Gönderen Konu: Beliz Güçbilmez ile Frida KAHLO Üzerine...  (Okunma sayısı 4748 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı lüƃǝşʎɐ

  • Ayşe+:)
  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 3.608
  • Karizma Puanı: 1293
Beliz Güçbilmez ile Frida KAHLO Üzerine...
« : 19 Eylül 2008, 23:59:39 »




Frida 'Yaşasın Hayat' oyununun yazarı Doç.Dr.Beliz Güçbilmez ile Frida KAHLO Üzerine Söyleşi

Kendiniz için söz ederek başlamak ister misiniz?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dramatik Yazarlık Bölümü'nde öğretim görevlisiyim. Daha önce Mersin Üniversitesi Tiyatro Bölümü'nde araştırma görevlisi olarak çalıştım. Frida'dan önce de oyun yazıyordum ama Frida oyunun proje düzeyinde bir ilk çalışma olduğunu söyleyebilirim. Oyun yazmak bugüne kadar... oyun yazmak anlamına geliyordu! Frida'da çok inandığım bir şeyi yapma fırsatım oldu. Oyun yazmayı edebi bir etkinlik olmaktan çıkaran unsur, sahne gerçeğini hesaba katarak yazmak. Jülide'nin birkaç ay içinde bu oyunu oynayacağını bilerek yazmak önemliydi. Biri bir gün kapının çalıp sahnede Frida'yı oynamak istediğini söyleyip, ona bir oyun yazmanızı talep ettiğinde bunun farklı bir süreç olduğunu anlıyorsunuz zaten. Daha baştan sizin dışınızda birinin, çalışma odanız dışında bir mekanın varlığını ve o varlığa bağlı ağırlığı hissederek yazıyorsunuz.

Bu oyun nasıl ortaya çıktı?

Aslında tuhaf bir tesadüf oldu benim için. Mersin'de yaşarken, bu oyunun dramuturgu Zerrin Yanıkkaya'yla aynı evi paylaşıyorduk. O dönemde, Frida oyununu yazmak için birtakım malzemeler toplamaya başlamıştık. Sonra yıllar geçti, biz oyunu yazmadık, çalışmadık ama üstünde konuştuk, düşündük. O dönemde de bir Frida rüzgarı vardı. Zerrin İstanbul'a yerleştiğinde gazetede bir haber okumuş; Frida Kahlo hakkında bilgi toplayacak, üzerinde çalışacak bir ekip arandığını öğrenmiş. Frida ile ilgili çalışmalar, Jülide Kural'ın yönlendirmesiyle uzunca bir süredir bir "kadın projesi" olarak yürüyormuş zaten. Pek çok tanıdık ismin olduğu bir kadın grubu, Frida'yı yazmak için birkaç toplantı yapmışlar. Jülide Kural'la tanıştığımızda Frida projesinin beş yıldır aklında olduğunu söyledi. Birkaç girişimi olmuş; bazıları olumlu sonuçlanmış, bazılarından da hiçbir sonuç alınamamış. Jülide, bu oyunu yazabilecek birini arıyordu. Zaten Zerrin de ortak arkadaşımızdı. Böylece Ankara'da bir araya geldik ve üç-dört saatlik bir görüşme yaptık. Jülide, projeyle ilgili düşüncelerini anlattı, ben de nasıl bir şey 'taşıdığımı' söyledim. Tiyatrodan ne anladığımı anlatmaya çalıştım. Yaklaşık iki ay sonra da oyunun omurgasını gönderdim ona. Dönüştürülecek bir haldeydi ama bütün omurgası hazırdı. Çok heyecanlandı. Tamam, dedik ve devam etmeye karar verdik. O omurganın üzerine oyunu kendimce kurmaya çalıştım. Oyunu teslim ettikten sonra iki kez daha buluştuk, kimi yerlerde anlaştık kimi yerlerde anlaşamadık. Anlaşamadığımız yerlerin pek çoğunu onun kafasındakilere yaklaştırdım. O yüzden de bu oyun, "Jülide Kural versiyonu" benim için.



Frida Kahlo'yu seçmenin bir sebebi olmalı? Neydi sizi ona taşıyan?

