Gönderen Konu: *Büyük Düşünürler... *  (Okunma sayısı 1209 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı RøDiN_H@CKèR

  • _İLYaS DeNiZ GöKÇe_
  • Onursal
  • Uzman
  • *
  • İleti: 3.155
  • Karizma Puanı: 2448
  • SaNaTÇı oLaCaK iNSaN DoĞuŞTaN BeLLi oLuR...
    • http://deniz_art.sitemynet.com
*Büyük Düşünürler... *
« : 25 Haziran 2007, 16:14:00 »

Thales

Bilimsel düsüncenin göreli olarak en arinmis biçimiyle ilkin Miletli Thales’de ortaya çiktigini görüyoruz. Thales, dar anlamiyla felsefe tarihinin basinda bulunan düsünürdür. Onun için Yunan felsefesi- dolayisiyla da bu felsefeye dayanan Bati kültür çevresinin felsefesi – Thales ile baslatilir. Nitekim Aristoteles de, Metafizik’indeki sözü geçen felsefe tarihi taslaginda,ilk filozof olarak Thales’i ele alir.
Thales’in hayati ve felsefesi üzerine bildiklerimiz hem az hem de pek güvenilir degil.Thebai’den Ionia’ya gelmis bir ailedenmis. Ünlü Atinali kanun koyucu Solon ile Lidya Krali Kroisos’un çagdasi.Asagi- yukari 625- 545 yillari arasinda yasamis oldugu saniliyor.585 yilindaki günes tutulmasini önceden hesaplayip haber vermis.Misir’da bulundugu söyleniyorsa da, pek belli degil.Yalniz Misirlilarin geometrisinden çok sey bildigi anlasiliyor.Aristoteles’ten ögreniyoruz ki, Thales suyu,sivi olani, arkhe, yani her seyin basi, kökü, ilkesi sayiyormus.Onun felsefesinin özü bu imis. Her sey sudan türer, yine suya döner.Düz bir tepsi gibi olan yer de su üstünde, sonsuz Okeanos’ta yüzer.
Thales’in ögretisi, kolayca görülebilecegi gibi, mythos ile büsbütün ilgisiz degil.Örnegin burada Okeanos sözü geçiyor. Yunan mitolojisinde Okeanos (Okyanus)tanrilar ile insanlarin babasidir.Sonra Thales suya “tanrisal” diyormus. Bu damythos’un etkisini göstermektedir. Ögretisine mythos böylesine karistigina göre, Thales’e neden “felsefenin babasi” deniyor? Onu “felsefenin babasi”yapan, dogu görüsünü deneylere ve bu deneyleri düsünce ile islemeye dayatmak istemesi, buna girismesidir.
Dogayi açiklamak için girisilen en eski denemelere – soyut olarak dile getirilmemis olsa bile- belli bir düsünce kilavuzluk etmektedir; bu da: “ Hiç’ten hiçbir sey meydana gelmez” düsüncesidir (Aristoteles, bunu hakli olarak belirtiyor) Bundan dolayi kendisi meydana gelmemis ve yok olmayacak olan bir varligi her seyin ilknedeni olarak kabul etmek gerekiyordu. Meydana gelmemis ve yok olmayacak olan varlik da, kendi kendisiyle özdes kalan, kalici olan bir ana maddedir,arkhe’dir. Thales’in göz önünde bulundurdugu da maddi bir varlik olan su’dur.Suya anamadde (arkhe) deniyor, her sey kendisinden olustugu için. Her sey sudan, bu anamaddeden çiktigi için de, ondan kurulmustur.


