Gönderen Konu: Sanatın Toplumsal Yaşama Etkisi  (Okunma sayısı 44876 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı lüƃǝşʎɐ

  • Ayşe+:)
  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 3.608
  • Karizma Puanı: 1293
Sanatın Toplumsal Yaşama Etkisi
« : 09 Haziran 2008, 13:50:39 »

SANATIN TOPLUMSAL YAŞAMA ETKİSİ

Konuyu çeşitli sanat dalları açısından ele alacağız.

A.  Edebiyat ve Toplum

Edebiyat, bir sosyologu, toplumu etkileme, insanlar üzerindeki etkileri araştırma açısından ilgilendirir. Sanat sosyolojisinde "Edebiyat Sosyolojisi" adı altında ayrı bir dal oluşmuştur. Bu dal, edebiyatın toplumsal yönünü, yani edebiyat ile toplumsal yaşam arasındaki karşılıklı ilişkileri inceler. Edebiyat nedir öyleyse? Edebiyat, söz ve yazı biçimini almış bir yaşantı ve yaşantılaşmış sözlü ya da yazılı bir anlatım biçimidir. Sosyolojik açıdan edebiyat, bir toplumsal olgudur ve toplumda varlığını sürdürür. Ayrıca, yazarlar, kitaplar,basın-yayın-dağıtım kuram ve örgütleriyle okuyucu gruplarından oluşan dört boyutlu bir ilişkiler ağına dayanarak var olduğu için de toplumsal bir olgudur. Edebiyatın çok çeşitli dallan vardır. Bunlardan birkaç tanesini ele alalım.
 
Şiir

Tüm uluslar için edebiyat, şiirle başlar. Şiir, başlangıç dönemlerinde bir tür büyü ve tapınma aracı olarak kullanılmıştır. Şiirler zaman içinde gelişerek doğaüstü güçlere karşı övgüler ya da tanrılara yöneltilen dualar biçimine dönüşmüşlerdir. Önce, sözlü edebiyat dönemi yaşanmış, daha sonra yazılı biçime dönüşmüştür.

Tanrılara övgüden sonra, kahramanlara övgülerle şiirler gelişmiştir. Topluluklar önünde uzun kahramanlık öykülerine yer verilmiştir. Böylece hem halk kitlelerine hem de seçkin azınlıklara seslenilmiştir. Ayrıca, şiirle toplum arasında bir ilişki doğmuştur. Toplum şiire, şiir de topluma esin kaynağı olmuş, karşılıklı olarak birbirlerini yüceltmişlerdir. Kuşkusuz bu ilişki, belli bir dönem için olmayıp her zaman geçerlidir. Homeros'un İlyada'sını, Dede Korkut Destanı'nı anımsarsak, bunların her zaman okunan yapıtlar olduğunu anlarız. Başlangıçtaki dinsel ağırlıklı şiirlerden sonra, insan soyunun yeryüzündeki serüvenleri, ulusların büyüklüğü ve kahramanlıkları vb. konulu şiirler ortaya çıkmıştır. Orta Çağın sonlarına değin şiir, gezgin ozanlarca yaygınlaştırılmıştır. Sözlü edebiyat dönemi bu çağda kapandı. Daha sonraki yüzyılda yazılı şiir dönemi başladı. Fakat sözlü şiir yine sürdü. Matbaanın bulunuşundan sonra yazılı şiir ön plâna çıkmıştır. Artık okur yazar insanlar şiir okumaya başladılar. Bu yoldan şiirin toplum üzerindeki etki alam daralmış oldu. Böylece birçok ülkede "dram" denen yeni bir sanat türü ortaya çıktı. Şiir, bu yoldan nesnelleştirildi ve eylem durumuna getirildi. Antik Yunan'daki gelişmesini izlediğimizde, dramın okur yazar olmayan geniş halk kuleleriyle şiir arasında yeni bir bağ kurduğunu görmekteyiz. Bu dönemde şiir, dram yoluyla yeni baştan kitlelere ulaşmaya başladı. Günümüze yaklaştıkça şiirin toplum üzerindeki etki alam daralmıştır. Bu sırada şiir, iki yeni gelişim çizgisinde varlığım sürdürmüştür. Bunlardan birisi, şiirin insansallaşması, diğeri ise şiirin insandan kopuşudur.

Birincisinde şiir, bireyin ve toplumun çıkarlarıyla doğrudan ilişkilidir. Daha çok insana yöneliktir. Lirik şiir bu yaklaşımın anlatımıdır. Dünya şiiri Rönesansla birlikte inşam konu edinmeye başladı. Çünkü Rönesansla birlikte insan, dinsel baskılardan kurtulmuş, özgür düşünceyi ve düşündüğünü dile getirmeyi bir gereklilik olarak görmeye başlamıştır. Bu değişimin arka plânında matbaanın bulunuşu ve yaygınlaşması, ulusal dillerin hızla gelişmesi, bilimlerin felsefe karşısında bağımsızlaşması ve yeni araştırma doğrultularının ortaya çıkması gibi çeşitli etkenler söz konusudur. Bu yükseliş, 19. yüzyılın ikinci yansına değin sürmüştür. Bu bağlamda şiir, duygu dolu sorunların işlendiği, dünyayı ve inşam olduğu gibi ele alan, basit ve sıradan olanı ön plâna çıkaran niteliğiyle tüm toplumlarda yaygınlaşmıştır.