Dramatik bir malzeme olarak çok iyi bir olanak. Merkezinde bir "kaza" bulunan, onunla parçalanmış bir hayat aslında Frida'nınki. Ama buna rağmen, üzerine sanatlı bir hayat, estetize edilmiş bir hayat kurulabilir mi, sorusuna verdiği yanıt beni çok heyecanlandırmıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse ben Frida Kahlo'yu 1996'dan önce tanımıyordum. Önce resimlerini gördüm, ondan sonra hayatını okudum. Zaten ikisi de yan yana... Kendi hayatını sanat eserine dönüştürebilmek gibi bir yeteneği var. Çok az insan bunu yapabilir. Resmiyle tanıştığınız zaman hayatıyla da tanışıyorsunuz Frida Kahlo'nun. Meksika gibi fazla "erkek" bir toplumda Frida Kahlo, bir kadın olarak yolunu çizmiş ve o yolda yürümüş. Bu beni çok etkiledi. Komünist olmuş, sanatçı olmuş, kadınlara yakıştırılmayan ne varsa hepsini "olmayı" becermiş. Bu bana çok heyecan verici geliyor. Üstelik Diego gibi çok güçlü bir erkek figürünün yanında durduğu halde becerebilmiş bunu. Diego ile Frida'nın birlikte çekilmiş fotoğraflarında gördüğümüz o oransızlık bile çok ilginç. Biri kocaman bir adam, diğeri küçücük bir kadın. Ama buna rağmen hiç de küçük kalmamış o kadın. Frida'nın hikayesi benim için orada başlıyor.


Frida Kahlo'nun ressamlığı kadınlığının önüne geçiyor mu? Ya da kadınlığı başka bir kimliğini geride bırakıyor mu? Sizi en çok etkileyen yanı ne?

Kimi zaman komünistliği benim için çok önemliydi, kimi zaman sanatçılığı, kimi zaman kadın olma biçimi, çocuk doğurmak isteyip de doğuramaması... başka başka dönemlerimde başka başka yönleri ilgilendirdi beni. Ama normalde hiç kimseyle bu kadar uzun bir zaman ilgilenemezsiniz. Ama ilgileniyorsanız da, yaşamınızın herhangi bir yerine denk düşüyorsa da dönüp bakılacak çok değerli bir şey vardır orada. Biraz öyle bir şey benim için Frida'nın hikayesi. Bir de açıkçası bireysel yapılan sanatlar beni çok çekiyor. Oyunculukta birileriyle birlikte olmak zorundasınız oynamak için. En azından rol arkadaşınızla göz teması kuruyorsunuz. Ama resim yapmak da yazmak da kendi kendinize yaptığınız şeyler. Benim gibi asosyal biri, Frida gibi sosyal birine pek yakışmıyor ama öyle bir çekiciliği var benim için. Yalnız kalıp gece resim yapmasıyla, gece yalnız kalıp onun oyununu yazmam arasında bir sürü bağlantı var.

Gece, onunla aranızda bir ortaklık kuran bir zaman mıydı? O kadını daha çok hissettiğiniz...

Gece, çünkü, antenlerini açtığın zaman... Oyunun ilk versiyonunda ismini 'gece'li bir şey koymak istedim, gece yazılmış bir oyun olduğu için. Frida da geceleri sancılardan uyuyamayan bir kadın. Yazmakla ilgili sancılı söylemi biraz da öyle bir şey zaten. Bu kadar hassas davranmak konusunda kendi kendimize sözler verdiğimiz, yeminler ettiğimiz bir mesele olunca, -sonuçta özel bir kadının hayatını yazıyorsunuz- burada sorun yaratacak çok alan var, "acıklı" bir hikayesi var, o "acıklı" hikayeyi sömürmeden anlatmak çok zor. Bütün bu zorlukların üstünden atlayıp geçildi mi, çok emin değilim. Göğsümü gere gere bir şey diyemem ama niyet öyle bir niyet.

Frida, hastalığıyla, bedeniyle, resimleriyle, Diego'yla yaşadığı aşkla birçok parçası olan bir kadın. Bu oyunu yazarken başlangıç parçanız hangisi oldu. Yola çıkarken önünüze koyduğunuz temel cümle neydi?

