Gönderen Konu: Avangart Nerede?  (Okunma sayısı 3507 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Avangart Nerede?
« : 25 Aralık 2008, 14:32:19 »

Avangart Nerede?
 Avangart eşi az bulunur bir fenomendir. 19. yüzyılın ortalarından önce, hiçbir yerde, avangarda benzer bir şey yokken, sonrasında avangart, bir tehdit ve bir meydan okuma olarak ortaya çıktı. Tehdit, artık kültürlü bir elit tabakanın zevkiyle yönlendirilmeyen sanat üretiminin, giderek piyasanın (sanat pazarının) yozlaşmışlığına maruz kalması gerçeğinde yatar. Meydan okuma ise daha da açık bir şekilde, "yüksek sanat"ın kendi sürekliliğini sağlaması için, dört yüzyıl öncesinde bile olmadığı kadar radikal bir biçimde yenilik yapmaya zorunlu olmasıydı. Avangart; ressamların, yazarların ve bestecilerin kişiliklerinde kendini inşa etmiş; aslında bu kişiler, eğitimli tabaka için bile (eğitimsizlerden hiç söz etmiyorum), ilk anda fark edilmesi güç olan yenilikler yaparak, kendi sanatlarını bu piyasadan uzak tutmuş ve korumuşlardır.



Yine de yenilikleri fark etmede yaşanan bu güçlük zamanla yok olur ve piyasa (sanat pazarı), avangart sanatın gözden düştüğü her dönemde tekrar su yüzüne çık­mayı başarır. Açıkçası bu durum, avangart sanatın sü­rekliliğini olumsuz yönde çok da fazla etkilemez.

Manet ve empresyonistler, post-empresyonistlere göre daha kısa bir sürede "saygınlık" elde ettiler. Empresyo­nistler, yaptıkları ataktan tam yirmi yıl sonra, 1890’larda kabul görmeye başladı. Cezanne, Seurat ve hatta Gaugin ve Van Gogh, "fov'ların (Fauves) artık onaylandığı ve "kübist"lerin de yeni yeni onay gördüğü zamanlarda, 1920’lerde geniş bir sanat çevresi tarafın­dan benimsendi. Yine de post-empresyonistler, ancak 1880’ lerde ataklarını yapabildiler; fovlar ise 1900’lerin ortalarında ve kübistler de bundan birkaç sene sonra... 1900 ile 1920 yılları arasında yavaşlayan ve daha sonra tekrar yükselen özümsemenin temposu, sanat çevresi ile avangardın arasındaki uçurumu kapatacak kadar hızlandı.

1930’ larda ve 1940’larda ise başka bir yavaşlama göze çarpar. (O yıllarda popüler olan Dali'nin sürrealist resim biçemi, esas itibariyle öncü bir biçem değil.) Bir sonraki hızlanma 1950'lerde başlar ve artık herhangi bir yavaşlama görülmez. Sanat çevresinin avangart sa­natı özümsediği bir döneme girilmiş ve bu dönemde, sa­nat çevresi sayıca, avangart sanat da üretimi açısından büyümüştür. Avangart sanatın o ana dek olmadığı kadar hızlı kabul edilişi ve avangart üretimi dört gözle bekleyen sanat çevresinin genişlemesi, avangardın du­rumunda sadece sayıca olmayan bir değişiklik yaratır. Marx'ın da dediği gibi, niceliğin niteliğe dönüştüğü bir an mutlaka vardır.

Süregelen kültürde ve sanatta yaşanan patlama bununla ilgilidir. Bu patlama, diğer yerlerde olduğu gibi bu ülkede de, 19. yüzyıldaki zevksizliğe ve eski kafalılığa karşı duyulan ani tepkiden dolayı oluştu, (sanatta yaşanan bu patlama aslında uluslararasıdır; Almanya'da, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Weimar Cumhuriyeti zamanında ve İngiltere'de ise 1930'larda başlar). Joyce ve Eliot gibi yazarlar, Stravinsky gibi bir besteci, Picasso ve Pollock gibi ressamlar kültür kahramanı olup Newsweek ve Time'ın sayfalarında yerlerini aldılar.



Robert Lowell, Allen Ginsberg gibi şairler ve Andy Warhol gibi bir ressam, şöhretlerinki gibi bir yaşam sürmenin keyfini çıkardılar.



