Gönderen Konu: ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK EĞİTİM TARİHİ  (Okunma sayısı 5395 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı @ksibey

  • Recep KILIÇ
  • Onursal
  • Uzman
  • *
  • İleti: 1.746
  • Karizma Puanı: 1106
  • Recep KILIÇ/OMÜ Resim-İş Öğrt.Grafik Tas. ASD'03
ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK EĞİTİM TARİHİ
« : 19 Ocak 2008, 11:34:57 »

ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK EĞİTİM TARİHİ
I. ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK EĞİTİMİNE GENEL BİR BAKIŞ
Atatürk dönemi Türk Eğitim tarihi TBMM’nin kuruluşundan Atatürk’ün ölümüne kadar, yani 1920-1938 yılları arasını kapsamaktadır. Bu dönemi de eğitim oluşumları, hareketleri ve inkılapları olarak ele almak zorundayız.
Bu dönemi incelemeye geçmeden önce sarih bir süreç içinde oluşur felsefesinden yola çıkarak, bu dönemi hazırlayan etmenleri incelemeliyiz.
Gerek Osmanlıların istemeleri gerek Batı ülkelerinin zorlamaları ve gerekse Avrupa’daki çalkantılardan dolayı, Osmanlı Devletine sığınan Batılı subayların çalışmalarıyla Osmanlılar önce askeri alandan başlayarak geleneksel doğu sistemini terk etmeye başladılar. (Ergün, 1997)
Bu çalışmalar sonucunda Osmanlı Devletinde Tanzimat, I. Ve II. Meşrutiyet hareketleri meydana geldi. Bu aşamalardan sonra “Cumhuriyet” yönetim biçimine karar verilerek eğitim sistemi de ona göre şekillendi.
Daha sonra 1924’de çözümlenecek tartışmalar neticesinde Hamdullah Suphi Bey’in başkanlığında, içlerinde Necati Bey’in bulunduğu 12 kişilik “Maarif Encümeni” kuruluyor. 1920 yılında TBMM’nin ilk Maarif Vekilliğine Rıza Nur Bey, Meclisçe seçiliyor. İstanbul da “Maarif Umumiye Nezareti” Ankara’da öğretmenleri kendi yanına çekmek isteyen “Maari Vekaleti” kuruluyor.
Kurtuluş Savaşı döneminin en önemli sorunlarından biri de ilköğretim ve özel idarelerden maaş alan öğretmenlerin maaşı sorunuydu. Öğretmenlerin maaşı her vilayetin “Muhasebe-i Hususiye” adlı özel bütçesinden verilirdi. İdare-i Hususiye-i Vilayet Kanunu’na göre her vilayetin tahsildarları halktan vergi toplarlar ve kendi sınırları içinde çalışan memurlara maaş verirlerdi. (Ergün, 1997) Bunun dışında “Hisse-i Maarif” denilen ilkokul, öğretmen okulu ve idadi öğretmenlerinin maaşları verilirdi.
Savaş dönemi maaşını alamayan öğretmenler türlü fedakarlıklar yapması da bir sonuç vermeyince, Mecliste bir açıklama yapan Rıza Nur Bey, bu sorunun bütçe yetersizliği ve özel idare memurlarının kastinden olduğunu ve bu maaşları vermeyen memurların belirlenip Bakanlığa bildirilmesini istemiş ve sekiz maddelik yasa tasarısı hazırlamıştır. Bu dönemdeki bir diğer önemli sorun ise 1920 Aralık’ında, sultanilerin lağvedilip yerine idadilerin kurulmasıdır. Bu da orta öğretim sürecinin iki yıl kısaltılıp kısaltılmaması sorunudur.
Hamdullah Suphi Bey eğitim politikasında bazı değişiklikler yaparak bazı yüksek okulların ve sultanilerin dışından bütün ilk ve orta öğretimin amacının “işçi” yetiştirmek olduğunu belirtiyordu. Ve bu dönemdeki en önemli etkinlik 1921 Maarif Kongresi olmuştur.
A. 1921 MAARİF KONGRESİ VE ÖNEMİ NEDİR?
14 temmuz 1921’de Ankara’da toplanan Maarif Kongresi yurdun her tarafından gelen 250’den fazla erkek ve kadın öğretmeni bir araya getirmiştir. Kongreyi Mustafa Kemal cepheden gelerek açmış ve çok önemli bir açış konuşması yapmıştır. Ayrıca öğretmenlerin teker teker elini sıkmıştır. (Akyüz, 1997)
Mustafa Kemal’in kongreye açtığı ünlü açış konuşmasından bazı önemli bölümleri şunlardır: Mustafa Kemal Kongreden “Türkiye’nin milli maarifini kurmasını” ister ve “milli maarifi” açıklar: “şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin gerileme tarihinde en önemli bir etken olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli terbiye programından bahsederken, eski devrin batıl inançlarından ve doğuştan sahip olduğumuz özelliklere hiç ilgisi olmayan yabancı fikirlerden Doğudan ve Batıdan gelebilen tüm etkilerden tamamen uzak, milli ve tarihi özelliğimize uyumlu bir kültür anlıyorum” demiştir. Bu konuşmasıyla öğretmenlerin gelecekteki kurtuluşlarımız olduğu vurgulanırken, ele alınan başlıca konular ise ilkokul ve orta öğretim programları ve köy öğretmeni yetiştirilmesidir. Köy öğretmeni yetiştirilmesi problemini derinlemesine incelemeye çalıştığımızda;
Köye göre öğretmen yetiştirmenin köy eğitiminin gelişimi ve buna paralel olarak ülkenin sosyal ve ekonomik kalkınması bakımından önemli, Cumhuriyetin ilanından sonra da sık sık ele alınmıştır. Nitekim İkdam gazetesi başyazarı Ahmed Cevdet 1924’te, bu noktaya temas ederek, köy öğretmeni yetiştirme meselesinin acilen ciddi bir şekilde ele alınmasını isteyecekti. (Ahmed Cevdet “Köy Mektepleri Muallimliği” İkdam, 14 Ağustos 1924) buna istinaden Ali Haydar (Taner) köy öğretmen okulları kurulmasını teklif etmiştir. 1925 yılında Türkiye’ye gelen Almanya Ticaret ve Sanayi Bakanlığı müşaviri Dr. Alfred Künhe ise; MaarifVekaletine sunduğu raporda ayrı köy öğretmen okulları kurulmasına gerek görmeyerek mevcut ilk öğretmen okullarında Ziraat eğitim ve öğretimine daha fazla önem verilmesini yeterli görüyordu. (Öztürk, 1996) 1926 yılından itibaren Mustafa Necati Bey’in önderliğinde çalışmalar başlatılsa da onun ölümüyle son bulmuştur.
Kurtuluş Savaşı döneminde azınlık ve yabancı okulların durumuna baktığımızda ise, yalnızca Aydın ve Bursa illerinde 652 Rum okulu ve 91568 öğrenci bulunduğunu iddia etmekle beraber, Yunanlılar o yıllarda Anadolu’daki tüm okulların sayısının 2228, öğrenci sayısını 187577, öğretmen sayısını da 4930 olarak gösterirler.
Bu verilerden de çıkarabileceğimiz sonuç; Rum ve Yunanlıların Türklerin kendilerine tanıdığı eğitim ve öğretim hakkını, Türkiye’ye karşı propaganda amacıyla kullanmıştır. Rakamlar abartılı olmasına rağmen o yıllarda Anadolu’da çok sayıda Rum okulu ve öğretmeni bulunuyordu. Bu dönemdeki en önemli unsur, Kurtuluş Savaşının kazanılması için halkın eğitilmesi gerekiyordu. TBMM hükümeti, öğretmenlere, aydınlara, bazı isyan bölgelerinde, isyancıları doğru yola getirmek için kurulan nasihat heyetlerinde ve daha genel olarak, halkı Milli Mücadelenin amaçları hakkında aydınlatmaları amacıyla görevler verilmiştir. Halkı eğitmenin ana amacı halkı milli dava yolunda bilgilendirmek, birleştirmektir.
Bu dönemin ilk ve orta öğretiminin düzenlenmesi için 1921 yılı ortalarında vekalet, bir yasa tasarısı hazırlamıştır. Bu tasarıya göre:
o İlkokullar altı yıldan dört yıla indirilip, bu dört yıl sonunda bir yıl da isteğe bağlı öğretim yapılacaktı.
o Köy bünyeli işçi mektepler kurulacaktı.
o Orta öğretimde ilköğretim gibi dört yıl olacaktı.
Anadolu’da yüksek öğrenimin, üniversitenin temeli Maarif Vekaleti, 3 Aralık 1921’de başlanılmasını planladığı “Ali Dersler” programının Bakanlık Özel Kalemine yaptırılmasıyla başlanmıştır.
Bu dönemlerde eğitim alanında bir çok değişiklik olmasına rağmen Bakanlığın merkez örgütü, 1923 yılında, İ. Safa Bey’in başkanlığı sırasında yeniden kurulmuştur.
B. BİRİNCİ HEYET-İ İLMİYE
Bakanlığın Maarif Heyet-i İlmiyesi’nin 15 Temmuz 1923’te başlayan toplantısı, hazırlık dönemi Cumhuriyet eğitiminin en olumlu çalışması, Maarif Şuralarının bir çeşit başlangıcıdır. Artık cephe savaşı kazanılmış, eğitim savaşına başlanacaktır. Burada Türkiye’nin bütün eğitim sorunları inceden inceye konuşulmuştur.
Birinci Heyet-i İlmiye toplantısı sonucu kurumları temsil etmek amacıyla üyeler seçilmiş ve birçok alanda incelemelerde bulunmuştur.
15 Temmuz 1923’te başlayan heyetin ilk toplantısında Safa Bey yaptığı konuşmada ”son düşman askerinin denize dökülmesinden itibaren bütün güçlerin eğitime çevrildiğini ve ülkenin “hakiki kurtuluş”unun eğitimden beklendiğini vurgulamıştır. (Heyet-i İlmiyenin İlk İçtimaı”, Hakimiyet-i Milliye Gaz., 16.7.1923, Öymen, H.R. “Cumhuriyetin İlk Devrimci…”
birinci Heyet-i İlmiye, Tevhid-i Tedrisatın ilk basamağı olabilecek aldığı bazı karalar şehit çocuklarını himaye eden Darüleytamlar ve askeri okulları ancak bakanlık inçiyle açılabilecektir. İlköğretim sonrası tamamlama sınıfları ve mesleki idadiler Bakanlığa bağlanacaktı. Alınan karlar şunlardır:
• İlköğretim 6 yıldır.
• Maarif Vekaleti’nden başka bakanlıklar ilköğretim yaptıramaz. Yabancılar dahil bütün özel okullar Maarif Vekaleti’nin denetimi altındadır.
• Küçük köyler için seçilecek yerlerde “Leyli Köy Mektepleri” (Yatılı bölge okulları gibi) kurulup gezici öğretmenler tahsis edilecek.
Hazırlık ve kuruluş dönemindeki bunca çalışmalardan sonra belirli bir eğitim zihniyeti oluşmaya başlamıştır. Türk eğitiminin günümüzde dahi devam eden o zamanki sorunlarını şu şekilde sıralayabiliriz: Öğretmen, para, genel eğitim yasası, eğitim örgütü, belirli bir eğitim politikası ve prensiplerin ve hatta sistemlerin bulunmayışı şeklinde sıralayabiliriz.
Genel itibariyle cumhuriyet dönemi eğitiminin temel özellikleri şunlardır:
• Dönemin siyasal, ekonomik, hukuki, kültürel değişmeleri gerçekleştirildiğinde toplumun yüzde onu bile okur-yazar olmadığı için bunların kitlelere benimsetilmesi ve kökleşmelerinde eğitiminin bulunabileceği rol her zamankinden fazla anlaşılmış ve eğitime bu nedenle önem verilmiştir. (Akyüz, 2001)
• Atatürk “Başöğretmen” ünvanıyla ders verip sayısal bakımdan önemli gelişmeler sağlamıştır.
• 1924’te çıkartılan Tevhid-i Tedrisat (Öğretim birliği) kanunu ile tüm okulların Maarifvekaletine bağlanmasıyla medreseler kapatılmış, böylelikle eğitimin laikleştirilmesi ve demokratikleştirilmesi sağlanmıştır.
• Tarih ve dil konularında milli bir amaca yönelmeye başlanmakla beraber bu hedef doğrultusunda 1 Kasım 1928’de Latin harfleri kabul edilmiştir.
• İlkokul öğretmenlerin maaşları 1948’den itibaren devlet bütçesinden ödenmeye başlanarak köy için eğitim ve öğretmen konusunda önemle durulmuştur.
• Halk eğitimine, eğitim bilimlerine, eğitim sorunlarına ve milli eğitim politikası gibi pek çok konuda kararlar alınmıştır.