Okulda Dramatik Yazarlık bölümü öğrencilerine bir "temel cümle" olması gerektiğini söyleyip duruyorum. Ama Frida'nın hayatında, onu anlatmak konusunda öyle temel bir mesele var ki, ister istemez onun kendini ifade etme biçimiyle onun hikayesi arasında müthiş bir çakışma oluyor. Onun o paramparça bedeni veya paramparça hayatı, kronolojik olarak da parçalara ayrılmış bir hayattır. Amerika'sıyla, Meksika'sıyla, Diego'yla, Troçki'yle parçalı, episod episod bir hayattır sanki onunki. Bütün hayatlar öyledir belki ama onun bedeni parçalı, hayatı parçalı, kafası parçalı... Bütün o parçalılık hali, onun parçalı omurgasında sanki bir biçimde temsil ediliyor gibiydi. O yüzden de aslında "ben bu oyunda ne diyorum"a karar vermeden önce, şunu yapmanın daha doğru olduğuna karar verdim: Ben zaten bunu bütünlemeye çalışmayacağım. Üstelik kasten kendini yıktığı, kendini parçaladığı, kendini bıçakladığı ve episodlara böldüğü bir hikayeyi (oyununu yazarak zaten kötü bir şey yapıyorsun belki de) yapıştırmaya çalışmak çok kötü geldi bana açıkçası. Bu hikaye çok dramatik bir biçimde anlatılabilirdi, başı sonu bir sıraya konulabilirdi, ona özen gösterilebilirdi ama onun parçalı bıraktığı bir şeyi tamamlamak küstahlığında bulunmak istemedim. O yüzden parçalı kalsın, hatta oyunun taslak hali görünsün istedim. İzleyici için bu rahatsız edici olabilir, ama bu da onu temsil etme yollarından biri, diye düşünüyorum. Bu, daha dürüst, daha sahici gibi geliyor bana. O yüzden bu oyun, Frida'yla ilgili ne söylediğinden çok, bir insanın hayatının sahne üzerinde nasıl temsil edilebildiği üzerinde duruyor. Asıl mesele bu. Frida'nın hikayesini sömüreceğim, ona haksızlık edeceğim korkusuyla oyunu yazmaya başladığımdaki asıl iddiam şuydu: Bir insanın hayatı kendi hayatını ortaya koymadan temsil edilemez, kimse de bunu yapamaz. Bu ön kabul o kadar sahici bir şeye dönüştü ki bende, oyun yazma süreci müthiş bir parçalama, kırma, içine çekilme, kendine kapanma süreci halini aldı. Bu süreç sahnede tekrarlanıyor mu, o başka bir şey. O rejiyi yapanla, oyuncuyla ilgili olabilir. Ama bu benim için taslak bırakma girişimidir. Frida'nın hayatında bu kaza olmasaydı Frida'nın hayatı nereye giderdi, sorusu nasıl anlamsız bir spekülasyon ise, benzer biçimde bu hayatı toplamaya çalışmak da benzer bir anlamsızlığa çıkacaktı. Bu yüzden buna özellikle dikkat ettim. Bir yazarlık deneyimi olarak temel meselem, birinin hayatını temsil etmekti.


Frida'nın hikayesinde en çok dikkatinizi çeken neydi?

Onun aşık olma biçimi, diyebilirim. Çünkü her şeye aşık olan bir kadın. Siyasete de aşkla bağlanıyor; nerdeyse günlüğüne Marx, Lenin yazıp kalpler çizebilecek bir kadın, tabii bunu yapmıyor. Dolayısıyla aşkın onu anlatabileceğini düşünüyorsunuz. Kız kardeşiyle, kocasıyla, annesiyle, özellikle de babasıyla ya da diğer devrimci arkadaşlarıyla ilişkisi gibi oyuna girmemiş o kadar çok malzeme var ki!.. O gençlik yılları... Her gece bir destan gibi neredeyse. Benim için Frida, aşkın bütün yüzleriydi. Yazma aşamasında nereye dokunursam dokunayım, "ah, evet, aşkı anlatmak lazım"a geliyordum. Çünkü yaralara bile tutkuyla bağlanacak, onları güzel bulabilecek bir kadın olduğunu düşünüyorum. Öyle olunca, onu en iyi anlatabilecek şeyin aşk olduğuna inandım; hem cinsel aşk hem de aşkın her çeşidi...