"Saf şiir" kuramı ise birinci yaklaşıma tepki olarak doğmuştur. Bu anlayışta şiir, yasanım ve yeryüzünün gerçeklerinden soyutlanmaya çalışılmıştır. Böylece şiir, sınırlı bir azınlığın sanatı hâline dönüşmüştür. Bu kuramın temsilcileri, Edgar Allan Poe, Baudelaire, Mallarmé, Paul Valéry ve Bremond'dur.

Poe'ya göre, gerçeği şiirin konusu sanmak bir yanılgıdır. Şiirle gerçek arasında hiçbir bağ yoktur. Şiir, her zaman için gerçeğe de akla da sırt çevirebilir. Şiiri, yansıttığı gerçeklerle değerlendirmek budalalıktır.

Bremond'a göre ise gerçek şair, olağan sayılabilecek her şeyi bir yana bırakmak, akıl yoluyla biçimlendirilmiş şiire sırt çevirmek ve bulanıklaşmayacak saflıkta bir şiir yapısına erişmelidir. Daima belli bir şeyi dile getiren şiir, şiir değildir.

Saf şiir, insana ve gerçekliğe ilişkin konulan bir yana bırakır. İnsandan kopukluğu nedeniyle her toplumda ancak sınırlı sayıdaki kişiyi ilgilendirmektedir. Bu tür şiir, geniş bir toplumsal etki yaratmamıştır. İlk toplumsal etkisi, dar bir kesimde mistik bir totomun yaygınlaşmasına neden olmasıdır.

Saf şiirin ikinci toplumsal etkisi ise sanata ilişkin değerlendirmelerin değişmesidir. Önceleri, ün kazanmak için sanat değeri taşıyan yapıtlar ortaya koymak gerekirken bu yeni durumda yalnızca şaşkınlık ve merak uyandırmak yeterlidir.

Roman

Sosyolojik açıdan roman; düşsel, gerçek, olanaklı ya da olanak dışı, az ya da çok önemli ya da tümüyle önemsiz olgular ve olayların düz yazıyla aktarılan öyküsüdür. Bu tanım, geleneksel roman anlayışıdır. Yeni roman anlayışında ise artık çizgisel ve kronolojik bir sıra izlenmemekte, kişilerin bilincinden yansıyan zaman ve uzam kavranılan bir yana bırakılmaktadır.

Romanın topluma etkisine gelince, her romanın aynı etkiyi yapmadığım, ancak, benzer türlerin niteliklerini taşıyan romanların benzer etkiler uyandırdıklarını görürüz. Bu nedenle romanları şöyle sınıflayabiliriz:

a.   Salt sanatsal kaygı taşıyan romanlar (Bu romanların etki çevresi, seçkinlerin oluşturduğu azınlıktır.)
b.   Edebî romanlar (Bunların etki çevresi, toplumlardaki seçkin azınlığa dahil olmayan aydın çevresidir.)
c.   Yan aydın tabakayı amaçlayan edebî romanlar (Bunların etki çevresi, aydın tabaka ile kitle arasında yer alan yarı aydın kesimdir.)
d.   Sanat kaygısı taşımayan romanlar (Bu tür romanların etki çevresi kitleler, eğitimsiz yetişkinler, bazı gençler
ve çocuklardan oluşan çevredir.)


Birinci gruptaki romanlara örnek olarak Proust, Joyce ve Faulkner gibi yazarların romanlarını sayabiliriz. Bu romanlarını temel özelliği, estetik amaçlara yönelmeleri ve estetik kaygılarla biçimlenmiş olmalarıdır. Onların etki çevresi, her toplumun en sınırlı kesimini oluşturan kültür seçkinleri çevresidir.

İkinci gruptakiler arasında Floubert, Balzac, Zola, Dostoyevski ve Tolstoy vb. yazarların romanları gelir. Bu gruba girecek Türk romancıları arasında Yaşar Kemal, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Oğuz Atay ve Orhan Pamuk sayılabilir. Söz konusu romanların etki çevrelerini oluşturan aydın kesim her toplumsal yapıda kültür seçkinlerinden daha altta olmakla birlikte, akademik kültüre ve estetik duyarlığa sahip daha geniş bir gruptur. Bu tür romanlar, yan aydın çevrelere bile kapalıdırlar.

Üçüncü grup romanlar, basit ve kolay anlaşılır bir dille çeşitli duygu çatışmalarını dehşet ve merak uyandıran öyküleri eylem ağırlıklı olarak ele alan romanlardır. Altın kitaplar, pembe diziler, çeşitli tefrika romanlar bu gruba örnektirler. Bunlarda eğlendirme amacı ön plâna çıktığı için okurları çok sıradan olup toplumdaki etki çevreleri de çok geniştir.

Dördüncü grup romanlar, sanatsal değeri olmayan yapıtlardır. Örnek olarak ucuz serüven romanları, çeşitli resimli romanlar sayılabilir. Bunların etki çevresi, çocuklar, gençler ve okuma yazma bilmeyenlerden oluştuğu için, sayıca çok fazla ve etkilenmesi kolay bir çevredir.