Demokritos (MÖ 460-370)

Demokritos’un dogdugu yer Ionia’da Teos ( Urla’nin güneyinde) olmali. Kendisine “Abderali filozof” deniyorsa da, belki de sonradan buraya gelip yerlesmistir.Uzun yolculuklara çikmis, bütün Yunanistan’dan baska, Misir’i, Anadolu’yu, Iran’i dolasmis. Yurdunda siyaset islerine hiç karismamis, kösesine çekilmis bir bilgin hayati yasamis. “Bir taniti bulmayi, Pers krali olmaktan üstün tutarim” dermis. Ilkçagin en büyük doga arastiricisi sayilir.
“Varolan” ona göre de, meydana gelmemistir, yok olmayacaktir, degismezdir, hep kendi kendisiyle ayni kalir. Ama “varolan”in disinda bir de “varolmayan”, yani “bosluk” da, uzay da vardir.Uzay yüzünden “varolan”, kendileri artik bölünmeyen, görülemeyen kiliklara (ideai) ayrilir.Bunlara da Demokritos atom (bölünemeyen) adini verir. Atomlarda olabilen biricik degisiklik harekettir, yani yer degistirmedir. Atomlarin birbirlerinden ayrilmalari, sadece nitelik bakimindandir, sadece büyüklük, küçüklük, yer, düzence vb. ayriliklaridir. Onun için Demokritos atomlarda ( bu gerçek varliklarda) renk, ses, sicaklik, sogukluk vb. niteliklerin bulunmadigini söyler. Renkleri görmemiz, sesleri isitmemiz, sicakligi duyumlamamiz, tatliyi, aciyi tatmamiz, ancak, bir duygu yanilmasidir, bir “karanlik” bilgidir. Duyular, asil gerçegi, yani nesnelerin artik bölünemeyen son parçalarini (atomlari) bilebilecek gibi keskin degildirler. Duyu bilgisi nesnelerin iç dokusunu, gerçek yapisini göremez, bunu ancak düsünen akil kavrayabilir. Ama bunu söylemekle Demokritos, henüz düsünme ile algi, düsünülen dünya ile algilanan dünya arasinda ilkece bir ayrilik yapmiyor; bu ikisini birbirinden ayiran yalniz, keskinlik ve kesinlik dereceleridir.
Demokritos Anaxagoras’in anlayisi ile savasarak, onun teleolojik açiklama denemesi karsisina çok kesin bir mekanist görüsü koyar: Evren yalnizca atomlarin çarpismalari ve birbirleri üzerindeki basinçlari ile olusmustur; evrendeki olusa kesin bir zorunluluk egemendir; bütün olup bitenler, nedenlerden zorunlu olarak meydana gelmislerdir. Böylece Demokritos, Anaxagoras’in ögretisinde belirir gibi olan erek (telos) kavramini kabul etmedigi gibi, rastlanti kavramini da açik olarak reddeder: Rastlantinin sözünü etmemiz yalniz bilgisizligimizden ileri gelir; bir olayin nedenini bilmedik mi, bunu rastlantiyla açiklamaya kalkisiriz.
Bu görüsüyle de Demokritos mekanist bir doga biliminin temellerinin atmis oluyordu.
