Gönderen Konu: Atatürk ve Sanat  (Okunma sayısı 7852 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı öмєя

  • Ömer Faruk TÜMER
  • Administrator
  • Uzman
  • *
  • İleti: 2.005
  • Karizma Puanı: 1724
    • GörselSanatlar
Atatürk ve Sanat
« : 14 Haziran 2007, 07:01:59 »

Atatürk ve Sanat



Genç Mustafa Kemal Samsun'a çıktığında ve Kurtuluş Savaşı için başlama gongunu çaldığında ne arkasında donanımlı, tam teçhizatlı bir ordu, ne bir büyük rütbe, ne bir dini sıfat, ne de tonlarca külçe altın vardı. O yalnız bu büyük manevrayı beraber örgütleyeceği halkına güveniyordu. Onlarla beraber adım adım, tırnaklarıyla toprağı kazarak, tarihin akış yatağını değiştireceği unutulmaz hamleleri hazırlayacaktı.
Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919'dan Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihine kadar geçen o kısa sürede halkıyla beraber yükseldi ve onlarla birlikte tarih yarattı. Cumhuriyet’in kurulması yolunda seve seve canını veren bu isimsiz kahramanlar halkın ta kendisiydi.
Cumhuriyet’in temel harcını koyan bu insanlarla Mustafa Kemal arasında oluşan bu güven ve dayanışma paha biçilmez bir zenginlikti. Belki bu yüzden de Ulu Önder dünyada başka hiçbir devrimcinin girişemeyeceği boyutta değişimleri inanılmaz kısa sürede yaşama geçirmeyi başardı. Kıyafet Devrimi, Harf Devrimi, Medeni Kanun, Anayasa bu inanılmaz atılımın ilk akla gelen öğeleri oldu. Zaten Mustafa Kemal her kararını, her eylemini, her devrimini de kurduğu mecliste halkın temsilcileriyle tartışarak, oylayarak, demokratik olarak kabul ettirerek gerçekleştirdi. 2. Cumhuriyetçilerin iddia ettiği gibi hiçbir atılım tepeden inme ve zorlamayla olmadı.
“Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resmin üzerinde dursaydım, Harbiye'de dört duvar arasında kapanıp kalmazdım. Mehtaplı gecede okuldan kaçıp buraya gelir ve şiir yazardım. Sabahleyin ortalık aydınlanır aydınlanmaz da resim yapmaya başlardım”
Lord Kinross'un kitabından yaptığımız bu alıntı, Mustafa Kemal'in her şeyden önce bir birey olarak sanata ne kadar yakın durduğunu bize en iyi anlatan verilerden biridir. M. Kemal içinden çıktığı Osmanlı İmparatorluğu'nun düşüş nedenleri arasında kültürel temele dayalı olanları çok iyi görmüştür. “600 yıllık Osmanlı döneminin son 300 yılı yenilgi ve çöküntülerle geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun 600 yıl boyunca egemenlik kurması hep onun büyük örgütlenme gücünde ve hukuk düzeninde görülür. Ama Osmanlı'nın o görkemli fütuhat döneminde Avrupa'nın ortaçağ düşüncesi içinde olduğu, yani Osmanlı karşısında güçsüz kaldığı düşünülmez; Rönesans'la birlikte Avrupa uyanıp bilim, sanat ve teknik alanda büyük ilerleme yaparak güçlenince, ona ayak uyduramayan Osmanlı Devleti'nde de yenilgi ve çöküntüler başladığı nedense görülmez. Avrupa'da bilimsel düşünüş daha önce başlamış olsaydı, o ‘mükemmel teşkilat’ işe yarar mıydı acaba? Avrupa'nın teokrasi içinde olması yüzünden bilimsel düşünüşü gerçekleştirememesi ve bilimin gelişmemiş olması Osmanlı fütuhatlarına karşı durmasını engelleyip geciktiriyordu. Ancak yeniden doğuşla birlikte uyanan Avrupa, bilimsel kültürel gelişmesiyle Osmanlı egemenliğini kırabilmiştir”.[1]