Görüldüğü gibi, tüm romanlar, toplum üzerinde aynı etkiyi yapmamaktadır. Bir romanın toplumsal etkisini belirleyen çeşitli etmenler şunlardır:

1)   İç Etmenler
a)   Yazarın ünü
b)   Üslûbu
c)   Dili
d)   Öykünün güncelliği
e)   Toplumsallığı
2)   Dış Etmenler
f)   Toplumsal tabakaların kapsamı ve bilgi zenginliği
g)   Romanın dahil olduğu ulusal edebiyatın uluslar arası saygınlığı
h)   Baskılarının uygunluğu


Birçok araştırmacıya göre yüksek sanat değeri taşıyan romanlar, kültür seçkinleri ve aydınlarca okunmakta fakat bunların bazılarında toplumsal açıdan olumsuz yönler de bulunmaktadır. Bu tür romanlar ya açıkça ya da dolaylı olarak toplumların ahlaksal temellerini sarsmakta ve zayıflatmaktadır. Bunlar arasında nihilizmi (hiççiliği), ahlâk dışılığı ve sınıf düşmanlığım öne çıkaran, şiddet ve başkaldırıyı öven, insanın iç güdüsel yanını vurgulayan, tutkuların ardından gitmeyi öğütleyen romanlar, toplumu olumsuz etkilemekte, toplumsal değerlere zarar vermektedir.

Eğitimsiz yetişkinlere, çocuk ve gençlere yönelik romanların toplumsal etkileri ise karmaşıktır. Olumsuz kahraman kişiliğinde sahtekârlık, ihanet, şehvet gibi çeşitli tutum ve değerlere yer verilirken, olumlu kahramanın kişiliğinde, toplumun geçerli ahlâk yapısı ve insanî değerleri yüceltilir.

B. Tiyatro ve Toplum

Bir arada, topluca yaşayan insanların yine topluca katıldıkları bir anlatım aracı olan tiyatronun toplumsal etkisi oldukça fazladır. Tiyatro; edebiyatı, sahnelemeyi ve dramı bir araya getiren karmaşık bir bütünlüğü ifade eder. Ayrıca, düşünme biçimleri ve kültür düzeyleri farklı bireyler ve toplumsal gruplara açık bir sanattır. Bu özellikleri nedeniyle tiyatro toplumda etkindir, başlı başına bir toplum olayıdır.

Tiyatronun toplumsal etkileri, zaman içinde belli bir gelişim göstermiştir. Kimi zaman etkisi azalmış, kimi zaman artmıştır. Bu etki, ülkelere göre de değişiklik göstermektedir.

Batı kültürü açısından değerlendirildiğinde, dramatik sanatın tümüyle dinsel kökenli olduğu görülür.

İlk tiyatro M.Ö. 500'de Akropol'un eteğinde kurulmuştur. Bu yapı, sahne olarak kullanılan bir plâtformun karşısında yarım daire olarak sıralanan merdiven biçimindeki taş sıralardan oluşur. Bu ilk döneminde tiyatro Baküs (Dionysos - şarap tanrısı) adına düzenlenmiş resmi, dinsel bir tören niteliğindedir. İlk çağda din, efsane, sanatçı ve edebiyatta bir yer tutar. İşlevi ise dinsel duyguları koruyup güçlendirmek ve ulusal birliğe katkıda bulunmaktır.

Tiyatro tarihinin ikinci dönemi ise etkileri açısından günümüz tiyatrosuna kadar uzanan dönemdir. Sophokles, Euripides gibi ünlü yazarlar bu dönemde yer almıştır. Toplumdaki gelenek ve göreneklerin yanı sıra ahlâk yapısı da tiyatronun etkisine girmiştir.

18.   yüzyıldan bu yana, tiyatronun eski mistik alanlardan uzaklaştığı görülür. Bu süreçte kültürel tiyatro ve  popüler tiyatro anlayışı ortaya çıkmıştır. Toplumsal etki çevreleri açısından değerlendirildiğinde kültürel tiyatro, toplumun üst ve orta tabakalarına yöneliktir. Çünkü bu tiyatro ile estetik bir ilişki kurabilmek, ileri düzeyde bir eğitimi gerektirir. Çeşitli yazarlar, tiyatro yoluyla halkı özgürlük için savaşa çağırmış, belirli toplumsal tabakaların gülünçlüklerini ortaya koymuş, erdemsizlikler ve kötü alışkanlıkları sergilemiş, ahlaksal, siyasal konulan işlemiş, yani halkı eğitmiştir. Tiyatro halk eğitim aracı olmuştur. Tiyatronun topluma etkisi, onun bir eğitim aracı olma biçiminde ortaya çıkmıştır. Özetle, tiyatronun işlevi "eğitim" olmuştur.

Popüler tiyatro ise özellikle eğlendirici nitelikte olmuştur. Tiyatronun yaygınlaşmasında bu tiyatronun büyük rolü olmuştur. 19. yüzyılın ortalarından bu yana natüralizmin etkisiyle tiyatroda toplumsal gerçekliğin ön plâna çıktığım görürüz.

19.   yüzyıldan günümüze değin gelişimine bakarsak bu dönemde onun pazarla ilişkili bir meta durumuna
dönüşmesinden, önceki dönemlerde olduğu gibi kesin eğilimler taşımamasından ve çok tabakalı bir yapı
kazanmış olmasından söz edilebilir. Günümüzde tiyatro, yazarın tutumuna göre rol oynamaktadır. Tiyatro ya
gerçekçi ya simgesel ya da düşseldir. Deneme Sahneleri ya da Oda Tiyatrolarında özellikle estetik nitelik taşıyan
kültürel tiyatro anlayışı egemendir. Ticarî amaçların öne çıktığı komedi ve müzikaller, popüler tiyatroyu yansıtır.
Popüler tiyatronun temel amacı, seyircinin seyretmek istediği şeyi ona vermek ve bu yolla kazanç elde etmektir.
Kültürel tiyatronun amacı ise toplumun beğenisini, değer yargılarını değiştirmek ve geliştirmektir.