Bütün bunlardan anlaşılan şudur ki, eğitimli tabaka sa­dece geçmişteki avangardı özümsemekle kalmayıp, bugünkü avangarda da yetişti. Bugünkü avangart ise daha önce hiç olmadığı bir şeye dönüştü gibi görünüyor ve neredeyse kurumsal bir şekil­de, toplumun büyük bir kesiminde kabul görüyor. Aslında, avangartla bütünleşmenin daha az heyecan verici, kendini kapatan ve daha rutin bir hale gelmesi de bir gerçektir ve açıkça beklenen bir durumdur.

Yirmi yıl önce New York'ta çok az sayıda özgün avangart ressam ve heykeltıraş vardı. Bugün New York'ta onlardan binlercesi var ve ülke çapında, duruşları ve tarzları özgün gibi görünen sanatçılardan binlercesi daha bulunuyor. Bu sanatçıların, gerçekten özgün olup olmadıkları, yaptıkları sanattan anlaşılabilir. Avangardın özgün kimliği, sanatsal olmayan sonuçlara aldırmaksızın, öncelikle normlara ve en üst seviyedeki kazanımlara olan bağlılıkla oluştu. Şimdiye kadar, herhangi bir nesilde bu seviyeye ulaşabilmiş sanatçı ve usta bulmak, neredeyse imkânsız.

Daha sonraki yıllarda ortaya çıkan yeni avangart sanat­çılar, gerçekte de göründükleri gibiler ise, o halde günü­müzde üretilen yüksek sanatın da sayıca oldukça artmış olduğunu varsaymamız gerekir. Ancak, bana göre, bu ülkede veya başka bir yerde, sözde avangart resmin ve heykelin, orijinallik ve üstünlük bakımından, yirmi yıl önce yapılan işlerle karşılaştırılma ihtimali dahi yoktur, -ki o dönemde özgün veya taklit-çok daha az sayıda avangart iş ortaya konuyordu. Aslında her bakımdan bir kazanım değil, bir düşüş yaşanıyor.

1950'lerde avangart resim yapan yeni sanatçı kitlesinin yüzde doksanı, soyut dışavurumculukta ve egemen olan avangart biçemde de yenidirler. (Egemen olan bu biçem, Fransa'da "taşizm" ve "art informel" olarak adlandırılmıştır.) Soyut dışavurumculuk, avangart biçemler içinde benzersizdir; henüz gözden düşmemiş ve eskimemiş bir biçem iken, pek çok sanatçıyı etkilemiş ve büyük bir hayran kitlesi edinmişti. Bu durum, soyut dışavurumculuğun tamamen sona ermesinin çok uzun zaman almış olmasıyla açıklanabilir. Soyut dışavurumculuk artık sona yaklaştığında, klişeleştirilmiş, basitleştirilmiş ve böylece, taklit edilmesi ve beğenilmesi kolaylaştırılmıştır. Soyut dışavurumculuğun son aşamasında fazlasıyla popüler hale gelmesi, 1960'lardaki sanat üretiminin koşullarını hazırlamış ve bu durum, soyut dışavurumculuğun ön plana çıkmasına neden olmuştur. Pop-art, soyut dışavurumculuğun yarattığı bir çevre tarafından tutulmuş ve herhangi bir avangart biçemin kazanmadığı kadar hızlı bir şekilde popülerlik kazanmıştır. 1960'lardaki diğer yeni çıkmış tüm sanatlar akımları da - assemblage, op-art, environment, neo-gerçekçilik (neo-realizm), erotik vb. - neredeyse aynı hızla popülerlik kazandılar. Yine de, bu tür avangart sanatların, sanat çevresi tarafından kabul edilmesi, görülmemiş bir durum. Aslında, pop, op gibi diğer yeni çıkmış sanat akımları, eğer gerçekten avangart olsalardı, işte bu görülmemiş bir şey olurdu.

Bugünlerde, sanat öğrencileri ve sanatseverler, soyut kübist tasarımların keyfine varıp onlardan zevk alabili­yorlar. Can çekişen soyut dışavurumculuk ise bu keyif verme işini pop-art'a devretti. Soyut kübist sanatın, her şeyi imgesel şemalar üzerine oturtan tarzı, pop-art ve diğer yeni çıkmış sanatların temelini oluşturdu. Örneğin, resimsel duyarlığı kalıplar ve şablonlar aracılığıyla yaratan Kooning ekolü, bu sanat akımında, üzerine gidip zorlayabileceği yeni hiçbir şey bulmaz.

