Şeyh Hamdullah
Osmanlı hat ekolünün kurucusu, hattatların kıblesi ve kutbu, okçuların şeyhi ünvanlarıyla tanınan Şeyh Hamdullah 830-833 yılları arasında Amasya'da doğdu. Babası Mustafa Dede, annesi Hafîze Hâtun'dır. bir rivâyete göre Şeyh'in dedesi Rukneddin, bir rivâyete göre de babası Buhârâ'dan Amasya'ya göç etmiştir. (1)
Şeyh Hamdullah'ın dünyâya gelişiyle ilgili güzel bir rivâyet vardır: Şeyh'in babası Mustafa Dede Amasya'da evlenme çağına gelince, kendisine erbâb-ı mükâşefeden bir veli: "Ey Dede, seniz tezevvüc edeceğin filân mahallede bir fakîrenin kızıdır. Ve andan gayrı değildir. Hemân anı al, sakın tereddüt etme" diyerek, tavsiyede bulundu. Bu mânevî işâret üzerine, Mustafa Dede yetim kızla evlendi. Bir müddet sonra o yaşlı azîz ile tekrara karşılaşınca, bu sözün hikmetini sordu. Pîr-i münir velî ellerini kaldırarak: "Ol fakîre-i sâlihenin yetîmesini vasiyyetim tutup aldın. Allâh Sübhânehu ve Teâlâ andan sonra sana veled-i sâlih vere ki, anın kemâlâtı ve meârif ve mehâsini meşhûr-ı her şehir, mezkûr-ı her derh olup, anın nâmı ilâ-yevmi'l-kıyâme-zinde ola ve ismi Hamdullah ola" diye duâ eder". (2)
Bu samîmi, mütevâzî mânâ erinin hayır duâsından bir müddet sonra Şeyh Hamdullah dünyâya gelir. (3)
O mes'ûd asır, Osmanlı devletinin idârî, siyâsî ve iktisâdî istikrar kazandığı bütün vatan coğrafyasında ilim ve san'atta rönesans hareketlerinin başladığı bir devirdir. Böyle dört başı mâmur bir cemiyetin bünyesinden doğan büyük san'atkârımız, daha çocuk yaşından îtibâren hikmet ve san'at muhitlerine girmiş, mükemmel bir tahsil görmüşlerdir.
Şeyh Hamdullah, bir taraftan kendine ve cemiyetine faydalı olacak ilim ve hüneri tahsil ederken, bir taraftan da İslâmî îmâna bağlı bir ahlâk anlayışını, Zeynîye tarîkatı şeyhlerinden babası Şeyh Mustafa Dede'nin terbiyesine girerek kazanmış, hilâfet almıştır. Bu sebeple adı Şeyh olarak da yâdedilir. Onun vefâtından sonra Nakşıbendiye tarîkatı şeyhlerinden Emîr Buhârî Seyyid Ahmed Efendi'nin sohbetlerine devâm etmiştir.
Böylece zamânın âlim, san'atkâr ve velîleri, dâhî san'atkâr ve büyük insan rolünü alacak olan bir sîmayı müştereken hazırlamışlar ve insanlık âlemine hediye etmişlerdir.
Topkapı Sarayı Kütüphânesi Emânet Hazînesi 2862 numrada kayıtlı, Şeyh hattıyla, baş kısmı ve ketebe sayfası eksik, on sekiz kıt'a, sülüs Halvetiye silsilenâmesi mevcuttur. Her sayfada iki satır sülüs, tarîkatnâme arasına nesih hadîs-i şerifler yazılmıştır. Müstakimzâde'nin Tuhfe'de, Nefeszâde'nin ed Gülzâr-ı Savab'da: "Şeyh Hamdullah, Mustafa Çelebi'nin birkaç kıt'ada tarîkat şeyhlerini yazmıştır. Çoğu hattatlar da bunu esas alarak silsilenâme yazmışlardı" diye bahsettikleri silsilenâme bu olmalıdır. Şeyh'in yazdığı bu meşâyih silsilesinin son halkasında adı geçen Mustafa Çelebi b. Sarıkadı, Hamdullah Efendi'inin şeyhi ve babasıdır. Sarıkadı Rükneddin Efendi de dedesidir.