C. Dans ve Toplum

Dans, estetik ve estetik dışı olarak ikiye ayrılabilir. Estetik dışı dans, sadece eğlenmek için yapılır. Estetik dans olan bale ise artistik yaratma gücünün ürünüdür. Müzik eştiğinde sahnede icra edilir. Pantomim özelliği vardır, anlamlı ve simgeseldir. Gözleri ve dokunma duyularını harekete geçirir, duyarlıklarını artırır.



Bir başka dans türü de halk dansıdır. Belli bir toplumun tarihini, gelenek ve göreneklerini, yerel giysiler, hareketler ve renklerle yansıtır. Dünyanın her yerinde birbirinden farklı özellikler gösterir. Türk, Alman, Fransız, İtalyan halk dansları birbirinden farklıdır. Bu farklılık, kültür ve ulusal karaktere dayanır.



D.   Müzik ve Toplum

İlkel toplumlarda ve bazı eski kültürlerde bir ekip hâlinde yapılacak işlerin, genellikle müzik eşliğinde gerçekleştiğini görmekteyiz. Çünkü bedensel çalışma sırasında müziğin ritmi, bedensel hareketlerin ritmini düzenleyerek yapılan işi hafifletmektedir. Uygun bir müzik, insana daha düzenli, daha içten ve daha canlı bir çalışma ortamı sağlamaktadır. Müzik insan üzerinde mekanik bir etki yapmaktadır. Volga gemicileri bu konuda bir örnektir. Omuzlarındaki kaim halatlara bağlı gemileri Volga nehrinin bir ucundan öbür ucuna çekmeye çalışan mahkûmlar bir yandan da koro hâlinde şarkı söylemektedirler. Bu şarkılarda hem yakınma hem de bedensel yorgunluğu hafifleten bir avuntu söz konusudur.

Müziğin, insanın çalışması üzerinde olumlu etkisi olduğu bugün de kabul edilmektedir. Özellikle fabrikalarda, bankalarda, çeşitli devlet daireleri ve özel kurumlarda tek düze bir çalışma ile gerçekleştirilen seri üretim sırasında müzik yayım yapılmaktadır. Bedensel yorgunluğu gidermekte müzikten yararlanılmaktadır. Demek ki müzik, insan bedenini etkilediği gibi insanın iç dünyasını da etkilemektedir.

İlkel toplumlarda müzik, büyücüler tarafından büyücülük gücünü artıran bir araç olarak kullanılır. Çağdaş tıpta da müzikten tedavi amaçlı olarak yararlanılmaktadır. Osmanlılar döneminde müzikle tedavinin yaygın olarak kullanıldığını bilmekteyiz. Hatta, müziğin insanların ahlaksal davranışlarını da etkilediği söylenmektedir. Bu tür etkiler hem müzik türüne hem de onu dinleyen kişinin yapısına bağlı olarak ele alınabilir. Kesin olan şey, müziğin her zaman anlık bir etki, geçici bir etki yaptığıdır. Örneğin dinsel müzik, inançların daha da pekiştirilmesini sağlar, bir geçit törenindeki marşlar, insanlarda kahramanlık duygulan ve yurt sevgisi uyandırır. Fakat dinsel müziğin, bir inşam dindar, kahramanlık marşlarının da bir inşam kahraman yaptığım söyleyemeyiz. Müzik, bir insanın ne kişilik yapışım, ne de ahlâkım değiştirir. Bununla birlikte, sözle birleşmiş müzik, belirli durumlarda insanların hem davranışlarını hem de kararlarım etkileyebilir. Örneğin halk türküleri, insanların sıradan düşlerini karşılamakta, onlar hayaller ve umutlarla beslemektedir. Pop müzik, arabesk müzik, protest müzik gibi türlerle insanlara bir kısım yeni değerler aşılanmakta ya da bazı temel değerler gözden düşürülmektedir.

Bazı müzik türleri, aynı zamanda, bazı gençlik alt kültürlerinin simgesidirler. O gençlik bu müziği bir kimlik olarak da kullanır. Müzik, kültürün bir parçası olduğu için insanları birleştirici bir özelliğe de sahiptir. Aynı yörenin insanları, o yörenin müziğini dinlerler ve aralarında bağlılık dayanışma olur. Hele yurt dışında ise bu insanlar kendi müziklerini dinlemek için sanatçıların verdikleri konserlere koşarlar. Televizyon, radyodan şarkı türkü İsteklerinde bulunarak yurt hasreti ve özlem giderirler. Yaşlı kişiler, kendi zamanlarının müzik türlerini dinleyerek nostaljik duygularını canlandırır, mutludurlar,

E.   Plâstik Sanatlar ve Toplum

Plâstik sanatlar çok çeşitli olup, bunlardan resim, heykel, mimarî ve karikatürden söz edeceğiz,

a)  Resim

Resim, bir yüzey üzerinde oluşturulmuş her tür iki boyutlu kompozisyonlar oluştunna etkinliğidir. Estetik bir etki yaratma amacı vardır.