M. Kemal her şeyden önce büyük bir asker, devlet adamı, diplomat olmanın ötesinde, büyük bir kültür devrimcisi ve gerçek medeni bir ‘rafine sanatsever’, mükemmelliyete erişmiş bir ‘Aydınlanma Dehası’dır. Hayatının her noktası ve vücudunun her zerresiyle Atatürk ömrü boyunca her fırsatta sanata ve sanatçıya yakınlığını en açık şekilde ortaya koymuştur. 1919'da Ankara'da yerleştiği bağ köşkünün oturma odasında Molteke'nin alçıdan bir büstü ve Bonaparte'ın aynı büyüklükte yarım bir heykeli vardır. Kendisi cephede bile her fırsatta Alphonse Daudet, Rousseau ve Tevfik Fikret gibi birçok Türk ve yabancı yazarı okuyacak kadar kendini edebiyatla ve kitaplarla geliştirmeye açık tutmuştur. Ayrıca, hangi zor şartlar içinde yaşarsa yaşasın, Mustafa Kemal daima bulunduğu ortamın en şık giyinen insanı olmuştur. Adeta bir moda tasarımcısı veya bir karizmatik manken gibi iddialı ve temiz giysilerini taşır. [2]
Sürekli olarak kütüphanesi ve ansiklopedileri, dil kitapları ile kendini geliştirmesi, dansı ve güzel içkileri, sohbeti sevmesi onu bir yaşam artisti haline getirmektedir. Paris, Berlin, Viyana ve Sofia'da bulunmuş olmak, ileri uygar toplumların yaşayış stilini yakından görmek, Mustafa Kemal'de büyük bir imrenmeyle beraber, bu toplumların seviyesini Türkiye'de aşma arzusu yaratmıştır.

Dolayısıyla Alman şehirci Jantsen'i getirterek Ankara'ya çağdaş bir görünüm veren M. Kemal, ayrıca daha Cumhuriyet’in ilanından bile önce, 1 Mart 1923'de bu konuda hedeflerini ortaya koymuştur: “Vatanın önemli merkezlerinde modern kitaplıklar, konservatuvarlar, müzeler, güzel sanatlar sergileri kurmak, bütün ülkeyi basımevleri ile donatmak”.
Bu önemli karar lafta kalmadı ve uygulamaya hemen geçildi. Sonucunda da 1923'de Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi kuruldu, bunu Antalya, Bursa ve Edirne Arkeoloji müzeleri izledi. 1 Nisan 1924, Topkapı Sarayı eşyaları ile müzeye çevrildi. 24 Kasım 1934'de Ayasofya, 1925'de Eski Şark Eserleri Müzesi, 1926'da Konya Mevlana, Tokat, Amasra ve Sinop Müzeleri, 1927'de İslam Eserleri Müzesi, İzmir, Sivas, 1929'da Kayseri, 1931'de Afyon Müzesi, 1934'de Efes, Diyarbakır, 1935'de Manisa, Silifke, Isparta, 1937'de Dolmabahçe Sarayı'nın bir bölümü Resim ve Heykel Müzesi olarak düzenlendi.
Oldukça tutucu bir yapıda olan o günkü toplum yapısını çağdaşlaştırmaya gayret ettiği günlerde, ilk meclisinde bir hoca mebus “Bu asri kelimesi ne demektir?” diye sorunca, reis yerinde bulunan Mustafa Kemal “Adam olmak demektir hocam, adam olmak” der.

Birçok ressamla tanışmış, onlarla yakın dostluklar kurmuştur. “Büyük Sanatçı” olarak nitelediği İbrahim Çallı'yı defalarca sofrasına davet etmiştir. Mihri Müşfik hanım ise, en sevdiği portresini yapan ressamdır.
M. Kemal sanatçının neyi nasıl yapması veya yapmaması konusunda hiçbir baskı veya tavır koymaz. Onun kafasındaki sanatçı, tabii ki dokunulmazlığı olan ve her şeyden önce özgür olan bir yapıdadır. Bir istisna anektodu ise şudur: Bir Yunanlı'nın göğsüne süngüsünü saplayan Mehmetçik'i betimleyen bir tablonun kendisine gönderilmesi üzerine “Kapatın ve kaldırın şunu… Ne iğrenç bir manzara, gönderenin şaşarım aklı perişanına” diye tepki gösterir.
O bir sanat eserinin bile uluslararası dostluklara ve barış kavramına karşı gelmesine müsamaha gösteremeyecek kadar temiz ve tutarlı bir çizgide kalacaktır.