Yeni sanat; çekiciliği, baştan çıkarıcılığı ve bildirileriyle bir anlamda avangart sayılabilir; ancak, yeni sanat, özünde yeterince cüretkar ve cesur değildir ki gerçekten avangart sanat olarak kabul edilebilsin. Yeni olan, şu an sanat çevresinin istediğidir ve bilinmesini istediği şey şudur: Avangart sanat gibi görünen çağdaş sanat, öyle kabul edilen ve üzerine öyle konuşmalar yapılan sanat... Sanat çevresi artık, şu andaki öncü sanatın, sürekliliğini en iyi koruyan sanat olduğuna ikna olmuştur. Fakat bu ikna olma süreci, gerçek sanatı ilk ortaya çıktığında fark edip tanımaktan daha kısa sürmüştür (Pollock'un resim satması için on yıl beklemesi gerekti; Morris Louis'in ise altı veya yediydi). Sanat çevresi hâlâ öncü ve gelişmiş sanatın gözden kaybolup gitmesini beklemektedir. Bu arada, amblemleri, sembolleri ve göstergeleri değerlendirmek tamamen daha keyifli ve daha hazırcı bir yaklaşımdır. Avangart ise bu amblem ve sembolleri temin etmeye hazırdır: Özde değil ama geri kalan her şeyde yeni ve üstün bir sanat için; dışarıdan "sert" ve "zor", ama içinde "yumuşak" bir sanat için.

Avangardın hızla yayılması, gerçekten yeni ve daha önce benzeri görülmemiş bir şeydir. Bir disiplin, yeni katılanların ani istilasına uğradığında, kendi normlarından az da olsa ödün vermek zorunda kalır. Söylediğim gibi avangart ise, toplumun geniş kesimiyle arasına mesafe koyup bu sayede elde ettiği yüksek ölçütlerle kendini inşa etti.

Şimdilerde bu mesafe daralıyor gibi görünüyor. Avangart olma ölçütlerinin hayatta kalması ve sürekliliği, daha önce hiç olmadığı kadar çok tehdit altında. Bunu farklı bir biçimde ortaya koymak gerekirse; avangart, toplumumuzdaki her türlü kültür tabakasına sızan, sıradan zevklere sahip entelektüel olmayan kesimden kendini koruyamamış olduğunu en sonunda ispatlamış gibidir. Entelektüel olmayan ve basit zevklere sahip bu tabaka, her zaman avangardın en zorlu düşmanı oldu.

Gerçek avangart, orada veya burada, bir yerlerde hâlâ yaşıyor. Otuz beş ve ellili yaşlar arasında bir avuç ressam ve heykeltıraş, bu ülkede veya başka bir yerde hâlâ yüksek sanat üretiyorlar. Bu sanatçıların başarısını devam ettirecek daha genç sanatçıların gelip gelmeyeceğini kesin olarak bilmek için biraz daha zaman geçmesi gerekiyor.

İkinci nesil soyut dışavurumculuğun 1962'de aniden değer kaybettiği gibi, yeni sanatın da değeri halkın gözünde düştüğünde, durum tekrar değişik bir hal alabilir. Bu kez, daha geniş bir halk kitlesi, çağdaş avangart sanat Ue gözlerini açıp, artık avangart sanatın ensesinde olmaktan vazgeçebilir. Bu sözlerimin aşırı derecede züppece ve duyarsız sözler olduğunu biliyorum. Eğer halk, piyasaya sırtını dönerse ve eğer piyasa, öncü çağdaş sanattan vazgeçerse, pek çok sanatçı mutsuz olacak. Yazık ki, sanatın çıkarları her zaman insanlığın çıkarlarıyla örtüşmüyor. Eğer birini seçmek zorundaysam, kesinlikle son sözünü ettiğime önceliği veririm. Ancak, ben burada sanat için bir şeyler yazıyorum, insanlar için değil...

Tarihi bir varoluş olarak avangardın belki de gerçekten sona yaklaşıyor olduğunu açıkça göz önünde bulundurmadım. Bu durum gerçekleştiğinde, yüksek sanat üretimi, başka birileri tarafından ele alınmak zorunda kalacak. "Başka birileri" kim olurdu, hayal bile edemiyorum. Ancak, genel olarak yüksek sanat üretiminin, avangart sanatla beraber bir sona yaklaştığını görebiliyorum. Bunun kesinlikle böyle olacağını söylemiyorum; sadece avangarddan başka bir şeyin, yani, kendini buna adamış, "züppe" bir elit tabakanın, o veya bu biçimde, bizimkisi gibi bir toplumda yüksek sanat üretimine devam etmesi gereken kesim olduğunu düşünüyorum.

Greenberg, Clement; Where is the Avangarde?, Vogııe, 1967.

Kaynak: ARTİST actual, Mart 2008-felsefeeekibi.com

çok çalışmak zamanı