Gönderen Konu: Nuri Pınar - Ebrû Hakkında Röportaj  (Okunma sayısı 2667 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Nuri Pınar - Ebrû Hakkında Röportaj
« : 17 Ağustos 2008, 20:43:45 »

Nuri Pınar - Ebrû Hakkında Röportaj
19 Eylül 2007 tarihli TURKISH DAILY NEWS gazetesindeki ebrû röportajı - Türkçe

Ebrû sanatının uzun bir tarihi ve tamamen kendine özgü bir tekniği vardır. Türk ebrûsu olarak bilinen bu sanatın kültürel önemi cilt sanatının bir öğesi olarak başlamış olsa da, artık günümüz sanat dünyasında kendi yerini almıştır. Ebrû sanatı, işlevselliğinden yapımında kullanılan malzemeye ve motiflerine kadar yüzyıllar boyunca yayılmış bulunmaktadır. Bu geleneksel sanatın işlevi yavaş yavaş kaybolmaktayken, günümüzün önde gelen ebrû sanatçılarından olan Nuri Pınar, ebrû yapmayı, dünyayı bu sanatın varlığından haberdar etmeyi ve bu sanatın devamını sağlamayı bir görev olarak üstlenmişti.

Ebrû yapım süreci, boyalar tamamen suyun içinde şekillendiğinden dolayı, sadece bu sanata özgü bir haldir. Yoğunluğunu artırmak amacıyla içine kıvam verici maddeler konan su, dikdörtgen bir tekneye dökülür. Boya yüzeye serpiştirilir ve ortaya çıkan boyalı su üzerinde metal çubukların gezdirilmesiyle motif oluşur. Motif oluşunca emici bir kâğıt önce su yüzeyine özenle yatırılır ve akabinde teknenin kenarına sürtülerek dikkatlice dışarı çıkarılır. Böylelikle su yüzeyinde oluşturulan motifler kağıda aktarılmış olur.

Pınar bu özgün sanat biçimiyle, 1976 yılında İsviçre’de yaşarken tanışmış. Turist rehberi olarak çalışırken , ” Türk Sanatında Ebrû ” adlı bir kitap okur ve okudukları kendisinde büyük bir ilgi uyandırır.

“Okuduğum bu kitap hayatımı değiştirdi. O zaman ebrû yapan bir tek hoca vardı ve bu sanat ölmek üzereydi. Bu kitaptaki bir cümle “eğer usta çırak bulamazsa bu sanat yok olabilir” diyordu. Bu sanatı yok olmaktan kurtarmalıyım diye düşündüm.”

Pınar bir hafta sonra işten arda kalan bir zamanında kendini İstanbul’da, kitapta sözü edilen ustanın huzurunda bulur. “Kendisine vardığımda bu sanatı öğrenmek ve yok olmaktan kurtarmak istiyorum dedim. Usta bana birinin intizar edip etmediğini sordu, çünkü ebrû gibi çok çetrefilli olan bir konuya ilgi duymuştum. Bu işi İsviçre’de yapamayacağımı, ve İstanbul’da kendisiyle altı ay çalışmam gerektiğini söyledi”.

Pınar hüzünlü bir şekilde İsviçre’ye döner ve nihayet kendi başına öğrenmeye karar verir. Ebrû tekniklerikonusunda okuyup edindiği birçok bilgileri uygulamasına rağmen henüz düzgün bir sonuca ulaşmış değildi. Yedi ay sonra ustayı tekrar görmek üzere İstanbul’a döndüğünde, usta kendisine bu işe hiç bulaşmamasını tekrarlar. Bu cevap kendisinde bir infial yaratır. Ustadan ebrû konusunda eğitim alamayacağı gerçeği karşısında kaygılanır ve kendi kendine söz verir : “Ebrûyu ustadan daha iyi yapmaya karar vermiştim. Bu artık bir gurur meselesi haline gelmişti.”

Uzun yıllar eline geçirebildiği her kitabı okuyup uygulayarak kendini yetiştirmeye gayret eder. Ebrû ile ilgili Orta Çağ’a ait belgeleri anlamak için Latince öğrenir. Yaşamını değiştiren kitabın yazarı Prof. Dr. Uğur Derman bir seminer vermek üzere 1980 yılında İsviçre’ye gelir. Bir tevafuk eseri Pınar kendisinin tercümanı olur. Ancak, kitabını imzalamasını Uğur Derman’dan rica edene kadar, ebrûya olan ilgisini açıklamaz. Pınar, Uğur Derman’a ebrû tekniğini kendisine öğretmesini rica ettiğinde Derman, bu konuda fazla bir fikri olmadığını ve bu kitabı sanat tarihine olan ilgisinin dışında yazdığını söyledi. “Kendi kendime deneyerek ebrûya devam etmeye karar verdim ve büyük bir olasılıkla doğru düzgün bir şekilde ebrû yapabileceğime inanıyordum.”

