Gönderen Konu: Sanatın Başlangıcı  (Okunma sayısı 4345 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Sanatın Başlangıcı
« : 14 Mayıs 2008, 01:17:39 »

Sanatın Başlangıcı
Sanatın başlangıçlarına gitmek için mağaraların derinliklerine mi inmek gerekiyor?

Uzak geçmişteki atalarımızın, günümüzde dahi hayranlık uyandıran çizimlerini görünce, onları resmetmeye yönelten

   
 güdülerin ne olduğu konusunda düşünmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Bugün anlamlandırdığımız biçimiyle onlar ilk sanatçılar mıydı?

Mağara resimlerini çizenler, anonim bir yeteneği mi yansıtıyordu. Yoksa grubun içinden bazıları, daha çok zanaatçı diyebileceğimiz ve bir geleneği sürdüren “ressamlar” mıydı?

Mağara resimleri çizenlerin, son sergisinin gururunu taşıyan günümüz ressamının tinsel doygunluğunu taşımıyor olduğunu kabul edebiliriz. O halde onları bu derece yetkin figürler çizmeye yönlendiren “güç” konusunda neler söyleyebiliriz? 

Başlangıçlara yönelik  bir seçkiyi size sunuyoruz


Yabansı Başlangıçlar (makale)

 

Dilin nasıl doğduğunu bilmediğimiz gibi, sanatın da nasıl doğduğunu bilmiyoruz. Eğer tapınak ve ev yapımı, resim ve heykel yaratımı veya dokuma gibi etkinlikleri sanat sayarsak, dünyada sanatçının bulunmadığı tek bir topluluk yoktur. Yok, sanat deyince, müze ve sergilerde tadılan veya seçkin salonların güzel süslemelerinde kullanılan, az rastlanır, nefis bir şey anlıyorsak; Sözcüğün bu özel anlamının pek yakınlarda geliştiğini ve geçmişin en büyük yapıcılarının, ressam veya heykelcilerinin bu sözü akıllarından bile geçirmediklerini bilmek zorundayız.

Mimariyi ele alırsak, bu ayrımı daha iyi anlarız. Bilindiği gibi çok güzel yapılar vardır ve bunlardan bazıları, gerçek anlamda birer sanat yapıtıdır. Ne var ki, dünyada, belirli amaçla dikilmemiş tek bir yapı gösteremezsiniz. Bu yapıları tapınma, vakit geçirme yeri veya konut olarak kullanan kimseler, onları özellikle işe yararlılık ölçülerine göre değerlendirirler. Bundan başka, yapının çizgisini veya oranlarını kendi beğenilerine az-çok uygun bulabilirler ve yapıyı, yalnız kullanılma açısından değil, aynı zamanda onu “tamam” hale getiren başarılı mimarın didinmeleri bakımından da değerlendirebilirler.

Çoğunluk, geçmişte, resim ve heykel sanatına karşı tutumun bundan farkı yoktu. Bu sanatlar, salt sanat yapıtları değil, belirli görevleri olan nesneler sayılırdı. Kimi yapıların hangi gereksinmeler sonucu dikildiğini bilmeyen birisi, kötü bir mimari yargıçtır. Biz de, hangi amaçla yapıldığını bilmediğimiz sürece, geçmişin sanatını anlayamayız. Tarih boyunca ne kadar geriye gidersek, sanatın hizmet ettiğine inanılan amaçlar o kadar açık, ama aynı zamanda yabansı görünmektedir. Oturduğumuz kentlerden uzaklaşıp köylere giderek veya daha da iyisi, kendi uygarlaşmış ülkelerimizden koparak, çok uzak atalarımızınkine hâlâ çok yakın koşullarda yaşayan topluluklar arasına gitsek, aynı şeyle karşılaşırız. Biz bu topluluklara, bizden daha basit oldukları için değil — çünkü onların düşünme biçimleri bizimkinden kimi zaman çok daha karışıktır —, tüm insanlığın geldiği ilk koşullara daha yakın oldukları için “ilkel” diyoruz.  İlkeller için, yararlılık açısından, bir kulübenin yapımıyla bir imgenin üretimi arasında hiç bir ayrım yoktur. Kulübeler onları yağmurdan, rüzgârdan,  güneşten ve kendilerini yaratmış olan ruhlardan korurlar. İmgeler ise, onları, doğal güçler kadar gerçek olan öteki güçlere karşı korurlar. Başka bir deyişle, resimler ve heykeller, büyüsel amaçla kullanılır.