Demokritos “ gerçek, atomlar ve atomlarin hareketleridir” ögretisini ruhu açiklamada da kullanir. Örnegin, algi ile düsünme, bu iki ruh olayi ona göre vücudumuzdaki atomlarin en incesi, en hafif ve en düzü olan ates atomlarinin( bunlar vücudu sicak tutarlar, hareketli, dolayisiyla canli kilarlar) bir hareketidir. Bu da açikça materialist bir anlayistir. Gerçi Demokritos’tan önceki filozoflar da “varolani”, bu arada ruhu da, cisimsel saymakla materialisttirler, ama Demokritos’unki çok bilinçli bir materializm.
Demokritos’un ahlak ögretisi de doga felsefesine dayanir. Kalan birçok fragment’den, onun “dogru bir yasayisin dayanaklari nedir?” sorusunu, kendisinden önceki felsefede bulamadigimiz bir ölçüde arastirdigini görüyoruz. Bu bakimdan Demokritos bir geçit döneminin düsünürüdür. Ondan önce baslica kosmos (doga) sorunu üzerinde durulmustu: Demokritos’ta ise insan hayati ile ilgili sorunlar, kosmos sorunu kadar yer almislardir. Nitekim Yunan felsefesinin bundan sonraki dönemi de baslica insan ile ilgili sorunlari ele alacaktir.
Demokritos’a göre duygular ile istekler de ates atomlarinin hareketleridir. Bu hareketler durgun, ölçülü iseler insani mutlu yaparlar, çok kizisik iseler mutsuzluk yaratirlar. Onun için mutluluk, ruhun dinginligidir. Demokritos ruhun bu durumuna euthymia (ruhun iyi durumda olmasi) diyor. Euthymia’yi insan eylemlerinin son eregi yaptigi için, Demokritos, bundan sonra Yunan ethiginde baslica bir anlayis olacak olan eudaiminizm’in ( mutçulugun) kurucusu sayilabilir.
Demokritos’un eudaimonizmi çok temiz ve soylu. Mutluluga erismek isteyen, yararina olanla olmayani ayirt etmeyi bilmelidir. Bunun ölçüsünü de insan, haz ve aci duygularinda bulabilir, yalniz, göreli olarak iyi olanla, mutlak olarak iyi olani ayirmayi da bilmelidir. Göreceli olarak iyi olanla, mutlak olarak iyi olani ayirmayi da bilmelidir. Göreli olarak iyi olanlar: maddi-duyusal sevinçler, güzellik, seref ve zenginlik gibi seylerdir. Mutlak iyi ise, ruhun iyi bir durumda bulunmasidir (euthymia). Ruh böyle bir durumda olunca, insan yalniz iyi olandan sevinç duyar, kötüyü yapmak söyle dursun, istemez bile. Insanin ahlakça degerinin ölçüsü, düsünüsüdür. Insan disaridan bagimsiz olarak, sevinçlerini kendisinden devsirebilecek durumda olmalidir. Mutlu olmak için yapilacak sey, ruh dinginligine erismek, bunun için de her türlü sarsici tutkulardan, duygulanimlardan kaçinmaktir. Demokritos bu duruma en iyi bilgelikte varilacagi kanisindadir.
Demokritos, astronomide Pythagorasçilari bir yana birakirsak, gelismenin en yüksek noktasidir. Ama Demokritos, öbür yandan, dogadan çok insanla ilgilenen yeni bir gelismenin, baslica insan sorunu üzerinde duran bir düsünürler toplulugunun da çagdasidir.Bu düsünürlere de Sofistler adi verilir.