Cumhuriyet’in 10. Yılı’nda Anadolu'ya “Yurt Gezileri” adı altında ressamlar gönderilir. Yapılan resimler, Ulus'ta 1947 yılında yanan Eski Maarif Vekaleti binasının çatı katında “Türk İnkılap Sergisi” adı altında sergilenir. Açılışı bizzat kendi yapar. Saatlerce sergide kalır. Tüm resimleri dikkatle inceler. Sergide Çallı İbrahim de vardır. O'na “Efe hiç böyle örtü üzerine oturur mu” ya da “Nerede bu üçünün (efelerin) atları?” gibi sorular yöneltir. Aslında sanatçıların işlerine hiç karışmaz.[3] Amaç, onların şevkle çalışmasıdır. Sergilerdeki yapıtların alınması için çevresine önerilerde bulunur.
O'nun yarattığı yeni Ankara, sanatçıların uğrağı olur ve sonunda 1929'lardan bu yana bu yeni bozkır kentine yerleşmeye başlarlar.[4] Atölyelerin harıl harıl çalıştığı görülür. Yabancı heykelciler de çağrılır.[5] Yarışmalar düzenlenir. Binalara sanat yapıtları girmeye başlar. Cadde ve meydanların heykellerle donandığı görülür. Sanat sergileri başkentte birbirini izler.
Bütçesi 198 milyon iken, 1927'de 4. Ankara Sergisi'nde “Maarif Vekaleti”nin aldığı 34 tablo karşılığı 2300 TL. ödenmiştir. Bugünkü bütçeyle oranlarsak 2 trilyon eder. Ülke, savaştan çıkalı henüz 5 yıl olmuştur.[6] Bunu günümüzün sanata ve sanatçıya tek kuruşluk bir katkı yapmaktan kaçmak için olmadık kılıflara bürünen çağdaş (!) devlet anlayışı ile Büyük Önder'in tavrını kıyaslayabilir misiniz?

Atatürk'ün özel ilgi alanlarından birisi de arkeoloji olmuştur. Türk kültür varlıklarının kazılarla gün ışığına çıkarılması, korunup sergilenmesine, tarih için bir belge olarak kullanılmasına büyük önem vermiştir.[7] Alacahöyük, Eti Yokuşu gibi kazılara bizzat katılmış, tiyatro, müzik, Karagöz, halkoyunları gibi güzel sanatların bütün alanlarıyla yakından ilgilenmiştir.
Tiyatroya ve sinemaya verdiği önem de son nefesini verdiği yıla kadar hep gündeminde kalmıştır. Muhsin Ertuğrul, Bedia Muvahhit gibi isimlerin birçok oyununu takip eden Atatürk, sinemanın da parlak geleceğini keskin zekasıyla en başında tespit etmiştir:
“Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini tanımalarını, sevmelerini temin edecektir. Sinema, insanlar arasındaki görüş ve düşünüş farklarını silecek; insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz…”
Cumhuriyet’in kurulduğu yıl, 1923'de Bursa'da yaptığı bir konuşmada, kelimelerin üstüne basa basa heykelin ülkenin sanatla olan ilişkisindeki yerini vurgulamış, dinimizin canlı tasvir yapmaya ve heykel dikmeye karşı olduğunu öne sürenlerin yanılgı içinde bulunduğunu vurgulamıştır:
“Dünyada medeni, ileri ve olgun olmak isteyen herhangi bir ulus, mutlaka heykel yapacak ve heykeltraş yetiştirecektir. Anıtların şuraya buraya tarihi anılar olarak dikilmesinin dine aykırı olduğunu iddia edenler, din hükümlerini gerektiği gibi araştırıp incelememiş olanlardır. Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki heykel yapmaz, fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli o ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki ulusumuz, gerçek araçlarıyla ve ileri olmaya layıktır ve olacaktır” tezini büyük bir ustalık ve ciddiyetle ortaya koyan Atatürk, fikir hareketlerini sistemleştirmiş ve sanatı başlıca görevleri arasına almıştır.

