(https://www.gorselsanatlar.org/proxy.php?request=http%3A%2F%2Fimg217.imageshack.us%2Fimg217%2F7265%2F072a027a3eye2.jpg&hash=f0fa55e2e3eeac0ebbdff9db22166150) (http://imageshack.us)
Türkiye’ de 100 yılı aşkın süredir her dönem kendi dönemi için Türkçe’ nin durumunu üzerine düşüncelerini açıklamaktadır. Kimi zaman yapılan tartışmalar incitici düzeye çıkmaktadır. Gelin görün ki, bu tartışmalar herhangi bir uzlaşmayla sonuçlanmış değildir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti yasalarında Türkçe’ yi belli biçimde koruma hususunda hiçbir düzenleme işlerlikte değildir.
Dil, bir ulusun en önemli öğesidir. Bu hususta oluşturulacak herhangi bir boşluk oraya ayrık otlarının dolmasını kolaylaştıracaktır. Nitekim nasıl ki, bu hususta gösterilen boş vermişlik Osmanlı Türkçesini yalnızca kelime kökleri bakımından değil, dil güzelduyusu bakımından da tadı olağandışı olarak ekşi bir çorbaya (ki, çorba kelimesinin öz Türkçesi* bün’ dür) dönüştürülmüşse, günümüz Türkiye Türkçesi de aynı olay yaşanmıştır.
Türkiye’ de hem Osmanlı kültürünün savunuculuğunu yapıp hem de Türkçülük yapmaya çalışan bir çevre vardır. Onlardan bir tanesi şunları yazmaktadır:
“… Bu iki kelime, ‘tecrîd’ ve ‘teşhis’ kelimeleridir. Bilindiği gibi Arap dili içerisinde kullanılan birçok kelimenin tam lugat karşılığını Türkçe’ de bulamadığımız gibi, bu iki kelimenin de karşılığını bulamamaktayız. O halde biz de, bu iki kelimenin dilimizce ifade edilebilecek en yakın manasını vermeye çalışacağız. Aslına bakılırsa bu iki kelime Türkçe gramer kurallarına kendini uydurabilmiş Arapça kelimelerdendir. Yani Türkçeleşmiştir. Günümüzde tarihi Türk lisanından koparılan günümüz Türkçesinin ne kadar garip kaldığı herkesin malumudur. Arapça ve Farsça kelimelerden ayıklanarak kuşa çevrilen Türkçemiz- ki iddia asıl Türkçeye dönüş iddiasıydı – Türkçe özürlüler tarafından uydurulmuş kurbağa lisanına ait kelimelerle zenginleştirilmeye(!) çalışıldı. Tuttu mu? Elbette tutturuldu.” (Kaynak: A. Sait MERMER, Doğu ve Batı Perspektifinden Teknoloji, ALPEREN dergisi, Nisan 2001, 2. sayı, 56. s.)
Bu alıntıda görüleceği gibi yazarın savı, “Türkçe arı Türkçe akımı ile kuşa çevrilmiş, yani yoksullaştırılmıştır.” Bu tam anlamıyla bir kara çalmadır. Bu tam anlamıyla Türk’ ün dilini küçümseyerek Türkçe’ ye yaklaşmadır. Türklerin Farsça ve Arapçanın yoğunlukla etkisi altına girdiği dönemler o dönemdeki Türk diline yararından çok zararı olmuştur. Öyle ki, çok kiçik bir ayrıntı olarak bir önceki tümcemize bakarsanız ‘yarar’ sözcüğü Türkçe ‘zarar’ kelimesi ise Arapça’ dır!!! Şakası bir yana, o dönemlerde bilim dili bile Farsça ve Arapça’ nın çifteline verildiği için bugün bir önceki YÖK Başkanı ulusa saygısız Kemal Gürüz’ ün “Türkçe, bilim dili olamaz” herzesini tartışmak zorunda kalıyoruz. Onu da bırakın, Selçuklu ve Osmanlı tarihini anlatan kitaplar halkın konuşma dilinden çok uzaktır. Elbette, dil içinde halkın anlayamayacağı birtakım terimleşmeler olmaktadır. Sorun, bu değildir. Sorun, Türk budununun konuşma dilinde var olan sözcüklerin yabancı kökenli karşılıklarının kullanılmasıdır. Üstelik Türkçe köklere dayanarak terimleştirme sorumluluğu da Türk budununun üyesi olan aydınların üzerindedir. Onlar “Şu terim, yabancı dilden ödünçlemedir. O terimi atarsak bir mefhum daha kaybetmiş olacağız” saplantısı içerisine girmek yerine o kavramı karşılamak için Türkçe söz türetme ve böylelikle Türkçenin kavram evrenini genişletme çabası ve savaşımı vermelidir. Mustafa Kemâl Atatürk bu hususta önerdiği Türkçe sözcüklerle ördüğü bir Yerölçümü (Geometri) kitabı yazma bakımından onlara bir -hedef aldığım çevrenin anlayacağı dilden konuşayım- usvetün hasenedir**. Ya o dönemin yazarçizerine ne demeli? Aruz veznini kullanma saplantısı uğruna binlerce Türkçe sözcüğü tam anlamıyla feda etmişlerdir. Özellikle milliyet duygusundan uzak din bilginleri, din alanındaki kitaplarını Arapça ve Farsça yazarak gelmişiyle geleceğiyle Türk budununa büyük kötülük etmiştir. Dil aymazlığı Osmanlı’ nın son dönemlerinde o denli ileri gitmiştir ki, Batıdan gelen terimlere Arapça’ dan Osmanlıca karşılık türetilmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak, lisan sahasındaki bu yaşananlar, ne İslam harsına ne de Türkçeye hizmet etmiştir.