Şeyh Hamdullah'ın Zeyniye tarîkatından hilâfet almakla berâber bâzı kaynaklarda Sühreverdiye (Gülzar, s. 50) ve Halvetiye tarîkatından gösterilmesi, Zeyniye'nin, Sühreverdiye tarîkatının bir kolu olmasındandır. Harîrîzâde: "Zeyniye tarikatı, Sühreverdiye ve Rifâiye tarîkatının birleştirir" (4) diyor. Halvetiye de bir noktada Sühreverdiye ile birleşir. Bu sebeple bâzen Şeyh'in intisap ettiği tarîkat, bâzen de ana tarîkat zikredilmiştir. Sarıkadızâde Mustafa Çelebi, ayrıca Halvetiye'den de icâzet almış olabilir.
Amasya'da, Hayreddîn Mar'aşî'den, hat san'atını nazarî ve âmeli olarak tahsil ettikten sonra, icâzet almış olan Şeyh Hamdullah asıl tekâmülünü Yâkût Musta'sımî ve Abdullâh-ı Sayrâfî'nin yazıları üzerinde yaptığı uzun mesâîler netîcesinde elde etmiştir. (5)
O sırada Amasya sancağında vâli bulunan Sultan Bâyezıd-ı Velî dahî Şeyh'in bu feyizli meclislerinin müdâvimi olmuş, ayrıca Şeyh'e sık sık evrâd, ezkâr ve kıt'alar yazdırarak hat san'atında yeni bir ufkun açılması için teşvik ve gayret sarfetmiştir. (6)
Beste yapabilecek kadar mûsikîye ve şiire vâkıf olan İkinci Bâyezid, Şeyh Hamdullah'tan da hat meşkederek me'zun olmuştur. Bu münâsebetle aralarında mânevî râbıta husûle gelmiştir. (7) Bir zaman sonra Osmanlı tahtının sâhibi olacak olan Bâyezid-i Velî'nin iç bünyesinin teşekkülü, zararlı duygulardan arınarak şahsiyetini bulması, Şeyh ile Sultan arasındaki bu muhabbet ve teslimiyetin mahsûlüdür. Fâtih sultan Mehmed'in vefâtı ile Osmanlı tahtına oturan Bâyezid-i Velî, Şeyh Hamdullah'ı İstanbul'a dâvet eder. Bu dâvet üzerine İstanbul'a gelen Şeyh Hamdullah, saraya kâtip ve muallim, ayrıca Okmeydanı Okçular Zâviyesi'ne şeyh tâyin edilir. (
Şeyh'e olan muhabbetinden, ona yakın olmak için meşkhâne tahsis eder. Bu târihten sonra yazdığı eserlerin ketebesinde ekseriya Kâtibü's-Sultân Bâyezid Han ünvânını kullanılır. Haftada iki gün saray dışında yazı meraklılarına meşk yapardı.
Şeyh gibi bir san'at dehâsının yaratıcı gücünü harekete getiren belki Bâyezid Han'ın ilme, san'ata, bilhassa hat san'atına gösterdiği büyük alâkasıdır. Bir gün sohbet esnâsında, Bâyezid Han hazîneden yedi adet Yâkut yazısı çıkarıp: "Bu tarzdan gayrı bir vâdî ihtirâ olunsa idi iyi olurdu." (9) şeklinde Şeyh'e tavsiyede bulunur. Bundan sonra çileli bir mesâî ile Şeyh Hamdullah'ın kendi üslûbunu ortaya koyduğu rivâyet edilir.
Büyük san'atkârın yeni üslûp yaratma yolundaki ıztırâbını, Müstakimzâde şöyle dile getirmektedir: "Şeyh Hamdullah geçmiş büyük üstadların ve Yâkût'un yazıların günlerce dikkatle inceledi. Onların yazı estetiğinde elde edemedikleri, yazının klâsik nisbetlerini, en güzel duruş ve satır üzerindeki âhengini, önce zihninde şekillendirdi. Fakat zihnine resmettiği güzel biçim ve âhengi kâğıt üzerine dökmekte güçlük çekiyordu. Bu yaratma ıztırâbı günlerce sürdü. İşte böyle son derece muztarip olduğu bir anda Hızır aleyhisselâm zuhur edip elini tutarak, ona harfleri bir bir tâlim etti ve ıztırâbını hafifletti. Şeyh Efendi kısa zamanda hayâlinde yaşattığı yazı tarzını himmetle, Allâh'ın bir hediyesi olarak elde etti." (10)
Hat san'atında ekseriyâ böyle teceddütler, beşerî gayret ve dehânın yanında ilâhî himmetle meydana gelmiştir.