Resim, başlangıçta diğer sanatlar gibi dinsel etkiler içeren bir sanat dalı olarak ortaya çıkmıştır. En güzel örneklerinin de Hristiyan inancının yayılması ve güçlenmesine katkıda bulunduğu belirtilebilir. Resim sanatı, doğuşundan 18. yüzyıl sonuna değin Hristiyanlıkla sıkı bir ilişki içinde olmuştur. Bu ilişki, bu gün de Hristiyan ülkeleri ressamlarında sürmektedir.

Resim, Rönesansla birlikte dinin etkisinden kurtulmuş ve büyük ölçüde kilise desteğini kaybetmiştir. İsa, Meryem, aziz ve azizeler yerine insanın ve günlük yaşamdaki olayların işlenmeye başlanması ile resim sanatı kitlelerden uzaklaşmış ve bireye yönelik bir sanat durumuna dönüşmüştür. Her tablo, biriciktir; her zaman belli ve özel bir mekânla sınırlıdır. Örneğin, bir zengin evindeki tablonun sanat çevresi sınırlıdır ve o zengin ailenin dostlan çevresinde etkilidir; ya da bir müzedeki tablonun sanat çevresi de sadece o müzeyi gezenlerden oluşur. Fakat, resim sanatındaki bu sınırlılığı aşabilen yeni bir gelişme olmuştur. O da "reproduction" dediğimiz "yemden üretim" olgusudur.

Bu yeniden üretilmiş tablolar, kuşkusuz asıllarının yerini tutmamakta, seyircide asıllarının yarattığı heyecanı uyandırmamaktadır. Fakat bu kopya tablolar, sanatsal açıdan büyük bir değer taşımamakla birlikte,sosyolojik açıdan önemli olmuştur. Çünkü bu tablolar geniş kitlelere yayılarak sokaktaki insanların resim sanatım sevmelerine yol açmıştır. Bu insanlar estetik bir duyguyu tanıma ve tatma olanağı bulmuşlardır.

Resmin kopyasının ya da aslının seyirci üzerindeki etkisi anlıktır, süreklilik göstermez. Etki, eser gözler önündeyken, seyredilirken kendini gösterir. Fakat resim sanatının en yüce örnekleri bile bireyin kişisel davranışını etkilemez. İnsan davranışını etkilemeyi amaçlayan resim türleri de yok değil. Örneğin "politik resim" türleri bu niteliktedir. Bu konuda bazı örnekler olarak şunlar verilebilir: Delacroix'mn "Hürriyet Halkı Yönetiyor"u (Halka Önderlik Eden Özgürlük), Franz Von Stuck'un "Savaş"ı, Picasso'nun "Guernicâ'sı gibi. Bu resimlerin tümünün içeriği, siyasal iktidarların acımasızlığına ve savaşa karşı bir başkaldırı çağrısıdır. "Duvar resimleri" de bir başka türdür. Önceleri, mağara duvarlarında, firavun mezarlarında ve eski kültürlerin kutsal yapılarında yer alıyorlardı. Bu resim türünün ünlü örnekleri arasında, Rafaello'in Vatikan kilisesindeki duvar resimleri, Correggio'nun Parma kilisesinin kubbe iç düzeyindeki, Michelangelo'nun Sixtina Kilisesinin tavan ve doğu duvarı resimleri yer alır.

Günümüz batı dünyasında yaygın duvar resimleri, toplumsal yaşamı yansıtmakta ve büyük bir toplumsal etkiye sahip olmaktadır.

b)   Yontu (Heykel)

Bu sanatın başlangıcı sayılan ilk yapıtlar, taş devrine ait küçük, çıplak kadın ana tanrıça heykelcikleridir. Bu heykelcikler doğurganlığı simgeler. Ay m heykelcikler, Mezopotamya'da kilden yapılmış biçimleriyle de bulunmuştur. Bu küçük ve taşınabilir heykelciklerin, tapınaklarda adak, kötü ruhlardan korunma aracı ya da fetiş olarak kullanıldıkları sanılmaktadır.

İlkin eski Mısır, İran, Yunanistan ve Roma İmparatorluğunda yaygınlaşan heykel, Aztek, Maya ve İnka uygarlıklarında da önem kazanmıştır. Yontuculuğun dinsel bir nedenle oluştuğu öne sürülür. Bu düşünceye göre, doğa üstü güçler karşısında kendim yetersiz ve korumasız hisseden insan yüce duygular tasarlamaya yönelmiş ve heykel de böyle bir gereksinimden doğmuştur. Bu nedenle ilk heykeller, tümüyle doğa üstü güçleri yansıtan ve simgeleyen varlıklar görünümünde idiler. Bu yontular ya kadının doğurganlığım vurgulamakta ya yöneticilerin güçlerini abartarak tanrısallaştırmakta ya da doğrudan tanrıları simgelemektedir. Yunan ve Roma yontulan da dinsel ve mitolojikti. Orta Çağda yaygın tahtadan yapılmış heykeller de dönemin dinsel inançlarıyla biçimlendirilmişti. Yunan-Roma'nın çözülmesi ile yontuculuk da geriledi. Sonradan resim, heykelin yerini aldı. Rönesansla yontuculuk yeni bir gelişme gösterdi. Ama Yunan-Roma dönemindeki üstün düzeyine çıkamadı.