Oyunda Frida'nın komünistliğinden de resimlerinden de söz açıldığında dönüp dolaşıp Diego'yu ya da başka aşklarını buluyoruz karşımızda. Onun bu tutkulu yaşayışına karşı oyuncu ona gitme, bu kadar sevme diyor. Oyuncu Jülide Kural da bir röportajında onun gitmesine karşıyım, ona çok kızıyorum, demiş. Ama Frida'nın yapabileceği başka bir şey yokken, aşkı böyle yaşayan bir kadına, oyuncunun bu kadar kızmaya hakkı var mı sizce?

Aslında suçlamak olarak düşünmedim bunu ama bu biraz da "mesafe koyma" meselesi. Frida'yla oyuncuyu metinde birbirinden ayırıp, birinin diğeriyle ilişki kurmasını sağlayınca, o ikisi arasındaki ilişki sevgili, kız kardeş ya da anne-kız ilişkisine dönüşüyor. Öyle olunca da bunu ben yaşıyorum diye değil de benim yanımda bir kadın yaşıyor diye bakıyorum. Yanımdaki kadının, kendisine haksızlık eden, sürekli başkalarına giden, onu bir bakıma çiğneyen bir adama gitmesi içime dokunuyor. Kendimle özdeşleştirmekten çıkıp sevdiğin bir kadını, kız kardeşini, anneni ya da kızını böyle bir şeyden sakınmaya dönüşmesi... "Yapma artık, gör bunu, işte öldürdü seni" diye sakınma, Frida'yı Diego'dan sakınma... O Diego'ya "Alçak domuz!" dediğinde ben de içimden söylüyorum bunu.


Frida'nın yaşadıklarının sanatını nasıl beslediği yeterince açıklanmıyor sanki. Metinde boşluklar var mı sizce?

Başta da söylediğim gibi, ilk defa sahne metni yazmayı denedim. İki ay sonra sahnede olacağını bilerek yazdığım bir metin, hayalî bir yönetmen için yazılan metinden çok ayrıdır. Oyuncu için, içini dolduracağı boşlukları da olan, baştan parçalanmış bir şey kurmaya karar verince metin de buna fazlasıyla izin verdi, ama yönetmenin içinde dönüp dolaşabileceği, kendini iyi hissedebileceği, orada yeniden bir şeyleri kurabileceği bir metin yazmaya çalıştım açıkçası. Projenin başında oyunu yönetecek birtakım isimler vardı, onlarla bazı görüşmeler yapılmıştı. Ama süreç içinde Jülide'nin kendisinin yönetmesi gündeme geldi ya da öyle tercih edildi. Bir yönetmenin bu oyunu çalışmasıyla Jülide'nin oyuncu olarak yönetmesi arasında çok fark var. Evet, bu oyunda Frida'yı hakikaten çok hisseden, belki hiçbir yönetmenin sahip olmayacağı bir şansa sahip biri Jülide. Kafasında en başından beri sahneler vardı. Onun sağladığı bir sürü avantaj var Jülide'ye ama başka bir takım dezavantajları da var. Seçkin Selvi, yazdığı eleştiri yazısında "Yazar da, oyuncu da, reji de oyunun çok içinde; bu yüzden dışarıdan bakmak gibi bir şansları olmamış" demiş. Dışarıdan bakacak biri mutlaka olacak varsayımıyla yazılmış bir oyun bu. Metin içinde boşluklar var, evet. Jülide bunu sinevizyonla çözmeye çalıştı. Frida resimlerini anlatırken o resimleri seyirci görüyor sinevizyonda. Öyle birebir değil ama bizi bir tür retrospektiften geçiyor.

Buna gerek var mıydı? Başka türlü doldurulamaz mıydı o boşluklar?

Aslında, oyuncunun görüntüyle ilişkisi, rolünden soyunması sinevizyon sayesinde daha da kolaylaştı. Ama resimleri tek tek göstermek konusunda şunu söyleyeceğim: İzleyici bunları bilmiyor olabilir. Resimlere yapılmış bir sürü atıf var. Resimlerin seyircinin gözünde canlanamayacağını, bu yüzden metindeki atıfların boşa gideceğini düşerek sinevizyon kullanıldı. Ama bir metni sahnelemenin binbir yolu var. Tek yolun bu olmadığı açık.