3 Mart 1924'de çıkarılan üç yasayla (Halifeliğin kaldırılması, Din işleri ve Evkaf Başkanlığı'nın kaldırılması, Eğitim ve Öğretim Birliği) ulusun önünü açan M. Kemal'in girişimleriyle, 1931'de Türk Tarih Kurumu, 1932'de Türk Dil Kurumu kuruldu. Üniversite reformu 1933'da yapıldıktan sonra 1936'da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi ve Devlet Konservatuvarı da hayata geçebildiler.
Bu 1924 tarihli üçlü yasanın en önemlisi “Tevhid-i Tedrisat” yani “öğretmi birleştirme” yasasıydı. Mustafa Kemal eğitim için “Eğitimdir ki bu ulusu ya özgür, bağımsız, ünlü ve yüce bir toplum olarak yaşatır, ya da tutsaklığa sürükler” demişti. Özellikle Hasan Âli Yücel'in bakanlığı döneminde eğitimde birçok hamle yapıldı. 17 Nisan 1940'da Köy Enstitüleri Yasası devreye girdi. Ülke, 21 eğitim bölgesine ayrıldı ve biner öğrencilik yatakhaneli, eğitim, kültür ve sporu ön plana çıkaran aydınlık siteleri kurulmuş oldu. Köy Enstitüleri ve Halkevleri genç Cumhuriyet’in yüz akı oldular. Edebiyat, resim, folklor, el işleri ve her türlü sanatsal faaliyet yurdun her noktasından başlayarak vatandaşların buluşup beraberce kendilerini geliştirebildikleri kültürel kozalar haline geldi.
Şayet Köy Enstitüleri ve Halkevleri büyüyerek varlıklarını sürdürebilselerdi bugün çağdaş sanat, jazz, klasik müzik, dünya edebiyatı gibi konular herhalde 3-5 milyonun değil, 30-40 milyonun ilgi alanı içine girerdi. Türkiye'nin yetiştirdiği dünyaca ünlü sanatçı sayısı çok daha fazla olurdu. Ve toplum bugün olduğu gibi medyanın dayattığı yoz bir kültür anlayışına esir düşmezdi.
İstememesine karşın kendi heykellerinin dikilmesine izin vermesi, heykel ve resim yapmanın günah olduğu düşüncesindeki bir toplumun yaşamına sanatı sokma amaçlarından biri olarak değerlendirilmelidir.[8] O tutucu ortamda meydanlara anıt diktirebilmenin anlamını, heykellerin kırıldığı ve kaldırıldığı, sanatın içine tükürenlerin ülkeyi idare eder duruma geçtiği bugünkü ortamda daha iyi kavrayabiliyoruz.

Ne de olsa sonuçta sanatla ilgili en meşhur sözleri, “Efendiler, herkes mebus olabilir, başvekil olabilir ve hatta reisicumhur olabilir ama sanatkar olamaz, sanatkar el öpmez, eli öpülür” “Sanatkar, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hissedendir” ve “Sanattan uzaklaşmış bir toplumun en önemli hayat damarlarından biri kopmuştur” gibi iddialı olanlardır.
Tutuculuğu yenmek için kendi karizmatik görüntüsünü “kullanıma açmaya” izin verecekse, bu fazlasıyla değer ve “amacına hizmet eden” bir ödündür!
Umalım ki 21. yüzyıldan itibaren bu ülke, artık geçen yüzyılda başaramadıklarının acısını içinde taşıyarak sanata hizmet etmeyi gerçek anlamda içinde hissederek sorumluluk alan yeni devlet adamlarıyla tanışsın.
Yine umalım ki, sahte demokrasi yorumlarıyla Mustafa Kemal'e sinsi düşmanlıklar planlayan kimi medyatik yazarlar çizerler de bugün sanat ve yazın alanında kullandıkları tüm özgürlükleri büyük öndere borçlu olduklarını anlasınlar ve şer odaklarının küçük maşaları olmaktan vazgeçsinler.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Resim A.B.D.  Grafik A.S.A. 2005



Çevrimdışı carra

  • Aktif Üye
  • **
  • İleti: 124
  • Karizma Puanı: 60
Ynt: Atatürk ve Sanat
« Yanıtla #1 : 08 Şubat 2011, 22:01:25 »
Atatürk ve Sanat

Atatürk'ün sanat,sanatçı ve sanatı var eden ortam üstüne düşünceleri:

1)Bir millet sanat sanatçıdan yoksunsa tam bir hayata sahip olamaz.