Bu önemli noktaların altını çizdikten sonra duruma bir de günümüz açısından yaklaşalım. Bugün bakımından halkın konuşma diline de birçok yabancı kökenli kelime geçmiştir. Cumhuriyet’ in ilk yıllarında Türk halkı saray çevresinde kullanılan Osmanlı Türkçesi
ile uzun bir öğretim süreci yaşamamasından dolayı 1980’ lere dek Türkçeyi Arap ve Fars dillerinin boyunduruğundan kurtarma uğraşısı sonuç vermiştir. Ne yazık ki, 12 Eylül Darbesi ile hâkim kılınan dilin ulusallaştırılmasına boş vermişlik bu kez de dilimize en sakıncalı bir yerden, bilim dalları içerisinde olmak üzere önemli oranda Türkçe karşılık önerilmeden alıntılanan Batı kökenli kelimelerin konuşulan Türkçe’ de hızla yaygınlaşması olayını yaşanmış ve yaşatmayı sürdürmektedir. Bugün Devlet’ i temsil eden A-Ke-Pe hükümetinin bu olaya bakışı yeni bir Osmanlıcalaştırmanın safındadır. Buna bir örnek olarak Türk Dil Kurumu’ nun mortgage (doğru Türkçe okunuşu morgej) kelimesine önerdiği ‘tutulu satış’ karşılığını bir bakanımızın gelişigüzel bir tavırla önemsemeyişi verilebilir. Avrupa Birliği’ nin dayatmalarını gerçekleştirme kaygısı dışında bir Türkçeyi koruma yasası çıkarma kaygısı gütmemektedir. Oysa Türkçenin sokakta açıkça ayırt edilen bu yozlaştırma furyasına karşı koyabilmesi için en azından yazım (imla) bakımından Fransa’ daki gibi bir dil yasası çıkarılmasına son derece büyük gereksinme vardır.
Devlet düzeyinde Atatürk’ le başlatılan dil bilinci bugün birtakım özleştirmeci eylemlerle sürdürülmektedir. Eğer Devlet’imiz dizgeli (sistemli) bir biçimde bu hususta Türkçenin yanında yer almazsa Türkçe duyarlığı olan kişilerin bu çabalarını engellemeye çalışmak, demokrasiye el atma (müdahale) olarak kabul edilmelidir.
Sonuç olarak, Türkçeyi arılaştırma çabası, Türkçeyi daha da güzelleştirip varsıllaştırmıştır, Türkçenin kendi köklerine dönmesini sağlamıştır. Bu durumu “kuşa çevirme” olarak nitelemek, Devlet’ in uygulamadaki aksaklığı dolayısıyla kavram evreni geniş bireyler yetiştirememe eksikliğini öz Türkçe eylemine haksız yere yüklemekten başka bir şey olamaz. Öz Türkçeciler genel bakımdan, Türkçeye kötülük değil, iyilik etmiştir. Her ne kadar ulusal bakımdan yozlaşmış bir Osmanlı*** karanlığının özlemini çekenler bunun değerini bilmese de…
Bugün üzerinde düşünülmesi ve çözüm üretilmesi gereken sorun, Batı kökenli kelimelerin istilasından Türkçemizi nasıl korumamız gerektiğidir. Bunun için bir yasal düzenleme yapılmasının son derece gerekli olduğunu belirtmeliyim. Bu yasal düzenlemenin arkasında başımız dik durabilmemiz için de elimizi kolumuzu bağlayan olumlu bir sonucu olmayacak olan Avrupa Birliği düşünden derhâl uyanmalı ve oturaklı bir devlet yönetkisi oluşturmalıyız. Bu noktada ilişkilerimizin ekin (kültür) bağlamında daha çok Türk Cumhuriyetlerine yönelmesi dil bilincimizin yeniden uyanması bakımından olumlu bir etki taşıyacaktır. Yeryüzündeki tüm kendisini Türk sayan ve Türklük için çabalayan topluluklarla ilişkilerimizi geliştirmeli, her konuda elde ettiğimiz kazanımlarımızı birbirimizle paylaşmalıyız. Şimden geri yeryüzü Türk dayanışmacılığı (solidarizm) akımının başlaması gerekiyor. Artık Türk’ ün dünyaya kendisini gösterme zamanıdır, sahte politikalar kumpanyasında yitip gitme zamanı değil!..
Aşağıda yıllar içinde Türkçe´de nasıl bozulmalar olduğunu gösteren çarpıcı bir metin var!
Yıl: 1965"Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir edâ takınacağıma hükûm veremedim, âdetâ vecde geldim. Buna mukâbil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardı.. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle ´akşam-ı şerifleriniz hayrolsun´ dedim..
"Yıl: 1975"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Ne yapacağıma karar veremedim,heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum,yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle ´iyi akşamlar´ dedim..
"Yıl: 1985"Karşıma âniden çıkınca fevkalâde şaşırdım.. Nitekim ne yapacağıma hükûm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lâkin kısa bir süre sonrakendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle ´hayırlı akşamlar´ dedim..
"Yıl: 1995"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Fenâ hâlde kal geldi yâni..Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim..Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle ´selâm´ dedim..
"Yıl: 2006"Âbi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yâni.. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fenâ göçeriz dedim, enjoy durumları yâni.. Ama concon muyum ki ben,baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. ´Hav aryu yavrum?´"