Frida'nın ressam olduğunu bu göndermelerle anlatıyorsunuz zaten. Neden doğrudan oyuncunun eline bir palet bir fırça verip işin kolayına kaçmadınız?

Biz Frida'yı elinde fırçasıyla da gösterebilirdik sahnede ama tercih etmedik. Bunun da birçok nedeni vardı: Her şeyden önce, klişe bir görüntü olurdu bu. Laf aramızda ben Jülide'nin kendini renklere, boyalara buladığı bir şeyler yazmıştım. Çünkü boyaların çok canlı olacağını var saymıştım. Sonra yine aynı klişeye düşme korkusuyla vazgeçtik galiba. Frida deyince tuvalin karşısında biri geliyor aklına. Ve o hep görmeye alıştığımız yüzü... Ama Frida yalnızca tuvalin karşısına geçtiğinde "ressam Frida" olmuyor ki! Bütün hayatını böyle yaşıyor o. Renklerle, kokularla, dokularla... Dokunmak çok önemli onun için. Keşke heykeltıraş olsaydı, diyor insan bu yüzden. Oyunda daha çok, onu temsil edilmemiş haliyle temsil etme çabası var. Jülide provalara başladıktan sonra, aynı dönemde Frida filmini de izlemiştim. Filmin yönetmeni Julie Taymor olağanüstü biri. Sahne tasarımlarından tanıyorum onu. Müthiş bir kataloğu vardır, elden ele dolaşır. Taymor'un "Frida" filminin merkezinde resim görüntüleri, sürrealist düşler, düşlerle resimlerin birbirine karışması vardır. Bu da Frida'yı anlatmanın başka bir yolu, diye düşünüyorum açıkçası. Az önce söylediğim o binbir yoldan biri sadece. Beğenirsiniz, eksik bulursunuz ama bir yoldur.


Beliz Güçbilmez bu oyundaki Frida'nın ne kadarı?

Buna çok net bir yanıt veremiyorum şu haliyle. Sonuçta, oturup evde tek başıma yazıp tamamladığım, hiçbir şeyini değiştirmeden Jülide'ye verdiğim bir oyun olsaydı daha çok Beliz olurdu içinde. Daha mı iyi olurdu, bilmiyorum. Oyun, bu haliyle, Jülide'nin hem tiyatrodan hem de oyunculuktan anladığı şeyler anlamında, kendisi oynayacağı için ondan daha fazla şey taşıyor. İlk yazdığım versiyonda benim oyuncum vazgeçiyor. Diyor ki; bir başkasının hayatı temsil edilemez zaten. Ama Jülide'nin oyuncu tanımı içinde oyuncu bir büyücü ve o zaten bir yolunu bulur! O bakış açısına daha yakın bir metin, sahnede oynanan. Belki başka yerlerinde de birtakım farklılıklar vardır. O yüzden bu haliyle beni çok da temsil etmiyor artık. Çünkü buradaki oyuncu beceriyor. Ben beceremeyen oyuncudan yanayım. Oyuncunun "beceriksizini" seviyorum ben galiba. Rolüne sakar bir dikkatle yaklaşmasını... Ben kağıtla uğraştığım, o da sahneyle uğraştığı için böyle bir ayrışmamız var. Bu da anlaşılabilir bir şey. Zaten bir metin yönetmenin eline geçince yazarıyla ilişkisi kalmıyor. Jülide bunları bana sormadan adını bile değiştirse durum değişmezdi. Yazarından izin alınması gerektiğine inanmıyorum bu yüzden. Yazar ne kadar sahne için yazdığını iddia ederse etsin sahne başka bir yer; başka bir dile çevrilmesi gerekiyor. O yüzden yazılan değil, oynanan oyun daha çok Jülide Kural'ı temsil ediyor. Her zaman öyle olur zaten!


Sahne tarafından baktığımızda metnin değişebileceğini biliyoruz, ama yazar tarafından baktığımızda Frida'ya müdahale edilmesi sizi rahatsız etmedi mi?