C. EĞİTİM BAKANLIĞI ÖRGÜTÜ
1923 yılından itibaren Türk eğitim örgütünde tartışılan Maarif Mıntıkaları 1924 yasa tasarısıyla da yer almış ve 1926 yasasıyla uygulamaya geçen örgütün şeması şu şekildedir.

Bu dönemdeki en önemli aşama Tevhid-i Tedrisat’dır.
D. TEVHİD-İ TEDRİSAT NEDİR?
Osmanlı Devleti 1776’dan itibaren Batı örneğine göre askeri okullar ve tazminat yıllarından itibaren de Rüşdiye, idadi, sultani gibi ortaöğretim iptidai gibi ilköğretim kurumları açılmış ve Darulfünün’unda kurulmasıyla Maarif Nezaretine bağlı bu mekteplerin yanında Meşriyati , Şeriye ve Evkaf Nezaretine bağlı medreseler ile Sıbyan Mektepleri etkilerini sürdürmüşlerdir.
Bunların haricinde azınlık ve yabancı okullarda ülke içinde açılmayan başlayıp faaliyetlerini sürdürmüşler bir çok karışıklıktan biran önce kurtulmak için 3 Mart 1924’te 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öğrenimlerin birleştirilmesi anlamına gelen bu kanunla getirilen düzenlemeler şunlardır:
Madde1: Ülkedeki tüm bilim ve öğretim kurumları Maarif Vekaletine bağlanmıştır.
Madde 2: Şeriye ve Evkaf Vekaleti ya da özel vakıflarınca idare edilen tüm medrese ve mektepler Maarif Vekaletine bağlanmıştır.
Madde 3: Şeriye ve Evkaf Vekaleti bütçesinde mekteplere ve medreselere ayrılan para Maarif bütçelerine geçirilecektir.
Madde 4: Maarif Vekaleti yüksek din uzmanları yetiştirmek için Darulfünun’da bir ilahiyat fakültesi imam ve hatip yetiştirmek için de ayrı mektepler açacaktır.
Bu maddelerden de anlaşılacağı gibi Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile ya da onun sonuçları olarak eğitimimize aşağıdaki yenilikler ve değişiklikler getirilmiş olmaktadır: (Akyüz, 2001)
1. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun Uygulanması
• Tüm eğitim ve öğretim kurumları eğitim bakanlığına bağlanıp işlerin tekrardan yönetilmesi sağlanmıştır (Askeri okulların yönetimi milli savunma bakanlığına bağlanmıştır).
• Medreselerin kapatılması Eğitim Bakanı Vasif Çınar’ın 11 Mart 1924 tarihli bir genelgeyle gerçekleşip 16.000 kadar medrese öğrencisi ilk, ortaokul, lise ve öğretmen okullarına aktarılmıştır. İmam ve hatip mektepleri de 6 yıl sonra kapatılmasına “laiklik” doğrultusunda önemli adımlar atılmıştır. Laiklik 1937’de anayasamıza girecektir.
• 3 Mart 1924 yılında sadece Tevhid-i Tedrisat Kanunu ilan edilmemiş 429 sayılı kanunla şeriye ve evkaf vekaleti kaldırılmış, 431 sayılı kanunla hilafet (halifelik) kaldırılarak Osmanlı hanedanı mensupları yurt dışına çıkarılmıştır.
30 Kasım 1925 tarihli ve 677 sayılı kanunla tekkeler, türbeler kapatılmış, tarikatlar kaldırılıp, 1933’de ilahiyat fakültesi kurulmuştur. Ayrıca ilk ve ortaöğretimde din derslerinin saatleri azaltılmış, bu dersler bir süre sonra tamamıyla kaldırılmıştır.
2. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun Yabancı Okullara Yansıması
Öğretimin birleştirilmesiyle ülkedeki farklı isimler altında faaliyet gösteren bütün eğitim ve öğretim kurumlarının denetim altına alınmasıdır.
Bu kanun ile getirilen laiklik ve millilik prensibiyle yabancı okulların öğretim faaliyetleri arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırabilmek için getirilen kurallar şunlardır:
• Yabancı okullarda mabetler dışında dersane ve salonlarda bulunan dini semboller salip, heykel, dini tasvirler vb. kaldırılacaktır.
• Müslümanların ve başka mezhepten öğrencilerin okullardaki dini ayinlere katılmaları yasaktır. Bunun için sık sık denetlemeler yapılarak suçlular cezalandırılacaktır. (Sezer, 1999)
Başlangıçta pek çok okul riayet etmek istemese de İstanbul’daki bazı Fransız ve İtalyan okulları dini sembolleri kaldırmadıklarından dolayı kapatılmışlardır. Buna rağmen Fransız ve İtalya gibi ülkeler okullarının yeniden açılmalarını istemeleri üzerine Türkiye Cumhuriyeti yabancı okullar siyasetini şöyle belirtmiştir.
• Okullar mezhep yönünden tarafsız olarak ve derslerde milli hislere yer verilecektir.
• Türkiye’de medreselerin kaldırılması üzerine Türk okullarına uygulanan bu durumdan Hıristiyan okulları istisna edilemeyecek.
• Konu bir iç mesele olduğundan yabancı hükümetlerin protestoları dikkate alınmayacaktır. (Sezer, 1999)
Bu kanunla yabancı okullar sıkı denetim altına alınmış ve cumhuriyetin yabancı okullar politikası bundan sonra yayınlanan bazı kanun ve kararlarda açıkça ortaya konulmuştur.

E. CUMHURİYET DÖNEMİNDE EĞİTİMİN RESMİ TEMEL AMAÇ VE İLKELERİ
Bu dönemdeki eğitimin başlıca amacı; her düzeydeki okullarda cumhuriyet rejiminin gerektirdiği ve yeni Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu nesiller yetiştirmek olmuştur. Eğitim Bakanı İsmail Safa Özler’in 8 Mart 1923 tarihli bir genelgesinde “Eğitimin amaçları” şöyle gösterilir:
Nesillerin milli varlıkları ile çatışmaya her fikre saygılı olması, okulların ülkeyi iktisadi esaret altında bırakmayacak, kafalar yetiştirmesi her şeyden önce güçlü ve azimli nesiller yetiştirmek gibi ilkeler olan genelgede “Öğretimin temel amacı” olarak da Atatürk’ün şu sözleri gösterilmiştir: “Bilgiyi insan için bir süs baskı aracı veya medeni bir zevkten ziyade maddi hayatta başarı sağlayan uygulamalı ve hesaplanabilir bir hale getirmek.” (Akyüz, 2001)
O dönemin Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar’ın 8 Eylül 1924 tarihli genelgesinde eğitim ve öğretimin temel amaçları şöyle özetlenmiştir:
• Eğitimin milli esasları ve batı medeniyetinin yöntemlerine dayanması
• Çocukları kalplerinde ve ruhlarında cumhuriyet için fedakar olmaları ülküsünü taşımaları.
• Okulların insan ilişkileri toplumsal yaşama kuralları, vicdan ve fikir hürriyeti ve bilinçli sorumluluk sahibi olması.
• Okulların ilim ve okuma zevkini vermeyi halka sağlığın değerini ve sağlıklı olmanın yollarını öğrenmesi ve beden ve fikrin dengeli gelişmesi ve çocuklarda hür ve makul bir disiplin oluşturması gibi amaçları vardır.