“Kendimi eğitmek için yabancı kaynaklardan yararlandım. Türkçe hiç bir kaynak yoktu. Biz buna Türk ebrûsu diyoruz ancak ebrû ile ilgili bir kitabımız bile yok. A.B.D.’de yüzlerce, İngiltere, Avustralya ve Yeni Zelanda da birçok kitap olmasına rağmen ülkemizde hiç yoktu. Burada yayınlanmış bir kitap dahi yokken, ebrûnun Türk sanatı olduğunu nasıl iddia edebiliriz. Gelecek nesiller için hiç bir tarihsel miras yok. Kimse sanatla değil, parayla ilgileniyor, gözlerinde sadece dolar işareti var.”

Bu miras, Yalnızca sanatı yaşatmak için değil, onu gelecek nesiller için korumayı ve Türk kültürünün bir parçası olarak devamını sağlamak amacıyla, Pınar’ı tutkuyla ebrûya bağlayan temel nedenlerden biridir.

Ebrûnun kültürel anlamı

“Ben ebrûnun sanat mı yoksa zanaat mı olduğunu bilemem. Bu iş sanat tarihçilerinin işidir” diyerek Pınar devam etti.

Başlangıçta ebrû ciltçiliğin bir parçasıydı ve beyaz kâğıt gözleri kamaştırdığından dolayı hat sanatında zemin olarak ebrûlu kağıtlar kullanılıyordu. Ebrûlu kağıtlar ayrıca Osmanlı döneminde resmi işlemlerde, örneğin sözleşmelerde kullanılıyordu. Belge üzerindeki yazıların silinerek tahrifat yapılmasına karşı ebrû güvenli bir zemin teşkil ediyordu. Çünkü resmî kâğıdın üstündeki yazı silinmek istendiğinde ebrû da silinecekti. Pınar şöyle devam etti: “Benjamin Franklin sahtekârlığı önlemek için paraları ebrûlu kağıtlara bastırıyordu. Diğer yandan muhasebe defterlerinin kenarlarında da ebrû mevcut olup defterden bir kâğıt yırtılıp kopartılırsa bu apaçık belli olurdu.”

“ Ebrûnun kültürel önemi Kitap Sanatlarından bir tanesi olmasından kaynaklanıyor. Günümüzde Arap harfleriyle hat yazan veya okuyan yok. Kitap ciltleyecek usta yok, ebrûnun geleceğine ilişkin olarak kimse düşünce üretmiyor. “ diye Pınar devam etti.

Pınar’ı öğrenciliğe kabul etmeyen usta, 1967 yılında eserlerini çerçeveletip bir sergi açmak suretiyle, ebrûyu halka tanıtmış oldu ve böylelikle ebrû yayılmaya başladı. Pınar’ın belirttiğine göre : “Artık ebrû kumaşa, ahşaba ve birçok başka malzeme üzerine alınabilmekte, ancak asıl ebrû sadece kağıda alınandır.”

Ebrûnun manası kültürden kültüre değişmektedir. “Ebr” Çağatay Türkçesinde bulut manasına geliyorken, “ebrî” bulutları hatırlatan, buluta benzeyen manasına gelmektedir.

Pınar şöyle dedi : “Amerika’da olduğu gibi batı kültürlerinde, çok katı ve soğuk bulduğum, hâreleme manasına gelen “marbling” sözcüğü kullanılmaktadır. Biz bir Doğu toplumuyuz, hayal dünyamız daha zengindir. Biz ebrûyu bulutlara benzetip, isimlendirmişiz, çünkü bulut şeklini, rengini hiç durmadan değiştirir, ışıklı ve romantiktir ve ona elle dokunamazsınız. Şu isimlendirme konusunda bile kültürel farklılığımız bariz olarak ortaya çıkmaktadır.”

Ebrûnun evrimi

Pınar şöyle devam etti: “Değişmeyen tek şey her şeyin değişmekte olduğu kuralıdır. O bakımdan ebrû da değişmektedir.

Meydana gelen ilk değişim ebrûnun işlevselliği konusundadır. Kağıt süsleme sanatlarının bir türü olarak başlamış olsa da, günümüzde ebrû başlı başına bir sanat haline gelmiştir. Bilinen en eski ebrû Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunmaktadır. Şair Arifî’nin Gûy-i Cevgân adlı Divan’ı (şiir antolojisi) olan bu yapıt miladî 1539 tarihlidir.

