Gönderen Konu: SANAT VE TOPLUM İLİŞKİSİ  (Okunma sayısı 36655 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ilker

  • İlker ÖZTÜRK
  • Administrator
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 8.587
  • Karizma Puanı: 1882
    • GorselSanatlar.NET
SANAT VE TOPLUM İLİŞKİSİ
« : 26 Kasım 2007, 21:05:50 »

İnsan nedir sorusuna, insan önce tek bir kişidir, bireydir diye cevap verebiliriz. Ancak bireyolan insanın kökeni toplumdur. Aristoteles: "İnsan toplumsal bir canlıdu" der. Bu düşüncenin ışığı altında insanı toplumsal bir varlık olarak belirlersek, insanın yaşamını da toplumsal yaşamdan soyutlamak mümkün olmaz. Sanat fenomenine katılan, onun oluşmasına yardım eden insan, böyle toplumsal bir varlık oldu
ğuna göre onun ürettiği sanat yapıtı da toplumsal bir ürün olacaktı. !
Sanat bireyselolarak insan bilincinde aracısız bir şekilde doğar, anlam kazanır. İnsan emeğinin bir ürünüdür. Ancak herhangi bir ürün değildir. Örneğin: Örümcek, bir dokumacı ustaliğı ile ağını örer, ya da arıhücresini yaparken gösterdiği ustalıkla birçok mimarı gölge de bırakır. Ancak en beceriksiz mimarı bile en usta arıdan ayuan özellik yapacağı işi önce düşünce olarak kafasında yaratmasındadu. Bu bakımdan bir sanat ürünü yaratan emekte, insan düşüncesi vardır. Sanat salt insanı anlatmaz, doğayı ve toplumu da anlatır. İnsan mutlaka bir toplum içinde yaşamaktadır. Bu onun yaşadığı toplumun kültürüne, tarihine katılmasını gerektirir. Sanatın estetik özünü toplumsal olaylar, insanların toplumla olan çok yönlü ilişkileri oluşturur. İnsanın bilincini belirleyen onun toplumsal varlığıdır. Estetik yansıtmanın konusu her zaman insandır. Tek bireyden hareket ederek genelleştirmeyi gerçekleştirir. Her estetiksel yaratmada iki önemli faktör vardır. Bunlardan biri, bireyin arzuları, tutkuları ve özlemleri diğeri ise toplumun istekleridir. Sanatçı yapıtı topluma kabul ettirebilmesi ile tam doyum elde edebilir. Ancak toplumun düzeyi bu konuda önemli bir rol oynar. çünkü sıradan bir toplum, sanat yapıtı üzerinde bilinçli bir yargıda bulunamaz. Bir yapıtı kabul etmesi için zevkli bireyoluşu ya da yararlı bir nesne oluşuna göre değerlendirebilir. Böyle bir durum sanatçı ile izleyici arasında salt yüzeysel bir bağlantı ortaya koyar. Her dönemin kendi gereksinmeleri ve bakış açıları doğrultusunda sanat ortaya çıkar ve bu ölçütlere göre değerlendirilir. Bu çeşit yaygınlaşmış bir düşünce veya heyecan belirli bir dönemdeki tipik bir karakter olarak, sanatçının yarattığı ve toplumun beğeni gösterdiği, yöresel bir üslup olacaktır.
Sanatsal gelişim, toplumsal gelişmeye ve toplumsal yaşamın yapısına doğrudan bağımlıdır. İnsanlığın başlangıcında toplumsal bölünmeler yoktur. İnsanlığın gelişme süreci içinde toplum kesimlere aynlmış, kölecilik, feodalizm ve kapitalizm çağlannda toplumun yapısı belirlenmiştir. Toplumdaki bu değişmeler hiç şüphesiz sanatsal kültürüde etkilemiştir. İnsanlar zaman akışı içerisinde sürekli yeni şeyler öğrenmişler, insanların etkisiyle, toplum, ona bağlı olarak da sanat değişik evreler yaşamıştır. Kimi toplumlar süratle değişirken, ileriye atılır, kimisi de ağır ağır değişim geçirirken, ara sıra geriye bakar. Bu toplumların tarihsel, kültürel ve dinsel özelliklerinden gelmektedir. İlkel toplumda birey, dünyayı sanatsal olarak özümlemeye kalktığı zaman, kendini bütün kabilenin bir temsilcisi olarak hisseder. Sanatçının dünya görüşü, içinde bulunduğu toplumsal konumca bilinçli veya bilinçsiz olarak koşullanmış ve sınırlanmıştır. Aynı toplumsal koşullar altında yaşayan sanatçıların, salt düşünce tarzı bakımından değil, duyuş, seziş bakımından da farklılıklar gösterdikleri görülür. ancak bir sanatçının içinde bulunduğu sosyal durumla, ortaya koyduğu yapıtlar her zaman paralellik göstermeyebilir. Örneğin: Tolstoy, toplumsal durum bakımından soylu bir kişi olmasına karşın, köylülerin çıkar ve ideallerinin sözcüsü olmuştur. Başka bir örnek olarak da Balzac gösterilebilir. Özel yaşamında kraleı ve asi11ere hayran olduğu halde, yapıtlarında acımasız bir şekilde yine onlan yermiştir.
Toplumlardaki ayn fiziksel ve estetiksel eğilimler arasındaki çatışma uzlaşmaz toplum yaşamında hep yüzeyde kalmıştır. Bazen açıklığa kavuşmuş bu uzlaşmazlık, bazen de üstü örtülü kalmıştır. Örneğin: 17. yüzyılda Fransa sanatta klasik çağı yaşarken, Avrupa genelinde Barok çağ yaşanmıştır.