2)Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlından biri kopmuş demektir.

3)Hepimiz milletvekili olabilirsiniz...Bakan olabilirsiniz...Hatta cumhurbaşkanı olabilrsiniz...Fakat sanatçı olamazsınız.

4)Sanatçıitoplu mda uzun çabalardan sonra alnında ışığı hisseden ilk kişidir

5)Yüjsej bir insan topluluğu olan Türk milletinin tarihsel bir netiliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir.

6)Bir millet ki resim yapamaz,bir millet ki heykel yapamaz ,bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapamaz;o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.

7)Dünyada uygarlığa ulaşmak,ilerlemek,gelişmek isteyen her millet ister istemez heykel yapacak ve heykelci yetiştirecektir.

8)Müzil hayattır.Müzikle ilgisi olmayan yaratıklar insan değildir.

9)Memleketler çeşitlidir fakat uygarlık birdir.

10)Amacımız,çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve onu aşmaktır.

11)Uygarlığın emrettiğini ve istediğini yapmaki,insanlık için elverir.

12)Eğitim bir milleti ya özgür,bağımsız,şanlı,yüksek bir toplum haline getirir,ya da köleliğe ve yoksulluğa sürükler

13)Bir millete şerefin,haysiyetin,namusun ve insanlığın doğup yaşayabilmesi,o milletin özgürlük ve bağımsızlığa sahip olmasına bağlıdır.

14)Her ilerleme ve kurtuluşun anası özgürlüktür.

 

 

 

Bizler, ulu önder ATATÜRK' ün "YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ” prensibini yaşam felsefesi haline getirmiş olan Türk ulusunun, birlik ve bütünlüğünü gözeten eğitmenleriyiz. Atatürk İlke ve Devrimleri doğrultusunda ulusal birliğimizin korunması, laik, demokratik Cumhuriyetin yaşatılması ve çağdaş ülkeler düzeyine çıkartılması için var gücümüz ile çalışmaya, birlik ve beraberlik ruhu içinde ulusça var olma mücadelesi verdiğimiz Kurtuluş Savaşı sırasında, Cumhuriyetin kuruluşu aşamasında ve sonrasında ulusal bütünlüğümüzü bozmaya yönelik iç ve dış güçlerin tezgahladığı oyunlara benzer geleceğimize yönelik her türlü bölücü eyleme karşı  etkin  şekilde savaşıma kararlıyız.
 

Amerika’ya kaptırdığımız 100 lerce resim, Bir çok sanat eseri gibi bize ait ama orada muhafaza ediliyor malesef
 

Çevrimdışı emin

  • Uzman
  • *****
  • İleti: 3.183
  • Karizma Puanı: 1096
Ynt: Atatürk ve Sanat
« Yanıtla #2 : 10 Şubat 2011, 18:43:54 »
Teşekkürler ömer öğretmenim..+1..
ayrıca güzel paylaşımınızdan dolayı sizede +1.. carra..

Çevrimdışı dbhi

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.078
  • Karizma Puanı: 2256
  • Dünyaya karşı nazik olun...
    • http://alanay-alanaysblog.blogspot.com/
Ynt: Atatürk ve Sanat
« Yanıtla #3 : 10 Şubat 2011, 18:48:16 »
ömer beye ve carraya teşekkürler bu anlamlı ve güzel paylaşımlar için...:+1 her ikinizde
İyi ki gökyüzünde yıldızlar,Çiçekler şükür ki yeryüzünde...Yoksa kimbilir ne zahmetle toplayabilirdik onları renk renk...Kimbilir nasıl getirilirdi gökyüzünden , sevdiklerimize götürülecek çiçekler!

Çevrimdışı asumanvedat

  • asuman
  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 5.334
  • Karizma Puanı: 1069
Ynt: Atatürk ve Sanat
« Yanıtla #4 : 10 Şubat 2011, 19:28:40 »
binlerce teşekkürler.......ÖMER BEY.......+1

Çevrimdışı asumanvedat

  • asuman
  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 5.334
  • Karizma Puanı: 1069
Ynt: Atatürk ve Sanat
« Yanıtla #5 : 10 Şubat 2011, 19:29:13 »
binlerce teşekkürler CARRA+1......