Burada sanırım Frida Kahlo hakkında konuşmakla oyun hakkında konuşmak arasında pek bir fark yok. Her dönemde yazarlar "Oyunumu mahvetmişler!" demeyi seviyorlar. Ben kendimi o anlamda yazardan saymıyorum açıkçası. Çünkü öyle bakmıyorum tiyatroya. Bir de bu proje üzerinden konuşulduğunda böyle bir şeyin denemeyeceğini de düşünüyorum. Frida benim yarattığım bir karakter değil ki! Baştan beri Jülide Kural'ın oynayacağı bir oyun diye yazdım zaten. O yüzden ben değişiklikleri bu işin doğası olarak algılıyorum. İki kafanın her anlamda çakışıyor olması çok da mümkün değil. Sonuçta oyuncu da yazar da başka türlü var olmak zorundalar. Metni verdiğimde bir yönetmen o oyundan ne anlıyor? Metin en fazla nerelere gidebiliyor? Şimdilik bunu bilmek hoşuma gidiyor, bu benim için bir süreç. Oyunu kendim yazdım, kendim yaptım demek, işi biraz da mafyalaştırmak oluyor.


Yeni projeleriniz var mı?

Şu anda "kadınlı" bir oyun yazıyorum. Bir de epeydir kurduğum bir çöl oyunum var.


Çölde geçen ve çölün bütün o çağrışımlarını taşıyan... Hayata ve tiyatroya bakışınızda, duruşunuzda 'kadın'ın yeri nedir?

Bunun kaçınılmaz bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Başka türlü yazamadığım için böyle yazmak gerektiğini bilmek gibi bir şey. Ama kendimde kazımaya çalıştığım bir yönü de var. Buna ilişkin duyarlığımı öne çıkarmaya çalışıyorum. Zaten kırılgan bir duyarlık. Hayat bunu çiğneyip geçiyor. Sonra bir bakıyorsunuz, fark etmeden daha kabalaşmış, kalınlaşmışsınız bu konuda. Sonuçta yazmak insanın kendine dönmesini sağlayan bir şey. Yalnızsam, kimse yoksa etrafımda, kimse bana cümle kurmuyorsa ve hayatta yapmam gereken şeylerin uzağındaysam, orada kendime yaklaştıkça kendimdeki kadına yaklaşma ihtimalim de artıyor. Erkekleştirilmiş ya da cinsiyetsizleştirilmiş kimliğinizden uzaklaşma şansınız oluyor. Yazmanın bu konuda müthiş bir terapi olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla ben her yazdığımda iyi kötü kalemim beni o tarafa çekiyor. Dünyaya şapkanızın altından, eteğinizin içinden durup baktığınız zaman neyi anlatırsanız anlatın zaten bir kadın öyküsü anlatıyor olursunuz. Göz kendini görmese de bakan göz sonuçta bir kadına aittir. Kadına bakmadan da o kadının oradaki varlığını hissedebiliyorum ben. O yüzden benim iççin "oyun yazma" süreci kendi kimliğini bulma sürecidir. Herkes için yazmanın biraz böyle bir yanı vardır zaten. Çok da hoşlanıyorum öyle olmasından. Daha çok okumak ve mesela şunu hep aramak istiyorum: Kadınlar yazdığında başka bir dil kurmayı becerebilmişler mi? Genellikle olmadığını seziyoruz çünkü. Hiç de kolay bir şey olmadığını biliyorum. Benim için de kolay değil. Çünkü öğrendiğimiz dil böyle bir dil değil. Konuşmaya, okuma yazmaya ilk başladığınız andan itibaren zaten bir başka dil öğretiliyor size, yabancı bir dil olarak. Sonuçta o unuttuğunuz ya da hiç bilmediğiniz dili yeniden konuşmak çok zor. İnsanlar birbirlerine destek olabilir bu konuda. Kimsenin elinde bir reçetesi yok belki, ama sezgiler var. Başka tanışıklıklar, farkındalıklar var. O yüzden bir düzeyde bu insanlarla bir araya gelip konuşmayı isterdim, kendi dilini arayan ve o dilin sözlerini tek tek kurmaya çalışan insanlarla bir araya gelmeyi...


Söyleşi: Uğur Yüksel

D.T.C.F. Tiyatro Bölümü
Tiyatro Tarihi ve Teorisi Anabilim Dalı II. Sınıf öğrencisi


alıntı adresi:burdan