Sanat kültürünün oluşmasında ilkel toplumlarda kabilenin her üyesinin payı vardır. İlkel toplum sanatı, tam anlamıyla bir halk yaratımıdır. Halk maddi olduğu gibi manevi değerlerin de yaratıcısıdır. Gelişmiş toplumlarda sanatçılann çoğu, ekonomik ya da fikirsel bakımdan egemen sınıfa bağımlıdır. Bu yüzden yarattığı yapıtlannda da onlaon çıkarlanna hizmet etmek durumunda kalmıştır. Birçok sanatçı değişen toplumla birlikte, değişen kültür, değişen inançlaon ağırlığı ile ya bu değişime ayak uydurur, benimser şekilde, ya da başkaldm şeklinde bir sanat yapıtı ortaya koymuştur.
Sanat toplum ve devlet arasındaki ilişkiyi, yani sanatın sosyal işlevini ilk ortaya koyan düşünür Platon olmuştur. Oligarji ya da demokrasi düzenleri tek yanlı olduğu için mutluluk Platon'a göre, salt bir idea olarak düşününülebilecek bir akıl devletiyle sağlanabilir. Böyle bir akıl ve ahlak devletinde sanatçıların yeri ne olacaktır sorusunu araştırır. Devletin düzenleyici si akıldır. Sanatın yaratıcısı ise, duygu ve heyecanlarımızdır. Akıl ile duygu arasındaki çatışma devlet ile sanat arasında da görülür. Aklın olduğu yerde düzen, duygunun olduğu yerde karmaşa vardır. Sanat, benzetmeci ve taklitçi olarak insanı gerçekten uzaklaştırır, ruhlara sokularak onlann erdemlerini bozar, duygu ve heyecan bir devlette aklın yerini alınca orada bozulma başlar, devlet düzenli ve ahlaklı bir toplum olma özelliğini kaybeder. Bu görüşlerden Platon'un sanata karşı olduğu fikri çıkabilir, ancak Platon için gerçek sanat, toplumsal sanattır ve yararlıdır. Duygulan harekete geçiren sanat ise toplumu gevşetici ve zayıflatıcı olduğu için zararlıdır.
Toplumların inanç, düşünce ve insan yapısını, kültürel, tarihsel, siyasal ve dinsel özellikleri oluşturmaktadır. Sanat da insana ve topluma hizmet ederken, toplumlar arasındaki farklılaşmanın güç1ülüğünü duymuş ve hangi toplumdan olursa olsun bütün insanlığın kullandığı ortak bir sanat dili kullanarak, insanları bir tek toplum gibi aynı amaca yöneltmek istemiştir.
Bu ortak amacın ne olduğunu açıklamaya çalışırken kendi dünyasında yaşayan sanatın hiçbir işlevi olmadığı lüzumsuz birşeyolduğu görüşüyle karşılaşınz. Bu görüşü benimseyenler sanatı bilimle, sanatçıyı da düşünür ve bilim adamıyla kıyaslayarak, bilimi sanattan, bilim adamını da sanatçıdan üstün tutarlar. çünkü bilim insanlara faydalıdır, rahatlık sağlar. Sanat ise Schiller ve Spencer'den bu yana oyun ve lüks sözcükleriyle açıklanmaya çalışılır. Oysa sanatın faydalı olandan çok başka birşeyolduğu, fayda ile sanat olmaktan çıktığı da bir gerçektir. O halde faydasız birşeyi, faydalı birşeye eş tutmak ve kıyaslamak olanaksızdır. Bütün bunlara rağmen sanatın bireyin ve toplumun yaşamındaki yerini belirlemek gerekir.
Sanatın önce kurtarıcı bir işlevi vardır. Sanatçının kişiliğinde ve yaşamında bunu görebiliriz. Sanatçı, çoğu zaman güncel yaşamında bulamadığı neşe'yi yapıtlannda yaratarak yaşama bağlanır. Örneğin: Beethoven'in iX. senfonisinde, Schiller'in "Sevince Övgü" adlı yapıtında,ya da yoksul ve hastalıklı Antoine Watteau'nun cenneti anımsatan resimlerinde bunu görmek mümkündür.
Aynı kurtarıcı etkiyi toplum üzerinde de görürüz. Büyük sanatçılann yaratımlarıyla yaşadıkları huzur ve mutluluğu, bizler de okuyarak, dineleyerek ya da izleyerek duymaktayız. Bir Alman ruhbilimcinin dediği gibi: "Estetik hal bir bayram günündeki ruh halidir". Sıkıntılı bir zamanda okuyacağımız bir şiir ya da dinleyeceğimiz bir müzik bize huzur ve mutluluk getirir. Sanat, salt yaşamda olmayan şeyi yaşama katmaz, yaşamda olan şeyi de güzelleştirir. İlk anda dikkatimizi çekmeyen birçok şeyi bize göstererek sevindirir.
Sanatın bireyler üzerindeki bu olumlu etkileri yanında, toplumun sosyal yaşamı üzerinde de yapıcı bir rolü vardır. Sanat, İnsanları birbirine bağlar. Aynı sanat yapıtını okuyan ya da izleyen kişiler arasında bir yakınlık, zevklerde birlik olur ve bu ruhlardaki birliğe dönüşür. Bu etki ulusal sımiları da aşarak genelleşir, evrenselleşiI. Sanat etkinliklerinin yardımı ile zevkleri, düşünceleri kadar açık ve sağlam insanlar yetişir.
Selçuk Üniversitesi - Seramik - 1998
Abant İzzet Baysal Üniversitesi - Resim İş - 2004
Düzce Yunus Emre Ortaokulu


Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet.

Çevrimdışı renklerintanrıçası

  • (renklerintanrıçası)
  • Uzman
  • *****
  • İleti: 1.438
  • Karizma Puanı: 372
  • Resim Yarışmalarına Kesinlikle Katılmayacağım....
SANAT VE TOPLUM İLİŞKİSİ
« Yanıtla #1 : 29 Kasım 2007, 17:06:51 »
Sanat, salt yaşamda olmayan şeyi yaşama katmaz, yaşamda olan şeyi de güzelleştirir.Sanat ve toplum sanatsal yaşamın birleştiği noktadır.
  Anlamlı paylaşım ve bilgiler için teşekür ederim öğretmenim.
Dünya üzerinde en güçlü silah, ateşlenmiş insan ruhudur.

Çevrimdışı yoldaş

  • Yönetim K.Ü
  • Üstad
  • *
  • İleti: 14.457
  • Karizma Puanı: 4092
  • görsel tasarım uzmanı
Ynt: SANAT VE TOPLUM İLİŞKİSİ
« Yanıtla #2 : 05 Haziran 2010, 11:52:20 »
Aynı kurtarıcı etkiyi toplum üzerinde de görürüz. Büyük sanatçılann yaratımlarıyla yaşadıkları huzur ve mutluluğu, bizler de okuyarak, dineleyerek ya da izleyerek duymaktayız. Bir Alman ruhbilimcinin dediği gibi: "Estetik hal bir bayram günündeki ruh halidir". Sıkıntılı bir zamanda okuyacağımız bir şiir ya da dinleyeceğimiz bir müzik bize huzur ve mutluluk getirir. Sanat, salt yaşamda olmayan şeyi yaşama katmaz, yaşamda olan şeyi de güzelleştirir. İlk anda dikkatimizi çekmeyen birçok şeyi bize göstererek sevindirir.
Sanatın bireyler üzerindeki bu olumlu etkileri yanında, toplumun sosyal yaşamı üzerinde de yapıcı bir rolü vardır. Sanat, İnsanları birbirine bağlar. Aynı sanat yapıtını okuyan ya da izleyen kişiler arasında bir yakınlık, zevklerde birlik olur ve bu ruhlardaki birliğe dönüşür. Bu etki ulusal sımiları da aşarak genelleşir, evrenselleşiI. Sanat etkinliklerinin yardımı ile zevkleri, düşünceleri kadar açık ve sağlam insanlar yetişir.



evet katılıyorum... teşekkürler değerli bilgi paylaşımı için ilker hocam