara göre değişir. Sanatçı bu değişimi içgüdüsel olarak hisseder. Avrupa 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar bunlarla ilgilenmiştir. Doğu sanatçıları ise, ısrarla ışığın yokluğunu görmezlikten gelmiştir.
Renk gerçeği, biçim gerçeğinden daha sonra sanatçıların dikkatini çekmiştir. 16. yüzyıldan önce ressam, renk şemasını kendi kenİne bulmuş, doğanın renkli deneyimlerine çok daha uzak kalmıştır. Rengin güzellikle ilgisi doğadaki biçim güzelliği düşüncemizebağlıdır.
Renk üzerindeki estetik zevkimiz belki de daha primitiftir. Empresyonistler'in, 19. yüzyılda ortaya koydukları renk şemasına göre yaptıkları resimlerden sonra renk zevkimiz değişmiş ve güzelleşmiştir. Armonik renk düzeni özgün olarak bize gerçeği gösterdi. Estetik beğeni, doğanın görünenleri üzerine kurulmuş ve güzellik duygusu doğal kanunların tanımına bağlanmıştır. Dünyanın renklerini tartışmak çok zordur. Bizim bunlarla ilgili bilgimiz parçalar halindedir. Biçimi anlama nesnenin göz tarafından aktif keşfine bağlıdır, renk ise sadece duygusal olarak kavranır. Biçim kitap gibi okunmak zorundadır. Biçim1e renk arasındaki ilişki, bakmak ve görmek arasındaki fark gibidir. Biri biçime bakar, diğeri rengi görür. Dikkat haz için az çok roloynar. Bu bakımdan renkteki güzellik için hissettiklerimiz zihinsel biçim güzelliği için hissettiklerimizden daha duygusaldır.
Resim sanatında doğaya uygunluk ilk kez Giotto'da görülür. Resimde ortaya çıkan her yeni sanat akımı aslında yeni bir doğa anlayışı, yeni bir doğa yorumudur. Doğa bazen çizgi, renk bazen ışık ile yorumlanır, bazen de hiç değiştirilemeyecek bir örnek olarak değerlendirilir. Bütün naturalist anlayışların temelinde, doğanın güzel bir varlık olduğu, bu güzelliği ile sanata örnek olacağı, onu değiştirmenin gereksiz olduğu düşüncesi yatar. Buna göre de sanat güzelolan doğayı yanıstmalıdır. Doğa güzelliği ile sanat güzelliği birbirinden ayrı olan güzelliklerdir. Oysa doğadaki çirkinlik, yetenekli bir sanatçının elinde güzel olabilir, sanatsal-estetiksel bir değer taşıyabilir. Doğadaki güzellik ile sanattaki güzelliğin birbirinden farklı değerler olduğu 19. yüzyıl sanatçıları tarafından özellikle Empresyonistler tarafından kavranmıştır. Birçok Empresyonist ressam, çöp ya da saman yığınlarının resimlerini yapmıştır.
Kant, doğa güzelliği ile sanat güzelliğini birbirinden ayırır. "Doğa bir sanat yapıtı olarak görüldüğü zaman güzeldir" der. Oscar Wilde: "Thames'i sisli olarak gösterdiğim günden beri Thames üzerinde gerçekten sis vardır" derken Delacroix' da: "Biz romantik olduktan sonra dağlar güzelleşti". diyerek sanat güzelliğini kavramada, doğa güzelliğinin önderlik ettiğini göstermeye çalışır.
B. Croce: "Doğa kendiliğinden ne güzel ne de çirkindir, doğa nesnelerini güzelleştiren, onu değiştiren, fantezi ve hayal gücü katarak tinseneştiren etkinliktir" der. Hegel'de, doğa güzelliğine karşıdır.

 
Onun için tinden doğan sanat güzelliği karşısında bir önemi ve değeri ! olmadığını, sanat güzelliğinin mutlak tine dayandığını savunur.   ı
Bugün modern sanatta doğa anlayışı, yer yer eski anlayışları devam
ettirmekle birlikte çok değişmiştir. Cezanne: "Gördüğümüz, algıladığımız her şey dağınıktu, akıp geçicidir. Doğa hep aynıdu. Ama onun görünen görünüşü daima değişir. Bizim sanatımız, bu değişen görünüşlere bir süreklilik, yücelik vermektir. Sanat onlara tasavvurumuzda bir ölümsüzlük vermelidir" görüşünü savunur.
Soyut sanatta, doğa ile insan i!işkileri içiçedir. Dışsal doğadan içsel doğaya dönen sanatçı, kendini anlatuken, dolaylı olarak doğayı anlatır. çünkü insan da doğanın bir parçasıdır
Selçuk Üniversitesi - Seramik - 1998
Abant İzzet Baysal Üniversitesi - Resim İş - 2004
Düzce Yunus Emre Ortaokulu


Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet.

Çevrimdışı irem_ilkem

  • s£m@
  • Tecrübeli
  • ***
  • İleti: 385
  • Karizma Puanı: 124
SANAT VE DOĞA İLİŞKİSİ
« Yanıtla #1 : 26 Kasım 2007, 21:25:46 »
ay hocam oku oku bitmedi valla ne uzun olmuş.teşekkür ederiz.

Çevrimdışı renklerintanrıçası

  • (renklerintanrıçası)
  • Uzman
  • *****
  • İleti: 1.438
  • Karizma Puanı: 372
  • Resim Yarışmalarına Kesinlikle Katılmayacağım....
SANAT VE DOĞA İLİŞKİSİ
« Yanıtla #2 : 29 Kasım 2007, 17:03:46 »
Doğa ile bütünleşen sanat ve insan.bu güzel yansımanın sunduğu estetik ve güzelliğin eserlere yansıması.
ilker hocam bu güzel yazı için teşekkürler.+1
Dünya üzerinde en güçlü silah, ateşlenmiş insan ruhudur.

Çevrimdışı Fîģũ®âtĩƒ

  • :)
  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 5.203
  • Karizma Puanı: 1637
SANAT VE DOĞA İLİŞKİSİ
« Yanıtla #3 : 29 Kasım 2007, 17:48:54 »
"Doğanın ne denli güzel olduğunu bize sanat açıklamalıdır"Ne güzel bir anlatım teşekkurler paylaşım için  ilker öğretmenim..

osman

  • Ziyaretçi
SANAT VE DOĞA İLİŞKİSİ
« Yanıtla #4 : 21 Nisan 2008, 18:57:39 »
 560a

elenay

  • Ziyaretçi
Ynt: SANAT VE DOĞA İLİŞKİSİ
« Yanıtla #5 : 08 Mayıs 2009, 20:30:07 »
Makale kim tarafından, hangi tarihte yazıldı? Bilgilendirirseniz çok sevinirim


Çevrimdışı rasbin

  • Çalışkan
  • ****
  • İleti: 784
  • Karizma Puanı: 163
Ynt: SANAT VE DOĞA İLİŞKİSİ
« Yanıtla #6 : 09 Mayıs 2009, 00:09:33 »
ilker paylaşım için teşekkürler.güzel bir anlatım. 560a

Çevrimdışı yoldaş

  • Yönetim K.Ü
  • Üstad
  • *
  • İleti: 14.457
  • Karizma Puanı: 4092
  • görsel tasarım uzmanı
Ynt: SANAT VE DOĞA İLİŞKİSİ
« Yanıtla #7 : 05 Haziran 2010, 11:15:14 »
paylaşım için teşekkürler