F. ATATÜRK’ÜN TÜRK EĞİTİM TARİHİNDEKİ YERİ
Atatürk’ün eğitimimizin durumuna ilişkin başlıca gözlem ve teşhislerini maddelersek:
• Toplumumuzda yaygın bir bilgisizlik vardır.
• Eğitim-öğretim yöntemlerimiz uygun değildir.
• Çocuklarımızın üzerinde ailenin baskısı vardır.
• Bir milletin yükselmesi de alçalması da eğitimin milli olup olmasıyla ilgilidir. Bizim eğitimimiz ise milli değildir. Atatürk’e göre; milli olmayan eğitimimizin yüzyıllardır süren felaketlerimizin temel sebeplerindendir.
• İstikrarlı eğitim politikamız yoktur.
• Eğitimimizin amacı kendini, hayatı bilmeyen , her konuda yüzeysel bilgi sahibi tüketici insan yetiştirmek olmuştur.

G. ATATÜRK’ÜN EĞİTİMİMİZ İÇİN ÖNERİLERİ, İSTEKLERİ, TALİMATLARI
Onun yaptığı inceleme , gözlem ve teşhislerinden öneri ve isteklerini neler olduğu belli olsa da belli başlıklar altında incelememiz gerekmektedir:
• Gelecek nesiller Türkiye’nin bağımsızlığını koruyacak, cumhuriyeti koruyup yükseltecek biçimde yetiştirilmelidir.
• Eğitim milli , bilime dayalı ve laik olmalıdır.
• Eğitim işe yarar, üretici ve hayatta başarılı olacak insanlar yetiştirmelidir.
İşte Atatürk gerilememizin önemli nedenlerinden biri olan memur olmaya aşırı düşkünlüğü ortadan kaldırmaya çalışmış yeni ve aktif bir insan tipi yetiştirmeyi hedef göstermiştir. Ona göre bilgi, bir süs, zevk ya da baskı aracı değil hayatta başarıyı sağlayan kullanılabilir bir araç olmalı, her öğretim düzeyinde iktisadi hayatta etkili olacak uygulamalı bilgiler kazandırmalıdır. (Akyüz , 2001)
• Eğitim çocuğa hürriyet vererek, yeni nesillere de fazilet,fedakarlık, düzen, disiplin, kendine ve milletimizin geleceğine güven duygularını geliştirmelidir.
• Eğitim toplumu cehaletten kurtarmalı , onun bilgi ve ahlak düzeyini yükseltmeli, kabiliyetlerini ortaya çıkarıp geliştirmelidir.
Atatürk toplumumuzun bilgisizliğini, felaketimizin en önemli nedenleri arasında görüldüğünden bilgisizliğin süratle ortadan kaldırılması gerektiğini her zaman ifade etmiştir.

H. HEYET-İ İLMİY E TOPLANTILARI
1. İkinci Heyet-i İlmiye Toplantısı :
Bu toplantının amacı Türk eğitim sistemini yeni devlet düzenine uydurmak eğitim binasını yeniden kurup laik bir eğitim zihniyeti yerleştirme çalışmalarıdır. Bu heyetin toplanma amacını Maarifvekili şöyle açıklıyordu:
Cumhuriyetin hakiki mihrap ve gaye halinde müebbet yaşaması bizim için en esaslı hedeftir. Yeni nesilleri kuvvetli bir iman, hakiki bir seçme ile yetiştirmek için terbiye ve Maarifsistemlerimizde değişiklik yapmak lazımdı. Bunun esaslarını belirlemek için mustedir ve mütehassıs birçok kişileri Ankara da topladık
İkinci heyet-i ilmiyenin aldığı kararlar şöyledir:
• Mecburi öğretim bir yıl kısaltılıp beş yıl olmalıdır.
• Lise öğretimi de altı yıl olup ilk üç sınıfına “kısm-i evvel” kalan üç sınıfa da “kısm-i sani “ denilip kız liselerimizin de öğretim süresi erkek liselerine eşit olması kabul edildi.
• Kız ve erkek lise programları aynı olup yalnız ilk kısımda kızlar bazı meslek dersleri göreceklerdir.
• Öğretmen okullarının öğretim süresi beş yıla çıkartılıp programa içtimaiyat dersi eklenecektir.
• İstanbul erkek muallim mektebinin yüksek kısmının Darülfünun’a bağlanıp “yüksek muallim mektebi” adını alması kabul edildi.
• Bakan vasıf Bey in eğitimin aşağı tabakalara inebilmesi için “idareyi hususiye” vergisinin kaldırılması kabul edilmiştir.
• Liselerin üst sınıfları için yarışma usulü kitap yazdırılmaması bu sınıfların ders kitaplarının uzmanlara yazdırılıp tercüme ettirilmesi kararlaştırılmıştır.
2. Üçüncü Heyet-İ İlmiye Toplantısı
26 Aralık 1925 – ocak 1926 tarihleri arasında Maarif Vekili Necati Bey başkanlığında, başkanlık ileri gelenlerinden önemli liselerin müdürlerinden ve müfettişlerden oluşan 19 kişilik bir heyet halinde toplanmıştır.
12 oturum olarak yapılıp şu kararlar alınmıştır:
• Devlet ve il bütçelerinden maarife ayrılan parayı en verimli bir şekilde kullanıp, okulları, okumak için başvuran bütün çocukları alabilecek şekilde genişleterek önlemleri almak.
• Liselerin azaltılıp, öğretmen okulları ve meslek okullarının belirli merkezlerde toplanması ve kuvvetlendirilmesi.
• Yatısız orta okullarda karma eğitimi yapılıp stajyer öğretmenlere meslek eğitiminin verilmesinin sağlanması.
• Öğretmenlerin terfileri için yasal temeller konulup, eğitim ve öğretim işleriyle meşgul olacak bir milli talim ve terbiye dairesi kurmak.

İ. KARMA EĞİTİM
Bu sorun ilk defa 1924 yılında, Tekirdağ da kız lisesi bulunmaması dolayısıyla kızların erkek liselerine kaydolmak istemeleri bu sorunu meydana getirmiştir. Birçok tartışmalardan sonra hükümet 1924 ağustosunda ilk okul eğitiminin karma olmasını, kızların erkek okullarına erkeklerin de kız okullarına kayıt olabilecekleri kararı alındı.
Cumhurbaşkanı “ Gazi Paşa “ da 28 Ağustos 1924 de öğretmenler kongresi dolayısıyla Maarifvekili Vasıf Bey in verdiği yemekte yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “ Reisi Cumhurum ve memleket irfanı “ erkek ve kız çocuklarımızın , aynı suretle, bütün tahsil derecelerindeki talim ve terbiyelerinin ameli olması mühimdir. Memleket evladı her tahsil derecesinde iktisadi hayatta müessir ve muvaffak olacak surette eğitilmelidir.” Demiştir.
1925 sonları ile 1926 yılları başlarında toplanan üçüncü heyet-i ilmiyede yatısız orta okullarda öğretimin karma olması, 1927-1928 öğretim yıllarından itibaren karma ortaokullar kurulması , liseler için de karma eğitime ancak 1934-1935 öğretim yılından itibaren geçilebilmiş tek lisesi olan yerlerde 19 lisede karma öğretime başlanılmıştır.