Yüzyılımızda yontuculuk, kısmen yozlaşmıştır. Sayısız resim müzesi ve galerisi yanında sınırlı sayıda yontu müzesi ve galerisi vardır. Bu gün heykelcilik, bürokrasinin siparişlerini karşılayan, bu siparişlere göre çalışan, estetik kaygıların arka plâna itildiği bir sanat olmuş gibidir. Fakat bugün, ucuz ve değersiz yontular, toplumsal açıdan önemli etkiye sahip olmaya başlamıştır. Bunlar, genellikle, bir ülkenin tüm tarihi ile birlikte, tarihsel kişilikleri ve olayları da yansıtmakta ve böylece geçmişin toplumsal bilinçte canlı tutulması işlevini yerine getirmektedir. Yine, bu yoldan ulusal birlik duygusunu uyandırmakta ve yurt sevgisini pekiştirmektedir.

c)   Mimarlık

Mimarînin güzel sanatlar arasında olup olmadığı tartışma konusu olmuştur. Bir görüşe göre onu bir yapı sanatı olarak görmek, güzel sanatlar dışında tutmak gerektiği söylenir. Pratik amaçlarla yapılan bir yapıya bezeme (süsleme) öğesi katıldığı zaman, o yapıt bir mimarlık yapısı biçimine dönüşür. Ruskin'e göre mimarlık, insan tarafından tasarlanan yapıların insanın ruh sağlığım ve estetik duygulanın etkileyecek bir biçimde inşa edilmesi ve süslenmesi sanatıdır.



Mimarînin ilk ortaya çıktığı yer Mısır'dır. Karnak Amon Tapınağı, mimarînin de dinsel bir kökene bağlanabileceğini gösterir. Daha soma bütün dünyada sivil mimarînin etkisi giderek yaygınlaşmıştır. Büyük tapınaklarda bir araya gelen insanlar, belli bir toplumsal bilinci paylaşmakta, saraylar, köşkler ve yönetim binaları, hem övünç nedeni, hem de halkta büyük bir güven duygusu uyandırmaktadır. İlk mimarî yapıtlar, günümüze değin gelen kentlerin çekirdeğidir. Sanayi Devrimi, hızlı kentleşme, ticarîleşme, kitle üretimi, toplumsal hareketliliğin yoğunlaşması, göçler, mimarî açıdan yeni bir ortam oluşturmuştur. Yeni yönetim yapılan, üniversiteler, eğlence ve alış veriş merkezleri, bankalar, sinema, tiyatro, hastane, otel, resmi binalar yeni bir mimarî doku yaratmıştır. Böylece çağdaş mimarînin toplumsal etkileri çok genişlemiştir. Çünkü o, artık günümüz uygarlığının temel göstergeleri olan kendilik duygusunun ve kentsel dayanışmanın kaynağıdır.

d)  Karikatür

Karikatür, çizgiyle mizah yapma sanatıdır. Kişilerin duygu ve davranışların, görünüşlerin ve ritimlerin abartılı ifade biçimleri olarak değerlendirilebilir. Kökeni kesin olarak bilinmemekle birlikte, karikatürün ilk izlerine tarih öncesi dönemlerin mağara resimlerinde rastlanmıştır. Fakat bunlar anlam açısından farklı olup, sadece çizgi açısından karikatüre benzerdi. Günümüz karikatürünün öncüleri, Orta Çağ ve daha sonra Rönesans Döneminde görülmüştür.
Karikatür, sosyolojik değerlendirmeye göre günümüz sanayi devrimiyle ortaya çıkan yoğun ve karmaşık insan ilişkileri, dünyasallaşma, kentleşme ve bireyleşme gibi süreçlerce biçimlenen çağdaş toplumun bir ürünüdür. Ancak 18. yüzyılın sonlarına doğru çizime dayalı bir anlatım biçimi olarak kendine özgü bir yapı kazanmış ve günümüze değin gelmiştir.

Karikatür, öncelikle siyasal gruplar ve partilerce dikkati çekmiştir. Onun etkin ve önemli bir eleştiri aracı oluşu politikacıların işine yaramıştır.

Ülkemizde ilk Türk karikatürü 1867'de yayınlanmıştır. Karikatür, 1869 yılında çıkmaya başlayan Diyojen adlı mizah dergisiyle bağımsız bir yayın ortamına kavuşmuştur. Cumhuriyet Döneminde çok gelişmiş bir dal olarak karşımıza çıkmışta. Estetik açıdan değerlendirildiğinde resim ve heykelin çok gerisinde yer alır. Karikatürün kendine özgü bir sanat oluşu dikkatimizi çeker, O özellik de, yan tutucu, yâni taraflı oluşudur. Bu yönüyle resim ve heykel gibi diğer plâstik sanatlardan ayrılır. Çünkü bir ressam ya da yontucu, ele aldığı konuyu olduğu gibi, göründüğü gibi yansıtır. Yansız olmak zorundadırlar. Onu eleştirmek yerine, göz önüne serer. Oysa ki karikatürist, gördüğünü yansıtmakla yetinmez, onu eleştirir, kendi kişisel değerlendirmesini ekler. Ünlü kişileri, olayları, olguları, eleştirel bir bakışla değerlendirir, gülünçleştirir. Bu yüzden de yanlı olmak zorunda kalır.

Karikatürün başarısı, uygun toplumsal tipleştirmeler ortaya koymasına bağlıdır. Karikatür, bir sonradan görmeyi, bir bilgini, bir politikacıyı, bir bürokratı aslıyla tam bir benzeşme içinde vermez. Onu tipleştirir ve seyircinin işlenen tipi tanımasına yetecek kadarım ortaya koyar. Bu nedenle bir karikatürde konusuyla fiziksel benzeşme koşulu aranmaz.