Sarayın harem dâiresinde Kur'ân-ı Kerîm ve aklâm-ı sittede kıt'alar yazan Şeyh Hamdullah, haklı olarak sultanın husûsî hürmet ve ihsânına nâil olmuştur. Vazîfesi mukâbilinde aldığı otuz akçe gündelikten başka, Üsküdar muhîtinde kendisine ik, kâğıtlarını mühreleyenlere de bir köy timâr olarak tahsis olunmuştur. (11)
Şeyh ve Sultan arasında kadîm bir dostluğu dayanan bu yakınlık, bilhassa ulemâ arasında hoş karşılanmıyordu. Bu sızlanışları sezen Bâyezid Hand devrin büyük ilim adamlarını bir araya topladı. Şeyh'i de bu toplantıya dâvet etti. Sonra Şeyh'in hattıyla yazılmış olan Kelâm-ı Kadîm'i getirip, mecliste hazır bulunan ulemânın her birine temâşâ ve ziyâret ettirdi. Hayranlıkları sükûta varan ulemâya teveccühen Bâyezid: "Böyle bir hattât-ı muhterem ve kâtib-i mes'ûd-rakama mülûk-i mâziyyeden kimse mâlik olmamıştır" diyerek hattatlığın kutbu, feyiz saçan üstâdın kendi zamânında zuhûrundan duyduğu saâdeti dile getirdi. Daha sonra mecliste bulunan ulemânın bütün te'lif ve şerhlerini kemâl-i edeble önündeki rahlenin üzerine üst üste dizdi. Sonra da Şeyh'in yazdığı Kelâm-ı Kadîm'i alıp ulemâya: "Bu kitabı kitapların üstüne mi, yoksa altına mı koymak câizdir?" diye sordu. "Kur'ân-ı Azimüşşan üstüne kitap veyâ başka bir şey koymak nasıl câiz olur?" diye cevap verdiler. Sultan Bâyezid latîfe yolu ile ulemâyı ilzâm ederek: "Bu kişinin izâfet-i ihtirâmiyyesi katı çokdur. Hazret-i Kur'ân'ın kitâbetini bu kadar ihyâ etmiş bir fert yoktur. Bu kişiyi sizin tahtınıza nice iclâs edelim?" dedi. Böylece hüner ve ma'rifeti gönül tâcı yapmış sultan, ilim erbâbını da incitmeden bir hakîkatin zuhûruna sebep olmuşlardı. (12)
Şeyh'in aklâm-ı sittede birbirinden güzel eserleri san'at sâhasında intişâr ediyor, rağbet kazanıyordu. Bütün hattatlar Şeyh gibi, Şeyh vâdisinde yazmaya gayret sarf ediyorlardı. Kânûnî zamânının güneşi Ahmed Karahisârî istisnâ edilirse, Yâkut mektebi Şeyh'in üslûbu karşısında devrini tamamlamış bulunuyordu.
Şeyh Hamdullah ekolünde, aklâm-ı sittenin bütün nevîlerinde olgunluk çağı idrak edilmiş, Mushaf-ı Şerif, cüz, murakka', kıt'a ve kitaplarda, yeni bir anlayışa hat san'atının en güzel örnekleri verilmiştir. Şeyh'in TSM, EH. 2083, 2084, 2086 numaralarda kayıtlı bulunan aklâm-ı sitte murakka'ları, altı nevî yazıdaki gelişmeyi gösteren en güzel eserleri arasında bulunmaktadır.
Şeyh Hamdullah'ın sa'nat hayâtında Amasya ve İstanbul olmak üzere iki safha vardır. Yâkut yazı tarzının hâkim olduğu (evâil) gençlik, başlangıç yazılarını Amasya'da, kendi yazı üslûbunu ortaya koyduğu eserlerini ise İstanbul'da vermiştir.
Şeyh Hamdullah ile berâber Mushaf kitâbetinde reyhânî yerine nesih yazı büyük ehemmiyet kazanmış; sahîfe nizâmı, satır araları en güzel ölçülerini bulmuş, Mushaf yazısına zerâfet, sâdelik devamlılık ve sevimlilik getirilmiştir. Şeyh mektebinde nesih yazısının insanda hayranlık ve hürmet uyandıracak derecede güzelleşimesi ve kolay okunan bir yazı nevfî olması, kitap ve Mushaf-ı Şerif yazısı olarak tercih edilmesine sebep olmuştur. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'in resmedilmesinin hikmetlerinden biri de hatâsız ve kolay okunmasını sağlamaktır.