II. ATATÜRK DEVRİ ÖĞRETMEN YETİŞTİRME POLİTİKASI

A. CUMHURİYET DÖNEMİ ( 1923-1938 )
1. Anaokulu Öğretmeni Yetiştirme Politikası
Cumhuriyet dönemi başlarında ana okullar da nitelikli öğretmen eksikliği bulunmaktaydı. 1923-1924 öğretim yılında Türkiye de toplam 80 anaokulu 5880 öğrencisi olup öğretmen sayısı ise sadece 136 idi. Yani öğretmen başına 43 öğrenci gibi muazzam bir rakam düşmekteydi. 1-20 Mayıs 1925 tarihleri arasında Konya da toplanan Maarif Müfettişleri kongresi tarafından hazırlanan raporda bu gerçek ifade edilmiş ve anaokullarındaki öğretmen probleminin çözümü için şu kararlara yer verilmiştir.
“Vesait-i lazime ihsas edilmeden ve ana mekteplerinde çalışmak için hazırlanmış muallim bulunmadan ana mektepleri açılmamalı. Ana mekteplerine muallim yetiştirmek için Darül Muallimatlar’ın bir kaçından şubeler tesis edilmesi ayrıca bir ana muallim mektebi açılması ve bu mektebin başına da sahib- i ihtisas bir müdirenin getirilmesi lazım olduğu gibi ehliyetli muallimlerden bir kaçının da ecnebi mekteplerinde ihtisas yapmak üzere Avrupa ya gönderilmesi münasip olur.
Bunlardan başka ana okulu öğretmeni yetiştirme faaliyetleri arasında 1927 yılında ana okulu öğretmenliği eğitimi görmek üzere kız muallim mektebi mezunu iki kişi Avrupa ya gönderilmiş ayrıca 1930 Ağustosunda İstanbul kız muallim mektebinde mektepleri ana okulu öğretmenliği için ehliyetname imtihanı da açılmıştır.
Bura da bahsedilen en önemli konulardan biride John Dewey in Türkiye maarifi hakkındaki raporunu dikkate almak gerekir. Bu raporda Türkiye nin çağdaşlaşma yolundaki tercihi hür, bağımsız, laik bir cumhuriyet olmaktır. Bu gayeye ulaşmak için verilecek eğitim ile bağımsız siyasi fikirler ve siyasi kültür aşılanmalıdır. İkinci olarak fertlerin ekonomik ve ticari kabiliyetleri, milli hakimiyet anlayışı kendi kendini idare etme gücü, güzel sanatlara olan ilgileri geliştirilecektir.
Prof. Dewey in üzerinde önemle durduğu diğer ciddi bir nokta verilecek eğitimin yalnızca lider konumunda olan kişilerle sınırlı olmaması, ülkenin bütün insanlarını kapsamasıdır.
Profösörün bu fikirleri, Mustafa Necati Bey in bakanlığı sırasında Türk Milli Eğitim Politikası üzerinde belirleyici bir rol oynayıp 1926 da çıkarılan Maarifteşkilatına dair kanun da bu fikirlerin tesiriyle ilk okul öğretmeni yetiştiren okullar
- İlk muallim mektepleri
- Köy muallim mektepleri diye ikiye ayrılmıştır.
Şehir ve kasaba ilk okullarına öğretmen yetiştirme üzerine birçok görüş ortaya atılmıştır.
Bu reformları esnasında bazı öğretmen okullarının kapatılması pek çok tepkiye yol açmış ve hatta bu konuda milletvekili Süleyman Sırrı Bey tarafından TBMM ye bir de soru önergesi verilmiştir. O TBMM’ de önergesi görüşülürken yaptığı konuşmada bu okulların kapatılmasına maasif vekil İsmail safa bey tarafından sebep olarak gösterilen nitelikli öğretim kadrosu olmadığı şeklindeki görüşe katılmadığı söylüyordu. Ona göre öğretim elemanı bulma probleminin on kolay çözümü, milli mücadelenin bitmesinden sonra cepheden dönen yüksek öğrenim görmüş kişilerin bu okullarda istihdam edilmeliydi. Süleyman Sırrı bey ayrıca acılan 10 erkek ilk öğretmen okulu ile bir kere için ilk öğretmen olunan-ülkenin ilkokul öğretmeni ihtiyacını karşılamaya yetmeyeceğini de ileri sürüyordu. Aynı oturumda Elazığ milletvekili hüsnü bey ise darül muallimin mıntıkaları alırken yatılı hale getirilen ilk öğretmen okulları esler öğretmen yetiştirme özelliği kaybettiğini ve böylece ilk eğitime ağır bir darbe indirildiğini söylüyordu.
2. Mustafa Necati Bey’in İlkokul Öğretmeni Yetiştirme Politikası
Bu dönemde, niteliğin öğretmen okulları lağvederler okul sayısı sınırlandırılırken, bu sınırlı sayıdaki öğretmen okullarının teşkilat, kadro ve bina bakımından geliştirilmesine başlanmış bu işlere kaynak sağlamak için muallim mekteplerine muavenet hakkında kanun tasarısı TBMM’ye sunulmuştu Necati beyi 22 nisan 1926’da TBMM’de yaptığı konuşmada bu kanun tasarısının amaçlarını şöyle açıklar.
Her sene üç bin muallime ihtiyada olup, şimdiki muallim vekillerini 100-150 mevcut olup bu mektepler için elimizdeki muallimler kafi değildi. Bu sebeple her sene üç bin muallim memlekete çıkıp Türkiye Maarifi on sene zarfında kendine lazım olan sayıya ulaşacaktır.
Atatürk devri öğretmen yetiştirme politikasında çok önemli bir yere sahip olan ve 22 nisan 1926’da kabul edildikten sonra 2 Mayıs 1926 tarih ve 361 sayılı Resmi Ceride’de yayınlanarak yürürlüğe giren muallim ve mekteplerine muavenet hakkında kanunda konuyla ilgili şu hükümler bulunur. (Öztürk, 1996)
Madde 1-Maarif Vekaleti tarafından tersip olunarak mahallelerde yeniden yapılarak on muallim mektebinin irsaat ve teciratına yardım olmak üzere 1926 senesi iktidarında itibaren beş sene müddetle her vilayet kendi bütçesinin %10 u nisbetinde iştirak eder. Bu hakkın için ayrılarak ictimai tahsisat Maarif Vekaleti emrine verilir.
Madde 2- bu mekteplerden yetişecek muallimleri iştirakleri nisbetinde vilayetlere tevzi olunur.
Madde 3-Maarif Vekaleti iş bu parayı birinci maddede zikrolunan muallim mektepleri inşaatıyla tesisatına tarede.
Bu maddelerden de anlaşılacağı gibi on öğretmen okulunun inşaşı için gerekli parayı sağlaması hedefliyordu. Bu nedenle Maarif Vekaleti, söz konusu kanunda bazı değişiklikler yapar. 843 numara ve 20 Mayıs 1926 tarif muallim mektepler muavenet hakkındaki 22 Nisan 1926 tarih ve 8 numaralı kanun Müzeyel Kanunu çıkarttı. Maarif Vekaleti, bütün maliye memurlarına bir genelge göndererek herkes üzerine düşen görev ve sorumluluklara titizlikle ve sorumluluklara titizlikle sahip çıkmalarını istedi.
1919-1938 dönemi ilkokul öğretmeni yetiştirme politikasının temeli Necati Bey’in ölümünden Atatürk devrinin sonuna kadar dönemde şehir ve kasaba ilkokullarına öğretmen yetiştirme çabalarıyla 1933 yılından itibaren gelişen “köycülük” ve köy kalkınması” hareketlerine paralel olarak, yeniden köye öğretmen yetiştirmeye çalışmış, 1932 reformu ile ilk öğretmen okullarının özellikle Riyaziye, fizik, kimya, felsefe derslerinin lise normlarına göre açık olan müfredatları tamamlanmış orta okullar üzerine üç yıl eğitim veren lise dengi bina meslek ve okulu haline getirilerek Riayet ve terbiye gibi mesleki derslerin haftalık ders saatleri getirilmiş bütün dersler ilkokul müfredat programı göz önüne bulundurularak ve uygulamalı bir biçimde verilmesi öngörülmüştür. Bu arada 1931 yılında din dersleri ilk öğretmen okulları müfredatında çıkartılarak yerine , Askerlik ve yurt bilgisi dersleri konmuştur.

III. YAZI, DİL VE TARİH İNKİLABLARININ EĞİTİMİMİZDEKİ YERİ NEDİR?
Türkçülüğün akımının etkisi ile bay bayan sadeleşme hareketleriyle ilk çıkarılan yazının ıslah yada değiştirilmesi meselesi gündeme getirilebilir. Atatürk’e göre Arap harfleri şu nedenlerle
• Türkçülüğe uygun değildir.
• Öğrenilmesi zorunludur ve toplumda eğitim düzeyinin düşüklüğünün bir nedeniyle 1 kasım 1928 tarihli bir kanunla Latin temeli yeni bir alfabe kabul edilmiştir.
1931 de Türk tarih kurumu, 1932’de Türk Dil Kurumu kurularak Türkçe’nin dünya dillerine kaynak etmiş olabileceği yolunda Güneş Dil Teorisi ortaya atmıştır.
Tüm bu olaylardan amaç, hem batılılıkların tarih, ırk, ayacılık gibi haksız saldırılarıyla bulunduğu Türk insanına haklı bir güven duygusu aşılamak hem de bilim adamlarının yeni araştırmaları olmuştur.
Yazı, dil ve tarih inkılaplarının eğitimimize etkileri şöyledir.
• Okur – yazar sayısını arttırmak için çok yeni bir okuma, yazma faaliyeti başlatıldı.
• İnkılaplar doğrultusunda sözlükleri tüm basılı ve resimli yayımlar tekrar düzenlendi.
• Bir çok öğretmen Türk dili ve Tarih Kurumlarında görev alırken günlük dilde olduğu gibi, bilimsel terimlerde de çok geniş bir Türkçeleştirme faaliyetine girerek yeni terimler yapılmıştır.
O dün emde darülfünunumuz memleket üzerindeki hurafe ve yoldan sapma kuvvetlerine karşı inkılap fikirlerinin mücadele aracı haline gelmiştir.
1933 reformuna gelinceye kadar darülfünunlardan istenen verimi alınmayışının iki sebebi vardır.
1- Darülfünun inkılaplara karşı olumsuz tutum takınmıştır.
2- Darülfünunda ciddi topluma yararlı, bilimsel çalışmalar yapılmamıştır.
1932 yılında Prof. Albert Malche’in hazırladığı raporda belirttiği aksaklıkları ise hocaların sadece ders vermekte yetinmekle, fakülteler arasında işbirliğin olmayışı .
Araştırmanın yapılmadığını, çevirileri ters olarak kabul edip derslerinde çok yüzeysel not tutulur. Öğrenciyi araştırmaya yöneltmeyen, düşünmeden kabule zorlayan, ezberci bir yöntem uygulanmaktadır.
Mayıs 1933’te 2252 sayılı Kanun Darülfünün kaldırmış eğitim bakanlığı İstanbul üniversitesini kurmakla görevlendirmiştir.
1953 reformunun temel özellikleri şöyle belirlenmiştir.
1- Özerklik kaldırılıp üniversite, eğitim Bakanlığına bağlı olarak kurulup, idari yönden herhangi bir açıyla farkı kalmamıştır.
2- Darülfunun hocaları geniş ölçüde olanak, batıda okuyup gelenler doktora şartı aranmaksızın doçent olarak atanması ve nazi baskısından kalan Alman ve Orta Avrupalı profesörlere Bu yabancı profesörlerin Türk üniversite ve bilim hayatında katkısı ile olmuştur.
3- Bir çok öğretim üyesinin yetişmesine katkıda bulunarak çok sayıda öğrenci yetiştirmişlerdir
4- Bir çok enstitü, linic, laboratuarı kürsü kurulmasını sağlamıştır.
5- Çoğu Türkçe öğrenmek onların derse aktarımını da arttırıcı olmuşlardır.
Reform çalışmaları sadece İstanbul da yapılmamış, 1925’te Ankara da Hukuk mektebi 1930’da ziraat enstitüsü, 1935 ‘de Dil ve Tarih Coğrafya fakültesi 1945’te Tıp fakültesi, 1944’de ilahiyat fakültesi kurulmuş. Dil ve tarih coğrafya fakültesinin adını Atatürk vermiş ve Kancıtak 1 Kasım 1937’de Atatürk’ün TBMM’de söyledikleri yüksek öğretim tarihinde önemlidir.
“Memleketi şimdilik üç büyük kültür bölgesi halinde düşünür. Batı bölgesi için İstanbul bölgesinde başlamış olan düzeltme susamını daha radikal bir şekilde uygulayarak bir şekilde uygulayarak Cumhuriyete modern bir kurum kazandırmak , merkez bölgesi için Ankara Üniversitesini az zamandan kurmak lazımdır. Doğu bölgesi Van Gölü sahillerinin en güzel bir yerinde her şubeden okulları ve üniversitesi ile modern bir kültür şehri yaratmak yolunda şimdiden faaliyete geçilmelidir.
Halkın bu yeni yazı inkılabını kabulü kolay olmamış biraz tartışmaya neden olmuş.