Karikatür, toplumsal etki açısından resim ve heykelden çok daha ileridedir. Resim ve heykel, sınırlı bir azınlığa yönelik olduğu hâlde, karikatür kitlelere yöneliktir. Bu nedenle o, plâstik sanatlar içinde en yaygın ve etkin olan sanattır. Karikatürün de kendi dili vardır. Onun dili, herkesin bilebildiği çizilmiş simgelerden oluşan, kolay anlaşılan, açıklama gerektirmeyen bir dildir. Bu yüzden karikatürün sanat çevresi, diğer sanat çevrelerinden daha geniştir. Bu çevre, onunla ilgilenen ve bağlantı kuran bütün bir okur kulesidir. Ayrıca, bir karikatürü anlayabilmek ve onun taşıdığı espriyi kavrayabilmek için diğer sanatlarda söz konusu olan kültürel bir arka plâna gerek yoktur. Sadece bakmak yeterlidir. Karikatürün değişik biçimlerde yinelenme özelliği de onun etkisini artırır. Bir karikatürist, ele aldığı kişi ya da olayı, farklı tutumlar ve koşullar altında bıktırmadan yüzlerce kez çizebilir.

Karikatürlerde ele alman konuların defalarca yinelenmesi, onun toplumsal etkisinin derinleşmesine neden olur. Sık sık gözler önüne serilen gülünçlükler ve yinelenen yanlışlar, insanda yer eder. Alay konusu olan kişilerse, yavaş yavaş saygınlıklarını kaybederler. Özellikle politikacıların, bu yoldan gözden düşmeleri çok görülen bir tutumdur. Bu yüzden politikacılar, karikatüre karşı çıkarlar.

Karikatür, bir tür, toplumsal anırmaya da neden olabilir. Yöneticilerin gülünç imajları karşısında duyulan haz, halkta bir tür boşalma sağlar. Böylece onlardaki kin ve kıskançlık, tam bir hoşgörüye dönüşür. Karikatürler, bir toplumun politika ötesi olaylarını, alışkanlıklarını ve toplumsal tiplerini konu alarak bir toplumun belli bir döneminin toplumsal tarihini de aydınlatmaya katkıda bulunur. Ayrıca, ciddî ve önemli ulusal ya da uluslar arası olayları yorumlayarak, gülünçleştirerek onlarda korku ve tedirginlik uyandırmasını engellemektedir. Modaları ve çeşitli davranış biçimlerim gülünçleştiren karikatürler ise insanların yaşama sevincini arttırmakta, acılan ve güçlükleri bir ölçüde çekilir kılmakta, onlarda olumlu etkiler uyandırmaktadır.

F. Film ve Toplum

Kapitalist toplum yapısının ürünü olan yeni bir sanat dalıdır, İşleyişi, bir dizi resmin artarda gösterilerek hareketli bir görüntü sağlaması biçimindedir. Film, fotoğrafçılığın gelişmesi ve birçok buluşun bir araya gelmesiyle oluşmuştur, Belli bir yatırım sermayesini ve büyük bir grup çalışmasını gerektirir, Film sanayisinde de büyük bir sermaye, kalabalık emekçi kitlelerine ve sonuçta onu karlı kılacak tüketici zümrelere gereksinim vardır, Bir film, ortaklaşa üretilmekte ve ortaklaşa izlenmektedir, Kar amacına yönelik oluşu da onun bir başka özelliğidir.

Filmin topluma etkileri hem sanatsal hem ekonomik hem eğitimsel hem de ahlaksal açıdan ele alınabilir. Estetik amaçlar, ekonomik gerekler tarafından biçimlenir. Film türleri (western, melodram, komedi) oyuncuları tipleştirir. Örneğin kovboy, gangster, kahraman, aşık, uşak, kötü adam gibi çeşitli tipler vardır ve sinema oyuncusu, bunlardan en uygun olamm oynar. Film sanayisinin gelişmiş olduğu ülkeler, büyük kazanç sağlarlar. Ayrıca bu ülkeler, kendi kültür değerlerim filmler yoluyla diğer toplumlara aktarır ve onları etkilerler. Film alan ülkelerin büyük bir döviz kaybı olur. Filmler, ulusal kültüre ilişkin değer çatışmaları, kültürel yozlaşma gibi durumlar da ortaya çıkarır.

Filmlerin gerçek dışı tipler yaratarak da kültürel örnekleri bozduğu söylenir. Film sanatının birey üzerindeki etkileri anlık ve gelip geçicidir. Buna karşın, çoğu filmlerin toplumun alt tabakaları üzerinde olumlu ve eğitici etkiler uyandırdığı öne sürülebilir. Pek çok kimsenin, bu gün, filmler yoluyla insan ve hayvan yaşamı, yeryüzü coğrafyası ve çeşidi toplum yapüarı konusunda bilgilendikleri öne sürülebilir. Filmler, yetişkin eğitimi sağlayan sanat kolu olmaktadırlar. Ayrıca belgesel filmler de insanları eğitici niteliktedir. Bugün filmlerden çeşidi eğitim kurumlarında eğitici amaçlarla yararlanılmaktadır.