Ayrıca Şeyh mektebinde Mushaf metni bir çeşit yazıyla, nesihle yazılarak, metinde devamlılık ve okumada kolaylık sağlanmış, zamanla muhakkak, reyhânî veyâ aklâm-ı sittenin karışık olarak kullanıldığı Yâkût tertîbi Mushaf kitâbeti terk edilmiş, yerine bütün İslâm dünyâsında Şeyh üslûbu, nesih hatla mushaf yazma geleneği hâkim olmuştur.
Eserlerinin ekserîsini murakka' ve kıt'a olarak vermiş bulunan Şeyh Hamdullah koltuklu sülüs nesih kıt'anın Türk zevkine uygun ölçü ve şeklini ortaya koymuştur. Kendinden sonra gelen bütün hattatlar şeyh kıt'alarındaki eb'ad, şekil, metin hattâ kâğıt rengine varıncaya kadar taklit etmişlerdir. Sözlükte: "yama, kâğıt parçası" gibi mânâlara gelen ruka, murakka' veya murakkaa kelimesi İslâm San'atlarında bir terim olarak birbirine yapıştırılıp, mukavva gibi olmuş kâğıdın üzerine yapıştırılmış hüsn-i hat numûnesi kıt'alardan meydana gelen albüme denir.
Yâkut Musta'simî'den sonra yaygınlaşmaya başlayan güzel yazı albümü, murakka'lar kıt'alardan meydâna gelir. Yazı gurubuna ve nev'ine göre ekseriyâ aklâm-ı sitte murakka'ı, sülüs-nesih murakka'ı, muhakkak-reyhânî murakka'ı, tevkî-rikâ' murakka'ı diye isimlendirilir. Çoğu kere de uzun tutulan bir satır sülüs, muhakkak veyâ tevkî satırı altına iki, üç, sekiz, on satır nesih reyhânî veya rikâ', satırları düz veya mâil bir şekilde yazılarak çeşitli eb'adlarda dikdörtgen bir mukavvâ üzerine yapıştırılır. Yanlarında kalan boşluklar (koltuklar) ve yazı etrâfı renkli kâğıt üzerine altın serpilerek (zerefşan), ebrû veyâ tezhiple süslenir. Bir araya getirilen kıt'alar klâsik usûlde ciltlenir.
Daha ziyâde sülüs nesih yazıların işlendiği ve kullanıldığı Şeyh mektebinde zamanla reyhânî ve tevkî terkedilmiş, muhakkak yazı besmele kitâbetinde rikâ, hatt-ı icâze adıyla hattat ketebelerinde ve ilmiye izâzetnâmelerinde ve kitapların ferağ sahîfelerinde sınırlı kalmıştır. Yâkûtâne yazıdaki durgunluk, Şeyh tavrında harflerin tenâsübü en güzel şekilde sağlanarak akıcılık, kıvraklık ve mûnislik getirilmek sûretiyle ortadan kaldırılmıştır.
Şeyh Hamdullah, hattan başka okçulukta mezil te'sis edecek kadar ileri gitmiştir. Okmeydanı'nda ilk menzil taşlarından biri ona âittir. Ayrıca yüzücülükte Üsküdar'dan Sarayburnu'na geçebilecek kadar mâhir idi. (13)
Maddî ve mânevî arzular arasında muvâzeneyi çok iyi sağlamış bulunan Şeyh, bâzen derûnî bir iştiyakla, Akbaba ve Almedağı'ndaki ikâmetgâhında günlerce uzlete çekilir, zikir ve ibâdetle mütelezziz olurdu. Ekseriyâ bu bekâ âlemine açılan dünyâsından II. Bâyezid'in dâveti ile İstanbul'a inerdi. II. Bâyezid'in vefâtından sonra, Sultan Selim zamânında tamâmen inzivâya çekildi. İhtiyarlığında başının titremesine rağmen mübârek eli titremezdi. Gençliğinde yazdığı gibi metin ve güzel yazardı. Seksen yaşında yazdığı Kur'ân-ı Kerîm ketebesinde: "Sultan Bâyezid'in kâtibi olan hattatın saçları ağardığı ve yaşı seksen ve bidı' olduğu halde bunu nasıl yazar insaf ile nazar et" (14) denilmektedir.