A. LATİN HARFLERİNİ SAVUNANLAR :
Eski yazı güç ve geç öğrenilmesi ile herkesin bir çok kelimeyi çeşitli şekillerde yazıp ortak bir yazım kuralının olmayışı bu harfler yüzünden yabancılar Türkçe öğrenmek istemiyor ve az çok öğrenim görmüş olanlar bile bu yazıları yanlış okuyorlardı. Yayınları sınırlı kişiler okuyor eğitim yavaşlamıyor buna karşın Latin alfabesine karşı olanların savundukları eski harfler iki üç ayda öğrenebiliyor. Kullanılması kolay olup ste no gibi yazılarak az yer tutmasıdır
Bir imla kılavuzu hazırlanarak imla probleminin ortadan kaldırılması sağlanabilir.
Bir çok yabancının Arapçalar öğrenmeye istekli olup bu gün yazılarda bilinmeyen kelimelerin doğru okunmayıp eğitiminin yaşam olmasının ne denir konuşma dili ile yazı dilinin birbirinden farklı olmasıdır. Düşüncesini savunmuşlardır.
Bir çok aşamadan sonra 1928 yılında Latin harfleri esas alınarak yeni bir Türk alfabesinin oluşmasına başlanmış bu arada TBMM ‘de Türkiye de artık uluslar arası rakamlarının kullanılması yasası çıkartılıp yazı inkılabının önemli adımlarından biri oldu.
Türkiye deki tartışma ve çalışma Avrupa da da taktirle karşılanıyor destekleniyordu.
Baş vekalet 24 Mayıs 1928 tarihli emri gereğince ücreti Haziran ayı ortalarında Latin harflerinin lisanımızda suret ve imkanı tatbikini incelemek için dil encümeni: Yurda ilk toplantısını 26 Haziran 1928 de Gazi Mustafa Kemalin başkanlığında yapar. Bu komisyonun 14 üyesi vardı. Ayrıca bu komisyon ağustos başında 41 sayfalık “ elif bağ raporu “verdi. Komisyonun bu olumlu raporundan sonra Mustafa Kemal Gül hane Parkında Cumhuriyet Halk Fıkrasının düzenlediği halka acık bir toplantıda yazı inkılabını halka şöyle duyurdu “arkadaşları güzel dilimizi ifade etmek için yeni. Türk harflerini kabul ediyorum” bizim güzel ahenctarı zengin lisanımızı yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu lüzumu anlamak mecburiyetindeyiz. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz bu yeni harflerle eheme hal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir suretle anlayacağız. Anladığımızın arasına yakın zamanda bütün kainat şahit olacaktır. Ben buna katiyetle eminim olacaktır.
Bu etkili konuşmanın ardından 1 Kasım 1928 de TBMM’nin 3 devre ilk oturumunda 15 kişilik geçici komisyonun aldığı kararla yasa tasarısı kabul edildi.
3 Kasım 1928 de yürürlüğe giren bu yasaya göre en geç 1929 Ocağında devlet yazışmaları yeni yazı ile yazılmasına karşın basım işleri nedeni ile bazı evraklar 1929 Haziranına kadar eski usulde yazılacaktır. 1928 Aralığından sonra her türlü basılı şeyler yeni harflerle basılmaya başlanıp, halk için zorluk geçmemesi için 1928 Haziranına kadar eski harfli dilekçeler kabul olunabilecektir.
Bu yeni harfin terfiki için yazı inkılabı başarı ile savunmaları için 1931 yılına kadar gazetelere prim verilmesi hususunda da bir yasa çıkarıldı.(ertem, reçin,elifba den alfabeye Türkiye de de harf ve yazı meselesi İstanbul: dergah yay. 1991. 5.236)

B. MİLLET MEKTEPLERİ
Cumhuriyet ilkelerine göre insanların eğitilmesi ve okutulması için “halk mektepleri” veya halk dershanelerinin kurulması gerekiyordu ayrıca Türk ocaklarının “halk evi” olarak eğitim yapması gerekiyordu. Ayrıca Türk ocaklarının “halk evi” olarak eğitim yapması gece okulları ve seyyar okulları kurulması gibi önerilerde bulunuyorlardır. Bakanlık 1928 Temmuzda hazırladığı “halk merkezleri” veya talimatnamesi ve aynı yılın Eylül ayında Halk dershanelerinde 64,302 kişi ve halk eğitimi çalışmalarının yapılması gerekiyordu. Daha sonra bu dershaneler milletin yapılması gerekiyordu. Daha sonra bu dershaneler millet mektepleri adı altında örgütleniyordu.
Bakanlığın hazırlayıp 24/10/1928’de yürürlüğe koyduğu yönetmeliğe göre millet mektepleri, yeni Türk harflerinin kolay bir şekilde okunup hazırlanabilmesinden bütün millet faydalanabilmek ve bütün halk kitlelerini hızla okur yazar duruma getirebilmek için kuruluyordu.
16 – 40 yaşları arasında vatandaşlar açılan okullara devam etmeye veya dışardan sınav vererek belge almaya mecburdurlar. Öğretmen veya okul olmayan köylerde, köyler yeni yeni yazı öğretecek ( seyyar talim heyetler) kurulmuştur. ( madde 42-43 ve seyyar talim heyetleri izahran) bunların haricinde her fırsatta ve her ceşit vasıta ile halkın yeni yazıya ilgilerini çekmek, okuma ve yazmanın hatalarını anlatmak için bir örtülü . bu kursları bitirenleri pekiştirmek için ödüller verilecektir.
Maarif Vekili Mustafa Necati bey 2 Aralık 1928’de valiliklere gönderdiği genelgede, millet mekteplerinde 1 Ocak 1929’dan itibaren derslere başlanması için her öğretmene bir millet mektep dershanesi kurulacağını bir çok döneminde başarılı olamayanların öbür kursa katılacaklarını tek öğretmenli köylerde yeni yazı bilmeyen yetişkinler için açılan dört aylık A kurslarında hem de eski harfleri okuyup yazabilenler de iki ay süreli yeni harfleri öğrendikleri B kurslarında açılacağı emsi üzerine millet mektepleri 1929 yılında yoğun bir şekilde açılmaya devam etmiştir.
Millet mektepleri daha sonra amaç yeri yazıyı öğretmek insanlara, hayat ve geçiminin gerektirdiği ana bilgileri de kazandırmak olmuştur. Ayrıca millet mekteplerinde ki öğretmenlere ek ücret verilerek denetim ücretini ise vilayetlerin Maarif bütçeleri karşılıyordu.
Millet mekteplerinin en objektif değerlendirmesi belge verdiği vatandaş sayısı ve Türkiye’nin okur yazarlık oranını ne kadar yükselttiği açısından baktığımızda 1928 – 1935 devresinde millet mektepleri statüsünde evraklar için 33.560 kadınlar için de 12.853 olmak üzere toplam 47.828 acılan A dershanelerin de toplam olarak 2.092.392 kişi ders görüp 930.140 kişi belge almıştır. Burada dikkatimizi çeken başarı oranının çok düşük olmasıdır. Ayrıca 116.119 kişi de dışardan A dershanesi sınavına girerek belge almıştır. B dershanelerinde ise 38.0.955 kişi devam etmiş 240.982 kişi belge almış ayrıca 26.955 kişi de dışardan sınava bu dershanenin belgesini almıştır.

19/7/1935 yıllarında okuma yazma bilenler oranı
Yıllar kadınlar erkekler genel

1927 4 17.4 10.7

1935 10.5 29.3 19.9

artış 6.5 11.9 9.2

Bu başarısızlığın ana nedeni o dönemde Mustafa Necati gibi bir bakanın olmayışıyla inkılap hey açanının sönmesi öğretmenlerin bu işe kendilerini fazla vermemeleri ve yönetmelikte belirtilen sürelerin bu işe yatmadığı gibi faktörlerdir.

C. YABANCI EĞİTİM UZMANLARI
John Dewey’in Türkiye maarifi hocalarında ki raporu (1020)
Cumhuriyet döneminde milli eğitim teşkilatının düzenlenmesi ve top yekun kalkınma eğitim ilişkisinin kurulması konusunda başvurular ile kişi daha memnundur