Eleali Zenon

Aristoteles’e göre Eleali Zenon (yaklasik olarak 490-430), düsüncenin düstügü gelismeler ögretisi anlamindaki dialektik’in bulucusudur. Zenon, Parmenides’in Bir Olan’in biricik gerçek varlik oldugu ögretisini, çoklugu ve hareketi varsaymanin düsünülemeyecegini, böyle bir düsüncenin çelismelere sürükleyecegini göstermeye çalismakla desteklemistir. Bunu da o, çokluga ve harekete karsi ileri sürdügü pek ün salmis olan kanitlariyla yapmistir.
Çoklugun olamayacagini gösteren kanitlardan birine göre: Nesneler bir çokluk iseler, hem sonsuz küçük, hem de sonsuz büyüktürler. Çünkü varolani böler de, bu böldügümüz parçalarin artik bölünemez noktalar oldugunu düsünürsek, bunlar büyüklügü olmayan bir hiç olurlar; bir araya getirirsek bunlari, yine olumlu bir büyüklük elde edemeyiz; büyüklügü olmayan bir seyin kendisine eklenmesiyle hiçbir sey, büyüklük bakimindan bir sey kazanmaz. Bu parçalari uzamli – uzayda yer kapliyorlar – diye düsünürsek, çogun bir araya gelmesiyle sonsuz bir büyüklük meydana gelecektir. Ikinci bir kanita göre: Nesneler çok iseler, sayica hem sonlu, hem de sonsuz olurlar. Sayica sonludurlar, çünkü ne kadar iseler o kadar olacaklardir, daha çok ya da daha az olamayacakladir. Sayica sonsuzdurlar da nesneler, çünkü boyuna birbirlerinin sinirlarlar, böylece de kendilerini baska nesnelerden ayirirlar; bu baska nesnelerin kendileri de yine yakinlarindaki nesnelerle sinirlanirlar ve bu böyle sürüp gider. Üçüncü bir kanitta Zenon “her sey uzaydadir” deyince uzayin da bir uzay içinde bulunmasi, uzayin içinde bulundugu bu uzayin da yine bir uzayda bulunmasi gerekir diyor: bu da böylece sonsuzluga kadar gider.
Hareketin gerçekligine karsi Zenon’un ileri sürmüs oldugu kanitlari Aristoteles’teb ögreniyoruz. Bunlarin arasinda en çok bilineni, Akhilleus ile kaplumbaga arasindaki yaris kanitidir. Bu yarista, kendisinden biraz önce yola çikan kaplumbagaya Akhilleus hiçbir zaman yetisemeyecektir, çünkü baslangiçtaki kaplumbaga ile kendi arasindaki mesafeyi kosmak için geçen zaman içinde kaplumbaga, az da olsa, biraz ilerlemis olacaktir. Akhilleus’un bir de bu araligi kosmasi gerekecektir, ama bu arada kaplumbaga, pek az da olsa, yine biraz ilerlemisti; bu böylece sonsuzluga kadar gider. Bu kanitin özünü bir baska kanitta daha iyi görebiliyoruz: “ Bir kosu pistinin sonuna hiçbir zaman ulasamazsin”, çünkü pistin önce yarisini geride birakmak zorundasin, bu da böylece sonsuzluga kadar gider. Sonlu bir zaman içinde sonsuz sayidaki uzay araliklari nasil geçilebilir? Bir baska kanit: “ Uçan ok durmaktadir”, çünkü bu ok her anda belli bir noktada bulunacaktir; belli bir noktada bulunmak demek de durmak demektir; ama hareketin her bir aninda duruyorsa, ok , yolunun bütününde de durmaktadir. Su son kanit da hareketin göreligine – relatifligine –dayanmaktadir: Belli bir noktalar dizisi, biri durmakta olan, öteki de ters dogrultuda ilerleyen iki dizinin yanindan geçerse, ayni zaman içinde hem büyük, hem de küçük bir mesafeyi geçmis olacaktir, yani bu dizinin ayni zaman içinde çesitli hizlari olacaktir, hareketini duran ya da ters dogrultuda ilerleyen dizi le ölçüstürdügümüze göre.
Zenon’un bu keskin antinomia’lari, tabii, yalniz sunu göstermek için: Varolani bir çokluk ve hareket diye düsünürsek çelismelere düseriz, öyle ise Var olan ancak “bir” ve hareketsiz olabilir.