İlkel toplulukların kafasını anlamaya çalışmadan; onları, imgeleri, bakılacak güzel şeyler olarak değil de, kullanılacak ve güç dolu nesneler gibi görmeye iten yaşantıyı kavramadan, sanatın bu yabansı başlangıçlarına girmeyi umudedemeyiz. Hem, bu duyguyla özdeşleşmenin de pek zor bir şey olduğunu sanmıyorum. Yeter ki, kendimizle kesinlikle içten olmasını ve içimizde hala ilkel birtakım şeylerin kaldığını bilelim. Buzul çağından başlayacak yerde, kendimizden başlayalım. Günümüzün bir gazetesinden sevdiğimiz, bir yıldızın fotoğrafını alalım. Elimize bir iğne alıp, gözlerine batırmak hoşumuza gider mi? Gazetenin herhangi bir yerini delmek kadar önemsiz midir bu?

Tüm bu garip inanışlar önemlidirler, çünkü, insan becerisinin en eski izleri olan ve günümüze dek ulaşan en eski resimleri anlamamıza yardım edebilirler. Fakat Güney Fransa’da ve İspanya’daki mağaraların duvarlarında ve kayalar üzerinde, bu resimler XIX. yüz-yılda ilk kez bulunduğunda, arkeologlar, gerçeğe çok benzeyen, canlı gibi duran bu hayvanların, buzul çağı insanlarınca yapılmış olabileceğine inanmamışlardır. Oysa bu bölgelerde bulunan kemik ve taştan yapılmış kaba araçlar; bu bizon, mamut ve ren geyiği resimlerini, onları avlayan, bu yüzden de onları çok iyi tanıyan kimselerin resmettiğini veya kazıdığını ortaya koymuştur. Bu mağaralara girmek, insana garip bir duygu verir. Bazen dar ve alçak koridorlardan geçilir. Dağın karanlık içindeyken, rehberiniz, bir elfeneriyle bir boğa resmini birden aydınlatıverir. Böylesine güç ulaşılan bir yere, yalnızca süsleme amacıyla gidilmiş olması düşünülemez.
Ayrıca, Lascaux mağarasındaki resimleri saymazsak, mağaraların duvarlarındaki ve tavanlarındaki resimler düzenlice yapılmamışlar, tersine, belirli bir düzen anlayışından çok uzak olarak, bazen birbirleri üzerine boyanmış ya da çizilmişlerdir. Bu kalıntıları daha iyi
şöyle açıklayabiliriz: Bunlar, imgelerin etkisine ilişkin evrensel inanışın, en eski örnekleridir.  Başka bir deyişle, bu ilkel avcılar, belki de oklarını ve taş baltalarını kullanarak elde ettikleri avlarının yalnızca resmini yapmakla, gerçek hayvanların da kendi güçlerine boyun eğeceğine inanıyorlardı.

Doğaldır ki bu bir varsayımdır, ama yine de, bugün bile eski göreneklerini koruyan o ilkel topluluklar arasında sanatın gördüğü işleve iyice dayalı bir varsayım. Bildiğim kadarıyla, bugün hiç bir yerde böyle bir büyü uygulamaya kalkışan bir kimse bulunamaz. Ama ilkeller için sanat, en azından, imgelerin gücüne duyulan benzer inanışlara bağlıdır. Günümüzde hâlâ yalnızca taş araç kullanan ve büyüsel ereklerle kayalıklara hayvan resmi çizen kimi ilkel topluluklar vardır. Daha başka bazı kabile üyeleri ise, dönemsel bayramlarında, hayvan kılığına girerek, hayvansal davranışlarla kutsal oyunlar oynamaktadırlar. Onlar da, böyle yapmakla, bir bakıma, av hayvanına karşı güç sağlayacaklarına inanıyorlar. Bazen de, tıpkı masallardaki gibi, bazı hayvanlarla akraba olduklarına, tüm kabilenin bir kurt, karga veya kurbağa kabilesi olduğuna inanmaları az rastlanır olaylardan değildir. Doğrusu, oldukça garip inanışlardır bunlar. Ama şunu unutmayalım ki, bu inanışlar, sanıldığı gibi, bizim kendi çağımızdan bile pek uzak sayılamazlar.