İkinci değişim malzemeler ile ilgilidir. Başlangıçta sadece organik boyalar kullanılıyor ve kıvam artırıcı olarak ta tek tip zamk kullanılıyordu. Bugün ise hem kimyasal hem de organik birçok türde pigmentler kullanıldığı gibi ayrıca deniz yosunundan sahlepe kadar birçok kıvam artırıcı zamk ta kullanılmaktadır. Üçüncü bir değişim ise motiflerde göze çarpmaktadır. Başlangıçta ebrû sadece soyuttu, ancak son 130 yıldır ebrûcular üslûplaştırılmış çiçekler de nakşetmektedirler.

Son olarak ta, ebrûyu önceleri sadece erkekler yapıyorken, artık günümüzde hanımlar da yapmaya başladılar. Pınar şöyle devam etti : “Bu değişimlerin nedenleri son derece basittir : Gereksinim ve istek.”

Ebrûyu sürdürmenin önemi

Pınar gelecek nesiller için ebrûyu sürdürmek konusunda vermiş olduğu sözü tutmakta çok kararlı. Pınar için ebrû Türkiye’de, yalnızca uzun bir geçmişe sahip olduğundan değil, Türk kimliğinin bir parçası olduğu için de önemli.

“Ben küreselleşme karşıtıyım. Küreselleşme tüm kültürleri yutacak ve ortalıkta bomboş insanlar bırakacak. Yerel kültürler tamamıyla yutulacak. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Kültürüm beni ben yapandır. Tambur ve ney beni ben yapandır. Benim kimliğim bu topraklardır ve Türkiye’den geçer. Köklerimiz derinlere inmektedir ve ben buraya aitim. Küreselleşme benim köklerimi ve kültürümü yok edecek. Ayrıca bu tarz gelenekli sanatlar her kültürün gereksinimidir. Ben küreselleşme karşıtıyım ve son otuz beş yıldır da buna muhalefet ettim. Ebrûm ve ney sazımla buna aktif olarak direniyorum. Küreselleşmeyi durduramayacağımın farkındayım, ama bu topraklardan dolayı direnmek zorundayım. Ben Avrupa’da yirmi beş yıl yaşadım, ancak hiç bir zaman oraya ait olmadım, ben Türk’üm ve kültürümün devam etmesi için ebrû sanatımız ve tüm gelenekli sanatlarımız devam etmelidir. “

Pınar şöyle devam etti : “Şu anda aynı elbiseyi giyen bir milyar kişi ortaya çıkardık. Herhangi bir farklılığı kabul etmekte zorlanıyoruz, ama hepimiz birbirimizden farklıyız. Bir göz diğerinden farklıdır. Her şey farklıdır. Güzellik farklılıktadır. Bu farklılığı baki kılan ise sanat ve sanatçılardır.”

Ancak bu anlayış bölgesel düzede başlamalı, zira farklılığı oluşturan toplumun kendisidir. Pınar’ın sergilerine farklı ülkelerden gelen ziyaretçiler gördükleri eserlerin güzelliği ve ilgi çekiciliği karşısında hayrete düşüyorlar. Ancak Pınar, Türk toplumunun sergilere gereken ilgi ve dikkati göstermediğini, bununda sergi sayısının az olmasına ya da İzmir gibi bir büyük kentte sanat galerilerinin kapanmasına yol açtığını düşünüyor.

“İzmir, ilgisiz tüccarların şehridir. Burada kimse sanatla ve sanatın hayatta kalmasıyla ilgilenmiyor. İşadamlarının çoğu rakı-balık sofrasında kişi başı 200 YTL harcar ama sanata 50 YTL’lik bir katkıda bulunmaz.” diyerek, Pınar sözlerini sürdürdü.

Ebrû diğer gelenekli sanatlardaki gibi, tarihsel olduğu kadar günümüz toplumuyla da ilintilidir. Buna rağmen geleneksel Türk sanatlarının yaşaması Türk halkına bağlıdır. Pınar misyonunu, bu sanatın yaşayacağından emin olmak amacıyla onu hiç bir zaman terk etmemek olarak belirlemiş. Ebrû gibi gelenekli sanatların yaşaması ancak insanların onları devam ettirmelerine bağlıdır. Bu bir sanatı koruma meselesi değil insanların kimliklerinin devamının sağlanmasıdır.

Çeviren: Bahadır Turan


kaynak: nuripinar.com/?p=25

çok çalışmak zamanı