Parmenides

Parmenides (dogumu asagi yukari 540 yilinda), yalniz çigir kuran bir filozof degil, yurdu Elea’da devlet adami, kanun koyucu olarak da önemli bir rol oynamis.Ögretisinde, Anaximenes, Xenophanes ve Pythagorasçilardan gelen etkiler var.Ama bunlarin yaninda, büsbütün yeni olan bir çizgi de var onda: Dialektik’e,yani salt kavramlarla çalismaya bir egilim. Parmenides, Yunan mantik ve dialektigininin babasidir.
“Dogru (aletheia) ve Sani (doxa) üzerine” bir arastirma olan yapitinin basinda, Günes Kizlari, filozofu her seyi bilen Tanriçaya götürmektedirler; Tanriça ona bilgeligi, yasamanin o biricik dogru yolunu ögretecektir. Filozof, ondan iki sey ögrenip ölümlülere bildirecek: Tam ve son dogru ile içlerinde gerçekten inanilabilecek hiçbir sey bulunmayan insanlarin sanilarini. Ögretici (didaktik) ve manzum olan yapit da, buna göre, iki bölüme ayrilir: “ Dogru’ya giden yol” ile “ Sanilara götüren yol”.
Birinci bölümde,biricik dogru olan “ Bir varlik” incelenir ve su sonuca varilir: Bir Varlik vardir –Parmenides buna, kisaca, Bir, Bir olan da der. Bir birliktir o, kendi içine kapalidir, dogmamistir, yok olmayacaktir, degismez, bölünmez,yogunlasmaz, seyreklesmez. Bunun karsiti olan her görüs, varolmayani var diye göstermek zorunda kalir, bu da olamaz. Çünkü Varolan meydana gelmis bir sey olsaydi, varolmayan bir seyden dogmus olmasi gerekirdi, böylece varolmayan gerçekten varolmus olacaktir. Yok olsaydi, yerine varolmayan geçecektir.Degismede, hiç olmazsa belli bir yönüyle, bir meydana gelme ile bir yok olmadir. Bölünebilir olsaydi Varlik, bölümlerin arasina bir varolmayan girerdi. Yogunlasma ile seyreklesmede de böyledir: Yogunlasma ile seyreklesme, bir maddenin az ya da çok bir bölümünün bir araya birikmesi demektir.Bilginin amaci ve ödevi : Varolani düsünmektir;yanilmasi da:Varolan içinde varolmayani düsünmeye, bunu varsaymaya kalkismasidir. “Yalnizvarolan vardir ve ancak bu düsünülebilir: Varolmayan yoktur ve düsünülemez de”Bu, Parmenides’in ana- önermesidir.
Parmenides’te ilk olarak, deney bir yana birakiliyor, salt düsünme ile – Varlik üzerinde yalniz düsünmekle—Varolanin nitelikleri türetilmeye çalisiliyor, Varlik’in özü geregi,meydana gelmemis, degismez,bölünmez oldugu sonucuna bu yolla variliyor.
Bundan önceki felsefelerin göz önünde bulundurdugu amaç,deney dünyasinin inandirici bir açiklamasini yapmakti – deney dünyasindaki nesnelerin çoklugu, çesitliligi bir kökten türetilmek isteniyordu.Parmenides’in ögretisi bunu gözden kaçirmistir.


Xenophanes
Herakleitos‘un çagdasi olan Xenophanes ( asagi yukari 569- 477 arasinda yasamistir) Kolophonludur. ( Bugünkü Izmir ile Efes arasinda) . Bir filozof olmaktan çok,din bakimindan bir ögretici.
Ögretici nitelikteki kosugundan kalan parçalarindan Xenophanes’in , halk dininin tanrilari insan gibi tasarlamasiyla savastigini görüyoruz. Bu , onun gördügü baslica is. Tanrilarin bu insanlastirilmasi – anthropomorphism- Homeros ile Hesiedos’ta yüksek edebi bir biçim de kazanmisti ve bunlarin Yunan egitiminde çok önemli bir yerleri vardi. Xenophanes söyle diyor: “ Homeros ile Hesiedos,ölümlüler (insanlar) arasinda suç sayilan, utanilan bütün seyleri tanrilara da yüklemislerdir.Tanrilar hirsizlik ederler, yalan söylerler, eslerini aldatirlar. Sonra: ölümlüler saniyorlar ki, tanrilar da kendileri gibi dogmuslardir, kendileri gibi giyinirler, kendilerinin biçimindedirler. Nitekim Habesler tanrilarini kendileri gibi kara ve yassi burunlu; Trakyalilar sarisin ve mavi gözlü diye düsünürler. Böyle olunca, atlarin,arslanlarin elleri olup da resim yapabilselerdi, atlar tanrilarini at gibi, arslanlar da arslan gibi çizeceklerdi. Oysa tanrilar ne arslan biçimindedirler, ne zenciler gibidirler, ne de Yunan heykellerinde oldugu gibi insan kiligindadirlar”. Halk dininin tanrilari insan biçiminde tasarlanmasina karsi, Xenophanes kendi tanri tasarimini koyar.
Bu, arinmis bir tanridir. Ona göre: “Bir tanri vardir; bu , tanrilar ve insanlarin en ulusudur; ne biçimi, ne de düsünmesi bakimindan ölümlülere benzer; bu tek Tanri bastan asagi isitmedir, bastan asagi düsünmedir; her seyi düsünceleriyle hiç zahmetsiz yönetir”.
Xenophanes’in bu tanri tasarimi,tektanriciliga ( monotheism) dogru atilmis bir adimdir.