Prof. Dewey, eğitimin amaç ve hedefleri dikkate alınmadan gecici meselelerin çözümünden hareket etmenin eğitim meselelerini değerlendirmeyeceği ve eğitim sistemine herhengi bir katkıda bulunmayacağı belirtilirken ikinci derecedeki konuları zaman zaman esas alınması sebebi ile milli eğitimin amaç ve hedeflerinden uzaklaşıldığının göz önünde tutulmasını istemiştir.
Köhnelerin mesleki terbiyesinin gidişatına dair raporu (1925) doktor kühne öncelikle niçin ve kimin için sorularına cevap arayarak güçlü bir devletin müesseselerinin işlerlik kazanmasını eğitilmiş insan gücü ile mümkün olabileceğini belirtirken milli devletin kurulması için yalnız siyasi fikri ve askeri açıdan kuvvetli olmanın yeterli olmadığı bunların güçlü bir ekonomi ve modern bir yönetimle tamamlamaması gereği üzerinde durmuştur
Ayrıca ekonomik gelişmenin sağlanması için, iklim şartları arazi verimliliği, ham maddelerin ön şart olmasıyla beraber bu unsurları değerlendirecek ve yönetecek insan gücünün bulunamaması veya yetiştirilememesi durumunda iktisadi kaynakları harekete geçirmek için gerekli olduğu bunu da en sağlam kaynak olan vergilerle karşılanmasını tavsiye etmiştir.
Dr. Köhne raporunda mesleki eğitim, sanayi ve üniversiteler konularına yer vermiştir.
Ömer Buyse nin Teknik Öğretim Hakkındaki Raporu ( 1927 )
1927 yılında Belçikalı teknik eğitim programları uzmanı, açılması düşünülen teknik okullar ve uygulanacak programlar hakkında rapor hazırlamıştır.
Ömer Buyse raporunda Belçika dan bilgiler sunarak Belçika ve benzeri batı ülkelerindeki ekonomik kalkınma, teknik eğitimin gelişmeleri konularına değinmiştir.
Bu raporun özü şu şekilde özetlenebilir:
Buyse’nin önerdiği programlar üç grup halinde incelenebilir.
1- İş üniversitesi ders programları
2- Sanat okulları ders programları
3- Akşam sanat okulları ders konuları
İş üniversitesinin çerçeve programı değinilecek yönü atölye, teknoloji, resim, matematik, fen bilgisinin değişik şekilleri ve beden eğitimi olarak özetlenebilir.
Bay ve Bayan Ruatelet : Buyse projelerin uygulanabilmesi için 1927 yılında bay ve bayan Ruatelet Türkiye deki mesleki eğitim için yeni planlar hazırlanarak, ders programlarında değişiklikler önermişlerdir. Bayan Ruatelet sanayi okulları kongresine katılırken, Bay Ruatelet Ankara ve İzmir de yaptığı incelemeler sonucu bir yüksek teknik öğretmen okulu projesi hazırlayıp sanat okulları programlarını yeniden düzenlemiştir. Bayan Ruatelet ise İstanbul ve Ankara da çeşitli kız okullarında yaptığı incelemeler sonunda Türkiye deki mesleki eğitimin yönlendirilmesi konusunda bakanlığa yeni bir tasarı sunmuştur.
Bayan Boccard: Raporunda kız sanayi okullarında devrim diye nitelendirebileceğimiz yeniliklere gidilmesinin gerekliliği, eğitimin çağdaşlaştırılması, öğretimin pratik alana kaydırılması, genel kültür dersleri, ev idaresi bilgilerinin verilmesinin gerekliliğini sunmuştur.
Prof. Dr. Oldenburg: Ziraat üzerine değinerek orta derecedeki tarım okullarını kurup geliştirmiştir. 1930 larda geri döndüğünde ise istediği kadar ve istediği programlarda tarım okulları açarak Alman kurumlarına uzmanlaşmak için Türk öğretmenler göndermiştir.
Albert Melch’in İstanbul Üniversitesi Hakkındaki Raporu:
Prof. Meche 1932 yılında ilk defa geldiğinde üniversite reformunun lehinde ve aleyhinde olan pek çok kişiyle görüşerek fakültelerin labaratuvarlarını, enstitülerini ve okul binalarını incelemiştir.
Sonuç olarak şu kararlara varmıştır. Bir ülkede özerkliğin büyük önemi vardır. Darül fünun yönetiminin hükümet tarafından atanması yerinde olacaktır. Çünkü siyasi atamaların üniverstelerin özerkliliğini zedeleyeceği, üniversite içerisinden bir grubun nüfuzu ile atamalar yapılmasına sebep olabilecektir. Darül fünun içerisindeki grubun ülkenin genel çıkarlarını hükümet kadar değerlendirecek durumda olmaması, bu grupların yapacağı atamaların daha fazla endişe kaynağı olmasına sebep olabilecektir.
1924 yılında Colombiya üniversitesi profösörlerinden Edward Aurel, İstanbul darül fünununun konferans salonunda tarih öğretiminde Amerikan usulü hakkında bir konferans vermiştir. Brant yönetimindeki Alman heyeti Türkiye nin ticari ve iktisadi yönünü incelemek için gelmiş ve Türkiye nin yabancı uzman getirmesi yerine Avrupaya çok sayıda öğrenci gönderilmesini önermiştir.
Prof. Dr. Paul Monree ise raporunda Türk eğitim sistemi, Amerikan ve Fransız usulleri arasında bir yerde olmalıdır. Körü körüne Fransız sistemine bağlı kalmayı bırakmalıdır. ( kendisinin filipinlerde uyguladığı sistem ).
• Okullarda daha çok pratik ve üretimi arttırıcı derslere yer verilmeli, tarım dersleri okutulmalıdır.
• Eğitim bakanlığı beni uzman olarak davet etse, önce bir Türk’ü benim yanımda bir yıl çalıştırıp, sonra ben onunla bir yıl Türk sistemini incelemeliyim. Ancak ondan sonra rapor ve projeler verebiliriz. .
1926 yılında gelen Prof. Dr. Frankline göre okullarda ve çevrede spora önem verilmesi, pratik derslerin arttırılarak tarım, orman ve ticaret okullarının sayısının arttırılarak edebiyat grubu derslerinin ikinci planda düşünülmesini istemiştir.
Prof. Dr. Henry Suzallaya göre ise milliyetçi yani sömürgeci eğitim usullerini kaldırarak bütün dünya milletlerinin aynı eğitim usulünü kabul etmeleri gerektiğini açıklayan konferanslar vermiştir.
Türkiye de 20 kadar konferans veren Fermiere ye göre Türkiye’nin yaptığı pek çok inkılaplarla geçmişe son verdiğini eğitim alanında da tek okul, laik okul, karma eğitim ve karma okul gerçekleştirecek hamlelerin atıldığını belirtmiştir.

IV. CUMHURİYET DÖNEMİNDE MESLEKİ VE TEKNİK EĞİTİMDEKİ YENİLİK VE GELİŞMELER
1927 yılına kadar meslek sanat okulları açma ve yürütme işi ile ve belediye idarelerinin sorumluluğundayken ve okulların araç- gereç , öğretmen yetiştirme ve istihdam edilmesi Maarif Vekaletine verilmiştir.
1933 te mesleki ve teknik öğretim genel müdürlüğü kuruldu. Buraya genel müdür 1941 de müsteşar olarak atanan kimya ve fizik öğretmenleri ve Fransa da yetişmiş Rüştü Uzel in teknik ve mesleki eğitime büyük emeği geçti. 1935 te mesleki ve teknik okulların masrafları Maarif Vekaleti bütçesine alındı. 1941 de sözü edilen genel müdürlük yerine meslek ve teknik öğretim müsteşarlığı kuruldu. 1934 lerden itibaren çok sayıda erkek kız sanat ve yapı endüstri enstitüleri, ticaret okulları, 1934 – 1935 te kız teknik, 1937 – 1938 de erkek teknik yüksek öğretmen okulları açılmıştır
3 Mart 1924 tarihli tevhidi tedrisat kanunundan sonra medrese kapatılınca imam yetiştirmek için imam hatip mektepleri açılmıştır. İlk açıldığında sayısı 29 olan bu okulların öğrenci yokluğunda 1931 – 1932 ders yılında tümüyle kapandığı resmi kaynaklarda ileri sürülürken 1951 yılında demokrat parti döneminde tekrar açılmıştır.
Amerikan Bu dönemde Türklerin giriştiği özel öğretimde her düzeyde gelişme gösterirken daha çok sağladıkları daha iyi öğretim imkanları (yabancı dil, ekonomik sebepler) nedeniyle varlıklı ve soylu ailelerin çocuklarına hizmet sunmuşlardır. 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan antlaşması ile birlikte Türkiye’deki azınlıkların eğitim haklarına ilişkin şu hükümler bulunmaktaydı. Her türlü masrafları kendilerine ait olmak üzere kendi dilleri ile öğretim yapabilirken Türkçe dersleri de zorunlu olarak okutulması gerekiyor.
Yabancı okulların Türk toplumuna etkilerini şu açılardan inceleyebiliriz.
1) Dini propaganda açısından
2) Kendi kültürlerini benimsetme ve yandaş kazanma girişimleri
3) Türk milli eğitimine katkıları
Yabancı okulların ilk açılışlarındaki gayeleri Hıristiyanlığı yayarak misyonerlik faaliyetlerini yönetmek istiyorlardı. Böylece misyonerler “isimsiz Hıristiyanlık” sayesinde çoğunluğu Türk olan öğrencilerin kişiliklerini şekillendirebileceklerini inanıyorlardı. Hıristiyanlık propagandasını bir ahlak eğitimi olarak yapmayı düşünen misyonerler bu eğitim içinde aile ve aile hayatı, meslek duygusu, insan haklarına saygı, sorumluluk, boş zamanları değerlendirme gibi konular vardır.
“Kırk senedir misyon üyeleri bilhassa Türkiye’deki Hıristiyanlığı sistematik bir şekilde aşılamaya muvaffak olmuşlardı. Bu gaye için grup halinde çalışan öğretmen, doktor, hasta bakıcı ve şair misyonerler dünya kiliselerinden devamlı maddi yardım görmekte ve maksatlarına erişmek için her türlü yola başvurmaktadır denilerek Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren misyonerlerin faaliyetlerinin gayeleri çok açık bir şekilde ortaya konmuştur( Ergün,1997 ).
Hıristiyanlığın dini yaymaları üç şekilde olmuştur:
1) Hıristiyanlığın doğrudan doğruya bildirilmesi
2) Açık dini iştirak
3) Zımni dini öğretim (yani çalışmaların aslında dini olduğunu belli etmeden gizli dini felsefelerini yaymaya çalışmışlardır.)

A. KENDİ KÜLTÜRLERİNİ BENİMSETME VE YANDAŞ KAZANMA GİRİŞİMLERİ
Propaganda okulları olarak da nitelendirilen yabancı okullarda her şeyden önce kendi dillerinde eğitim yapılması programlarının ve kitaplarının önceki dönemlerde denetlenememesi bu konudaki olumsuzluğu açıkça ortaya koyuyordu( Ergün, 1997).
Bunlar içinde en önemlileri: Talas Koleji,Robert Koleji,Bursa Amerikan Koleji gibidir.Kültürün önemine inanan Türkiye Cumhuriyetinin temsilcileri,Türk diline,tarihine ve coğrafyasına yani kültürüne yönelik olumsuzlukları kaldırabilmek için yabancı okullarda Türkçe’yi ve Türkçe kültür derslerini zorunlu tutup Türk öğretmeni tarafında verilmesini istemişledir. Yarattığı bir çok olumsuzluğa rağmen yabancı okullar yabancı dil öğretme, batılı eğitim sistemini geliştirme ve daha iyi imkanlarda eğitim verme gibi özelliklerinde dolayı diğer okullara nazaran tercih edilmişlerdir.