Romalılar, Romulus ve Remus’ un bir dişi kurt tarafından emzirildiğine inanıyorlardı. Bu kurdun tunç bir imge Roma’da, Capitolium’da dururdu. Şimdi bile, Capitolium’a çıkış merdivenin yanında bir kafeste canlı bir dişi kurt beslerler. Trafalgar Meydanında canlı aslanlar yoktur ama, İngiltere aslanı, “Punch”un sayfalarında inatla yaşamaya devam eder. Doğal olarak, bu tür armacı veya karikatürcü bir simgecilikle, ilkellerin hayvan akrabaları saydıkları totemlerin derin ciddiliği arasında büyük bir fark vardır. Bu ilkeller, bazen aynı zamanda hem insan hem hayvan olunabilen bir tür düş dünyasında yaşadıklarına inanırlar. Birçok kabilenin bu hayvanları canlandıran maskeleri vardır.

Özel törenlerde bunları kullandıklarında, kendilerini değişmiş duyumsar-davranışın, sağlam kafayla düşündüğümde, dostuma veya hayran olduğum birine en ufak bir zarar vermiyeceğini çok iyi bildiğim halde, yine de, böyle bir davranışta bulunmuş olmayı aklımdan geçirmek bile irkiltir beni. Nerede olduğu bilinmez ama bir yerlerimizde, imgeye yapılan şeyin, o imgenin canlandırdığı kişinin kendisine yapıldığı gibi saçma bir duyum hâli yaşamaktadır. Bu durumda, üstelik, bu garip ve us dışı izlenim, bizlerin arasında, atom çağının göbeğinde yaşadığına göre, aynı izlenimin ilkel topluluklar diye adlandırılan hemen her toplulukta yaşamış olması belki daha az şaşırtıcı görünebilir. Dünyanın her yerinde, halk hekimleri veya büyücüler, hep şu büyüyü ortaklaşa uygulamışlardır: Düşmana benzeyen kaba bir bebek yaptıktan sonra, zararın onun üzerine düşmesi dileğiyle, bu yapma bebeğin yüreğini delmişler veya onu yakmışlardır. İngiltere’ de, Guy Fawkes gününde yaktığımız kukla da, aynı boş inancın bir kalıntısıdır. İmge ile gerçeklik arasındaki ayrım, ilkeller için belirsizdir. Yerliler, bir keresinde, sürülerinin resmini yapan Avrupalı bir ressama, korkuyla şu soruyu sormuşlardır: “Hayvanlarımızı alıp götürürsen, neyle yaşarız biz?”.

E.H.Gombrich
Sanatın Öyküsü- Remzi Kitabevi-Çeviri: Bedreddin Cömert
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı

  • Üye
  • *
  • İleti: 85
  • Karizma Puanı: 2
Ynt: Sanatın Başlangıcı
« Yanıtla #1 : 24 Ekim 2008, 01:39:18 »
...teşekürler
▀  ½  ?¿

Çevrimdışı yoldaş

  • Yönetim K.Ü
  • Üstad
  • *
  • İleti: 14.457
  • Karizma Puanı: 4092
  • görsel tasarım uzmanı
Ynt: Sanatın Başlangıcı
« Yanıtla #2 : 07 Haziran 2010, 21:37:54 »
üniversiteye başladığımızda aldığım ilk kitaptı, tabi sonrasında      "  sanatın gerekliliği" , vs vs vs

paylaşım için teşekkürler hocam. okunması gereken ve özümsenmesi gereken bir kitap