Filmin ahlâk üzerindeki olumsuz etkilerinden de söz edilmektedir. Fakat filmin etkilerinin anlık ve geçici olduğu anımsanırsa bu özelliğin kalıcı olduğu söylenemez.

Filmlerin suçluluk üzerinde de etkisi vardır. Özellikle yinelenen örnekler, (cinayet vb.) kitleleri olumsuz yönde etkilemektedir. İnsanlar, yinelenen örnekler nedeniyle suça itilmektedir. Ayrıca, toplumda şiddeti teşvik etmesi, bir başka olumsuz etkisidir.

Görüldüğü gibi, toplumsal yaşamın sanata; sanatın da toplumsal yaşama etkisi karşılıklıdır.




Sanat ve toplum, etkileşim içindedir. Toplumsal yaşam sanatı, sanat da toplumu etkilemektedir. Böylece yaşamın daha anlamlı hâle geldiğini görmekteyiz. Sanatçı da toplumsal bir varlıktır ve toplumdan etkilenir. Toplumsal çevrenin önemi, sanatçının toplumsal beninin kaynağım oluşturmasıdır. Toplumun durağan ve dinin ön plâna çıktığı durumlarda sanatçılar dinin hizmetine girmektedir. Dinamik durumda ise sanatçılar din dışı güncel, dünyasal konulara yönelmektedirler. Toplumsal bunalımların arttığı dönemlerde insanların sanatsal etkinliklere dana çok ilgi gösterdiklerini görmekteyiz. Toplumsal yaşamın sanata etkisinden söz ederken coğrafî çevre, din, ahlâk, tabakalaşma, siyaset, aile, serbest zaman ve eğitim, devreye girmektedir. Sanatın topluma etkisinden söz ederken çeşitli sanat dallarını ayrı ayrı ele alıp bunların topluma etkisi çözümlenmektedir.  

 
Sanat Sosyolojisi-Prof. Mahmut Tezcan
[/size]
« Son Düzenleme: 09 Haziran 2008, 18:50:58 Gönderen: kybele »

Çevrimdışı duяudoğ@

  • DENİZ
  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 3.254
  • Karizma Puanı: 1284
Ynt: Sanatın **ToPLuMSaL YaŞaMa** Etkisi
« Yanıtla #1 : 09 Haziran 2008, 18:18:07 »
ayşegülcüm bilgilendirme için teşekkürler  560a 560a+1

Çevrimdışı lüƃǝşʎɐ

  • Ayşe+:)
  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 3.608
  • Karizma Puanı: 1293
Ynt: Sanatın Toplumsal Yaşama Etkisi
« Yanıtla #2 : 09 Haziran 2008, 18:51:43 »
Ben de teşekkür ederim denizcim. 770a

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Ynt: Sanatın Toplumsal Yaşama Etkisi
« Yanıtla #3 : 27 Ağustos 2008, 11:12:27 »
herbirine değinecek olursam ayşegülüm bendeki etkileri bakımından bir fert olarak eskiden üni yıllarında mutlak senede 1 yada 2 tane şiir yazrdım ev arkadaşlarım dalga geçerdi 60 yaşına kadar bi kitap çıkaracak kadar şiir yazbilirsin diye ,roman sa eskiden haftada bir kitap okurdum şimdi bi kaitabı 2 ayda anca okuyorum , bekarken ve şehirde otururken oynanan hiçbir tiyatroyu kaçırmazdım en büyük zevklerimdendi,üniden beri halk oyunları oynadım evleneli beri bırak oynamayı kurs bile açamıyorum vakitsizlikten ve taşımalı okulda çalıştığımdan,sinemaya en son gittiğimde ardaya 6 aylık hamileydim,öğretmenliğimin 2. senesinde öğret. arkadaşlarla tura çıkmıştık rehber eşliğinde denizli pamukkaleyi gezerken insaf dedim kendi kendime 4 yıl denizlide gsf okudum ama hiyerapolisin bu denli öyküsünü mimarisini ve heykellerini bilmiyorum e hocalarda götürmeyi akıl etmemiş yani diyeceğim geçenlerde polemikler bölümünde sanatta sınırlar olmalımı diye bi yazıya mesaj yazmıştım sanatta yaratırkende onu izlerkende sınırlar olmamalı ama biz gerçekten bunları yapmayı istiyorsak sanatı içimizde var edebiliyorsak sınırlar kalkıyo toplum öyle bir haldeki gündelik işlerimizin içinde yuvarlanıp kafamızı bi türlü kaldırıpta sanattan nasibimizi alamıyoruz çoğu zaman neyse uzattım iyiki görselsanatlar.org varda sanat açlığım yatışıyo biraz  360a
« Son Düzenleme: 27 Ağustos 2008, 11:14:33 Gönderen: ...:::£sra:::... »
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...

  • Arkadaş
  • Çalışkan
  • *
  • İleti: 590
  • Karizma Puanı: 177
Ynt: Sanatın Toplumsal Yaşama Etkisi
« Yanıtla #4 : 30 Ağustos 2008, 16:53:45 »
paylaşım için teşekkürler  360a

Çevrimdışı yoldaş

  • Yönetim K.Ü
  • Üstad
  • *
  • İleti: 14.457
  • Karizma Puanı: 4092
  • görsel tasarım uzmanı
Ynt: Sanatın Toplumsal Yaşama Etkisi
« Yanıtla #5 : 05 Haziran 2010, 10:42:09 »
paylaşım için teşekkürler