B. GENEL ORTA ÖĞRETMENİ YETİŞTİREN KURUMLAR
1. Örgün Eğitim Kurumları
Yüksek Muallim Mektebi, Musiki Muallim Mektebi ve Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüleri açılarak Ankara’da 1932-1933 öğretim yılında faaliyete başlayan Yüksek Beden Terbiyesi Mektebi idari bakımdan bağlı olduğu ve daha sonra şube haline gelen Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüleri açılmıştır.
2. Yüksek Muallim Mektebi :
1924- 1925 öğretim yılında eğitim öğretim hayatına başlayıp Şubat 1925’te müdür Hilmi Bey ilk Tedrisat Umum Müdürlüğüne atanmıştır. Bu kuruluşların teşkilat şekli şu şubelere ayrılmaktadır.
1) Edebiyat
2) Felsefe
3) Riyaziye
4) Tarih – Coğrafya
5) Fizik- Kimya
6) Taabiyat
7) Sanayi-i Nefise
Okulun öğretim süresi 8 yarıyıl olmak üzere 4 yıldır. Bunun ilk 3 yılı Darülfünundaki öğretimle mesleki derslere son yıl ise stajlara ayrılmıştır( Öztürk,1996)
3. Musiki Muallim Mektebi :
24 Temmuz 1923 talimatnamesine göre musiki muallim mektebi lise ve ortaokullarda müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla kurulmuştur. Akademi de Musiki Muallim Mektebi, Riyaset-i Cumhuriyet-i Flormonik orkestrası, Temsil Şubesi olmak üzere üç kurumdan meydana geliyordu.
4. Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü
Orta muallim mektebi, 1926- 1927 öğretim yılında Necati Bey’in kararıyla açılarak 1927-1928 öğretim yılında Ankara’ya nakledilmiştir ve aynı yıl Yüksek Tedrisata devredilen okulda bir de pedagoji şubesi açılmıştır. 1931 yılında yayınlanan teşkilat ve programa göre Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü ortaokul öğretmeni ve ilköğretim müfettişleri yetiştiren yüksek dereceli ve yatılı bir okuldur. Daha sonraki dönemlerde ise öğretmen yetiştirilmesini diğer kaynaklara uygulamaları şunlardır:
• Yedek subay öğretmenler
• Vekil öğretmenler
• Barış gönüllüleri
• Öğretmenlik formasyonu
• Mektupla öğretmen yetiştirme
• Hızlandırılmış programla öğretmen yetiştirme
• Askerliğini öğretmen olarak yapanlar
• Fakülte mezunlarının öğretmen atanması
5. Cumhuriyet Döneminde Halk Eğitim Çalışmaları
Cumhuriyet döneminin başında öğretmenler ve onların mesleki kuruluşları kentlerde, köylerde, irşat heyetleri (aydınlanma toplulukları) adı altında halkı aydınlatmaya çalışmışlardır. Halka devrimden bahsetmişler, okuma- yazma öğretmişlerdir (1925-1928) (Akyüz,2001)
1928 sonlarında Mustafa Necati’nin bakanlığı sırasında Latin harflerinin kabul edilmesi üzerine halka okuma- yazma öğretmek için Millet Mektepleri kurulmuş ve bu mekteplerde 16- 45 yaş arası kadın-erkek herkesi akşam saatlerinde yapılan bir eğitim sonucunda 4 ay boyunca eğitmişlerdir.
1930’lardan itibaren köylerde yetişkinlere okuma-yazma öğretmek için Halk Okuma Odaları açılmıştır. Daha sonra Türk ocakları kaldırılarak (Nisan,1931) Halk Evleri kuruldu. (19 Şubat 1932). 14 yerde birden açılmıştır. Bu iller; Afyon, Ankara, Aydın, Bolu, Bursa, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Eminönü, Eskişehir, Konya, Malatya ve Samsundur. Evler CHP tarafından açılıp kuruluş nedenlerini Mustafa Kemal’in şu vecizelerinde anlayabiliriz. “Gençlik, istikbalin ışığıdır. Gençlik mütemadiyen gelişen ve yetiştiren bir çalışmanın içinde yaşatılmalıdır. Milleti şuurlu, birbirini anlayan, birbirini seven, ideale bağlı bir halk kütlesi halinde teşkilatlandırmak lazımdır. En kuvvetli ders araçlarını ve yetişkin muallim ordularına malik olmak kati değildir. Halkı yetiştirmek, halkı bir kütle haline getirmek için ayrıca bir milli halk mesaisine ihtiyaç vardır. Silah kuvvetinden her türlü cebir ve madde kuvvetinden daha müessir olan fikir kuvvetidir. Bu milleti bu sahada yetiştireceğiz.”
Bir millet için en önemli unsur dildir. Dil, Türklerin İslamiyet’i kabul edişlerinden beri yabancı unsurlarla karışıp aralığını yitirmektedir. Din ise yalnızca bir Arap hayranlığı biçiminde anlaşılıyordu. Saray ve Medresenin ileri gelenleri halkı milli benliğinden uzaklaştırıp törelerini bıraktırıyor, Müslümanlık derken Araplık, İlim- İrfan derken Acemliği halka benimsetmeye çalıştıkları için devleti, aydın kesimi ise hem Türklükten hem de halktan uzaklaşıyorlardı. Tanzimat’tan sonra Avrupa hayranlığı işe karışmış ve ayrıca milliyet fikrini unutturmaya çalışan Osmanlı görüşüyle beraber Meşrutiyet yıllarında Jön Türkler ortaya çıkmıştır. Daha sonraları aydınlar Türlük özünü halkta arayarak bu zor günlerde “Mustafa Kemal ateşinin” etrafında toplandılar. Halk evleri, savaş yıllarında birbirine zıt insanlar bile biraraya getirerek milli benliğin tam olarak sağlamaya çalışmışlardır.Aynı yıl açılan Türk Dilini Tetkik Cemiyeti ve Türk Tarih Cemiyeti de bu hizmet için uğraşmıştır.
a) Halkevi Nedir?
Halkevi aynı kültürden gelen insanların toplandığı yerdir.Halkevleri her alanda gerilikle, gericilikle, taklitçilikle, kozmopolitik ve soysuzlukla savaşır. (Baltaoğlu 1950)
Halkevleri sayesinde aydınlarla halkın kaynaşmasını sağlayıp milli heyacın sağlanması ve halkın bilinçlenmesini sağlanır.Milliyet bilinci tarihimizde ,Türk milliyetçiliği (Türkçülük) üç safhadan geçmiştir.
1. Fikri safha:Ahmet Vefik Paşa’dan Türk Ocaklarının kuruluşuna kadar.
2. Romantik safha:1912-1931 Türk Ocakları devresi
İradi Milliyetçilik Safhası:Atatürkçülük,Atatürk milliyetçiliği devresi (Ergün 1997)
Halkevlerinin çalışma şekillerine baktığımızda,halkevi merkezinde ve halkevi binası dışındaki çalışmalar olarak ikiye ayırabiliriz.Halkevlerinin tek yönetimi zordu,bu yüzden çeşitli kollar açılmıştır.
1. Dil ve Edebiyat Kolu
2. Güzel Sanatlar Kolu
3. Temsil Kolu
4. Spor Kolu
5. Sosyal Yardım(İçtimai Yardım)Kolu
6. Halk Dershaneleri ve Kurslar Kolu
7. Kitaplık ve Yayın Kolu
8. Köycülük Kolu
9. Müzik ve Sergi Kolu gibi kollar açılarak halkın en iyi şekilde eğitilmesi sağlanmıştır.
C. KÜLTÜR İNKILAPLARI DÖNEMİ(1929-1931)
1. Türk Kültür Ve Sanat İnkılabı
TÜRK TARİHİ:Cumhuriyete kadar Türkiyede islam tarihini esas alan ümmetçi bir tarih Görüşü ile,Osmanlı Devleti eserlerde “İslam Tarihi”mekteplerde ise “Osmanlı Tarihi”okutuluyordu.Osmanlı Devletinin yıkılması ve halifeliğin kaldırılması,her iki tarih anlayışının da değerini düşürmüştür.Yeni Türk Cumhuriyeti Devleti ne İslam ne de Osmanlı tarihi ile temellendirilmezdi.(Ergün 1997)
Atatürk tam bir “tarih”hayranıdır.Bunun da en güzel örneği 1922 yılında kendisine Darulfünün Edebiyat Medresinin fahri profesörlüğü verilmesine rağmen,kendisinin tarihle daha çok ilgilendiği bu nedenle fahri profesörlüğünün edebiyattan çok tarihe ait olmasının daha uygun olacağını belitmez.
Daha sonraları Afet Hanım’ın Atatürk’e Fransızca bir coğrafya kitabında Türklerin sarı ırktan ve ikinci dereceden insanlar olarak nitelendirildiğini sorması üzerine H.G.Well’s in dünya tarihi ile duyarlığı Türkçe’ye çevirterek yayınlatmış.
1930’da Türk Ocakları Altıncı Kurultayında ,M.Kemal’in isteği üzerine bir “Türk Tarih Heyeti” kurularak bilimsel çalışmaların yapılmasına zemin hazırladı.Daha sonralarına kitaplığına birçok tarih kitabı aldırarak kendisinin ve yakın arkadaşlarının bu kitapları incelemesi sonucu,tarih çalışmaları resmi olarak devlet işi sayılmıştı.
Türk Ocakları Tarih Komisyonu yerine,12 Nisan 1931’ de Türk Tarih Tetkik Cemiyeti kurularak Türk milletinin kökleri Türklerin uygarlığa yararlılıkları gibi konular üzerinde çalışmalar yapıldı.2-11 Temmuz 1932 tarihinde Birinci Türk Tarih Kongreinde katılan 232 kişiden 196 sı öğretmen olup dinleyiciler arasında dönemin Eğitim Bakanının bulunduğu toplantıda tarih derslerinde bir bilgi ve metod birliği sağlanmaya çalışıldı.
Kongrede Türk Uygarlık tarihi ,ırk,dili ve edebiyatı ile ilgili bildiriler sunulup tartışmalar yapılmıştır.
İstiklal Marşı’nın sahibi şair Mehmet Akif milli tarih düşmanlarına şöyle haykırmıştır.
Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da
Maniyi fakat yıkmaya kalkışma bu yolda
Ahlafa döner korkarım eslafa hücumu
Mazisi yıkık milletin atisi olur mu?(Hacıeminoğlu , 1995)
diyerek bir milletin tarihinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır.
1935 yılında Türk Tarih Kurumu adını alan dernek ,Avrupa’daki Akademilerle yarışabilecek olması için çalışılıyor ve bir an önce Tarih ve Coğrafya Fakültesi kurulması fikrini geliştiriyorlardı.9 Ocak 1936 yılında fakülte kurulup daha sonraları Ankara Üniversitesi adını almıştır.
Atatürk 1935-1936 yıllarında dünya üzerinde kafataslarına göre çeşitli ırkların olduğunu uygarlığın bütün dünyaya Orta Asya’dan bu yuvarlak kafalı ırkın yaymış olduğunu ,cilalı taş devrinde Orta Asya’dan yayılan bu Türk insanlarının gittikleri yerlerdeki temel dili de oluşturduklarını ona ilkeler olarak kabul eden bir dil ve tarih görüşünü savunuyor,yayıyordu.(Ergün 1997)
1937 Eylülünde İkinci Türk Tarih Kurultayı toplanarak Türk tarih tezi etrafında bildiriler sunulmuş ve milletler arası bir niteliğe kavuşmuştur.
2. Dil İnkılabı
Cumhuriyet Döneminde dil sorunu Dil Heyeti kurulması,Akademi açılması gibi çalışmalar yapılıyordu.Türk dili ile ilgili sorunların bir kısmı yazıya bağlı olduğu için önce yazı inkılabı yapılarak,Avrupa ve Farsça kelimeler dilden atılarak sesleri Türkçe söyleyişe göre yapılmaya çalışılmıştır.Buna müteakip 1929 yılında okul programlarından Arapça ve Farsça derslerinin kaldırılması bu yeniliği destekler niteliktedir.
Yazı inkılabından sonra Dil Komisyonu dil sorunları üzerinde durarak,Türkçe’nin bilimsel incelemesini yapacak dilbilgisi hazırlayacak,Türkçe sözleri derleyip yeni bir sözlük hazırlanılması gibi çalışmalarda bulunulmuştur.
2 Temmuz 1932 deki Birinci Türk Tarih Kurultayında tarih araştırmalarının dil araştırmalarıyla desteklenmesi ,Türk tarihi gibi Türk dilinin de bilimsel incelemelere tabi tutulması isteği üzerine Kurultayın kapanış gecesi Atatürk’ün “Dil işlerini düşünecek zamanı gelmiştir”işaretiyle Semih Rıfat’ın başbakanlığında ve “Türkiye Cumhuriyeti Reisi Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin yüksek himayeleri altında bir “Türk Dili Tetkik Cemiyeti “ kuruldu.Bu dernek Türkçe’yi incelemek ,elde edilen sonuçları uymak için,kaynaklarına gelişmesine ve bugünkü ihtiyaçlarına göre bir Türkçe meydana getirecek eski eserlerden ve Latin dillerinden derlemeler yapacaktır.(Ertop,1963)
26 Eylül –6 Ekim 1932 de yapılan Birinci Türk Dili Kurultayında başlıca şu konular ele alınmıştır.
Türkçe’nin tarih köklerinin araştırılıp,Sümerce’ye benzediğine dair görüşlerin derinleştirilmeye çalışılması.
Türkçe de,en az Türk toplumları kadar dünyaya yayılmış başka dillerden kelime alıp,vermiş öz zenginliğini ortaya çıkarmak ve daha bu toplantıda Türkçe’nin bütün dillerin anası olduğu görüşü savunulmaya çalışılmıştır.
17 Ekim 1932 ‘de yayınlanan bildiriyle Türk yazı dilinden yabancı sözcüklerin atılacağı,konuşma dili ile yazı dillerini birleştirerek,derleme ve lehçelere dayanan sözlükler hazırlanacağı,Batı dillerindeki kavramlara Türkçe kavramları yapılacağını duyuruyordu.
1928’de itibaren hutbelerin Türkçe okunması ,1930 da Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesi ve 1932’den itibaren ezanın Türkçe okunması ile 1934 yılında çıkarılan soyadı yasası dolayısıyla öz Türkçe kelimelerin soyadı olarak alınmaya başlaması ,Türk dil inkılabındaki önemli adımlardan olmuştur.(Ergün,1997)
1934’teki İkinci Türk Dili Kurultayında belirlenen temeller üzerinde çalışma raporları ve bildiriler görüşülerek yabancı sözcüklerin atılıp Türkçe karşılıkları bulunması çalışmaları devam etmiş 1935 yılında Atatürk “Vatandaş Türkçe Konuş!”kampanyalarını açtırarak bütün vatandaşların Türkçe konuşmaları gerektiğini belirterek şu anlamlı konuşmayı yapmıştır.
“Türk demek,dil demektir.Milliyetin çok bariz vasıflarından biri dildir.Türk milletindenim diyen insanlar,her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.
Tükçe konuşmayan bir insan;Türk halkına ,camiasına mensubiyetini iddia ederse ,buna inanmak doğru olmaz.(Baydar,1960)
Türkçe’nin Hint-Avrupa kökenli dil grubundan olması Atatürk’ü Güneş Dil Teorisine götürdü.Almanlar bu teoriye benzer nitelikte “Ay-Dil Teorisi”öne sürselerde Atatürk’ün asıl esin kaynağı Avusturyalı H.F.Kuergel’in “Türk Dilindeki Bazı Öğelerin Psikolojisi”adlı çalışmadır.
Bu teoriye Güneş-Dil denmesinin nedeni ,bütün insanlığa hayat verenin güneş olması ve bütün dillerin,insanın güneş karşısındaki duygu ve düşüncelerinin ifadesinden çıkması görüşüdür.Bu teorinin ana ilkeleri şunlardır.
 Bütün dillerde bir kök,bir de buna eklenmiş sesler vardır.Esas dil kökteki seslerdir.
 Ses bakımından birbirine yakın konsonlar birbirinin yerine geçmektedirler.
 Bazı seslerde bazı anlamlar birikmiştir.(Korkmaz,1963)
 24-31 Ağustos 1936 günlerinde toplanan Üçüncü Türk Milli Kurultayında Güneş Dil ilkeleri ayrıntılı olarak tartışılmaya devam edilmiş ve bu arada Ankara’da bilimsel araştırmalar yapmak üzere 9 Ocak 19362da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kurulmuştu.
Atatürk döneminde ,sağlam ilke ve programlarıyla Türk dil inkılabının ön hazır devresi tamamlanmıştı.
Cumhuriyetin kuruluşunun doğurduğu ümit ile ilk yılların niteliksel eğitim planlaması ve sistem planlaması çok başarılıdır.Parlak Maarif Kadroları çağın bilgisini çözüp gelenekle yeniliği birlikte yorumlayarak milli kültürün oluşumunda öncülük yapmaktaydılar.(Tekışık,1999)
3. Tiyatro:
Bu dönemde en önemli sorun ;Türk kadın tiyatro sanatçılarının sahne almaları sorunudur.İstanbul zaptiyesi sahnede Afife Hanımı kovalarken ,çağdaş görüşe sahip Atatürk’ün karşısında 1923 yılında İzmir’de müslüman bir Türk kadını (Muvahhit Hanım)sahneye çıkabiliyordu.
1930 yılında Atatürk tiyatro sanatçılarını kabul töreninde yaptığı konuşmada “Efendiler,hepiniz mebus olabilirsiniz,vekil olabilirsiniz,hatta reis-i cumhur olabilirsiniz.Fakat sanatkar olamazsınız.Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu sanatçıları sevelim”demiştir.(Ergün 1997)
1933 yılında Avusturyalı Joseph Marx’ın önerisiyle modernleşen tiyatro ,Türkiye’de operet türünün yerleşmesine ve yerli tiyatro oyunlarının sayısının artması ve çocuk tiyatrolarının açılmasına sebep olmuştur.
4. Resim ,Heykel ve Süsleme
İslam dininde bu sanat dillerinin yasak olduğu gibi asılsız söylemler neticesinde bu sanat kolları fazla gelişmemiştir.
Ancak Cumhuriyet Döneminin ilk heykeli ,3 Ekim 1926’da İstanbul Sarayburnu’na dikilen Gazi Mustafa Kemal heykelidir.
Daha sonraları Mustafa Necati Bey Sanayi Nefise Müdürlüğü kurup bunu işlevselleştirmek için Sanayi Nefise Encümeni görevlendirmiştir.
Bakanlığın mimarı uzman Prof.Dr.Egli VE Avusturya’dan getirilen bir süsleme sanatları uzmanı,daha sonra Akademide önemli görevler yapmışlar,1828’deki Tezyini San’atlar Bölümü’nün yanı sıra Akademide 1936 yılında da Türk Tezyini Bölümü kurulmuştu.
Bizzat Atatürk’ün emriyle 1937 yılında bir de “Resim ve Heykel Müzesi” açılmıştır.(Ergün,1997)