Selim Han'ın vefâtından sonra tahta geçen Kanûnî Sultan Süleyman, dede dostu Şeyh Hamdullah'ı saraya dâvet ederek hürmet ve îtibar etti. Kendisinden bir Kur'an yazmasını istemişse de, o yaşlılığını ileri sürerek bu hususta Muhyiddîn-i Amasî'yi tavsiye etmişti. Bu merâsimden kısa bir müddet sonra (926/1520) târihinde vefat eden Şeyh Hamdullah, Karacaahmed Mezarlığı'nda sırlandı. Müstakimzâde'nin kaydına göre kabir taşı, çok sonra Şâhin Ağa adında bir hattat tarafından yazılmıştır. Taşta: "Reîsü'l-hattâtîn Hamdullah el-Ma'rûf bi-ibni'ş-Şeyh rahmetüllâhi aleyh" yazılıdır. (15)
Şeyh Hamdullah ilim ve san'at dünyâmıza bilhassa altı nevî yazıda nâdide eserler vermiştir. Mîmârî'de tezyînî bir unsur olan celî yazılarla pek az meşgul olmakla berâber, İstanbul'da Fîrûz Ağa, Dâvud Paşa, İstanbul Beyâzid Câmii ile Edirne Bâyezid Camii kitâbeleri onun eseridir.
Kırkyedi aded küçük ve büyük boy Kur'ân-ı Kerîm, ceylan derisi üzerine bir mesâbih ve meşârik, Sûre-i Kehf, Evrâd-ı Şerîf ve binlerce murakka' yazan Şeyh Hamdullah'ın İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi'nde A. 6567, 6552, 6667, 6565 numarada kayıtlı, yazdığı Mushaf-ı Şerifler, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi'nde cüz ve murakka'attan ayrı, 402 numarada Kur'ân-ı Kerîm, Süleymâniye, Ayasofya Kütüphânesi'nde 10 numarada kayıtlı Kur'ân-ı Kerîm Topkapı Sarayı Müzesi III. Ahmed Kütüphânesi'nde 1996 numarada Fatih Sultan Mehmed için istinsah ettiği iki tıbbî eser, 5 numarada kayıtlı Kur'ân-ı Kerîm, Emânet Hazînesi'nde, 71, 148 numarada kayıtlı altı nevî yazıda murakka' şeyhin yazı san'atında koyduğu estetik kâideler ve vasıfları hakkında bilgi veren en güzel örneklerdir.
Türk Milletine malolan Şeyh Mektebi, oğlu Mustafa Dede (ö. 945/1538) ve Dâmâdı Şükrullah HAlîfe ile devam etmiştir. Tespit edebildiğimiz 43 talebesi arasında Mehmed Handan, Ali b. Mustafa, Behram b. Abdullah, Hayreddin el-Kudsî (ö. 943/1536); Hüseyin Şah Çelebi, Sultan Korkut (ö. 919/1513); Mehmed b. Ramazan (ö. 979/1571); Receb b. Mustafa (ö. 958/1551); Mahmed Defterî (ö. 953/1546) ve Mustafa b. Nasûh önde gelenlerdir.
Şükrullah Halîfe'den sonra Şeyh ekolü, oğlu derviş Mehmed b. Şükrullah (988/1580); Hasan b. Hamza Üsküdârî (1023/1614); Hâlid Erzurûmî (1040/1630); Derviş Ali (1084/1673); Mustafa Suyolcu zâde (1097/1685); Hâfız Osman (1110/1698); Seyyid Abdullah (1144/1731); Hoca Mehmed Râsim (1169/1755) Efendi gibi meşhur hattatlar elinde devir devir işlenerek, XIX. asırda aklâm-ı sitte, bilhassa sülüs-nesih yazıları kemâl derecesine ulaşmıştır. (16)
Böylece, Şeyh Hamdullah'tan başlayarak XX. asra kadar müesseseleşmiş kültür ve san'atlarını bütün vatan sathına aynı şevk ve hamle ile yaygınlaştıran Osmanlı Türkleri güzel yazıyı san'atların efendisi mevkiine yükseltmişlerdir. (Bazı bilgiler M. Serin Hattat Şeyh Hamdullah isimli eserden kısaltılarak alınmıştır.)
Şeyh Hamdullah hattıyla bir nesîh sayfa (Ann Arbor, MI, Abdülhamid II koleksiyonu, nr. 197)