Herakleitos
Ioania filozoflarindan dördüncüsü. Ephesos’ta (Efes) dogup yetismistir. Asagi yukari M.Ö. 540-480 yillari arasinda yasadigi hesaplandigina göre, Herakleitos, Milet’li filozoflardan daha genç, Ephesos’un aristokrat bir ailesinden. Yapiti çok güç anlasilir, karanlik bir üslup ile, özdeyisler biçiminde yaziliymis. Onun için ilk çagda ona “karanlik Herakleitos” denmistir.Yurdunun politik sosyal gelismesinin begenmeyip köseye çekilen, bu yalnizligi içinde varliklarin özünü kavramaya çalisan Herakleitos, yigini hor görür. Ona göre yigin anlayissizdir, her seyin dis yönüne takilip kalir, bos inançlar içinde yuvarlanip gider.
Ona göre evrenin temel maddesi ates’tir. Ates, bütün varolanlarin ilk gerçek temelidir, bütün karsitlarin birligidir, içinde bütün karsitlarin eridigi birliktir. Herakleitos sunu belirtmekten usanmaz: Evren boyuna akan bir süreçtir, basi sonu olan bir degismedir, hiç durmayan,bu degisme içinde kalan, sürüp giden hiçbir sey yoktur. “Panta rei” her sey akar: Bu onun ana görüsü. Iste atesin ilk madde (arkhe) oldugu düsüncesine de Herakleitos buradan variyor. Örnegin, bir tahtayi yakip kemiren alevin yakindan bakildikta, boyuna ilerleyen bir süreç oldugu görülür; alev, tahtayi boyuna yakip kemirir, onu boyuna duman ve buguya çevirir. Evren de böyle tükenmez canli bir atestir, sürekli bir yanma sürecidir. Daha dogrusu, dönümlü(periyodik) bir süreçtir bu. Bunda sürekli olarak, bir “yokus yukari” çikaran,bir de “yokus asagi” indiren yol vardir. Evren atesten meydana gelmistir ve burada olup bitenlerin sonundaki “büyük yil”da yeninden ates tarafindan kemirilecektir –yeninden dogmak için. Bu, böylece, dönüsümlü olarak, hiç tükenmeden sürüp gider.
Bu sürekli olus içinde durucu, kalici bir sey buldugumuzu sanirsak, Herakleitos’a göre, bu, bir yanilmadir, bir aldanmadir. “Ayni irmakta iki kez yikanamayiz. Ikinci kez girdigimizde bu irmak büsbütün baska bir irmaktir artik. Bu arada, akip giden sular onu baska bir irmak yapmislardir.” Karsimizda, “ayni sey”in bulundugunu sandigimiz her yerde durum böyledir. Kalici seyler varmis sanisina kapilmamiz,degismenin kuralsiz degil de, belli bir düzene, belli bir ölçü ve yasaya göre olmasi yüzündendir. Bu ölçüye, bu yasaya, Herakleitos “logos” diyor.Evrende egemen olan yasadir, düzen ve akildir (logos).