[ALINTI]
@ksibey

Çevrimdışı Tutku

  • tutku
  • Arkadaş
  • Uzman
  • *
  • İleti: 2.265
  • Karizma Puanı: 338
ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK EĞİTİM TARİHİ
« Yanıtla #1 : 20 Ocak 2008, 14:21:13 »
Aksibey öğretmenim, harika bir yazı, teşekkürler. +1 Mustafa Kemal , bugünleri görseydi...'' nasıl bir kabusun içindeyiz'' der ve mahalli kurtuluşu yeniden başlatırdı büyük olasılıkla...Biz kimi bekliyoruz? Kim dur diyecek bu karabasana...

Çevrimdışı renklerintanrıçası

  • (renklerintanrıçası)
  • Uzman
  • *****
  • İleti: 1.438
  • Karizma Puanı: 372
  • Resim Yarışmalarına Kesinlikle Katılmayacağım....
ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK EĞİTİM TARİHİ
« Yanıtla #2 : 20 Ocak 2008, 14:28:07 »
O dönemle bu dönemi kıyaslamak mümkün bile değil..Ne Yazıkki kendi kısır döngüsünü yaşayan türkiye eğitimden de nasibini almış durumda..teşekkürler aksibey..
Dünya üzerinde en güçlü silah, ateşlenmiş insan ruhudur.