Gönderen Konu: İSTİKLAL MARŞI AÇIKLAMASI  (Okunma sayısı 1759 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

EsQuArE

  • Ziyaretçi
İSTİKLAL MARŞI AÇIKLAMASI
« : 04 Eylül 2007, 00:03:50 »

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak
O, benimdir; o, benim milletimindir ancak!


Bu kıtada Mehmet Âkif Türk Milleti’ne sesleniyor. Ümit ve güven içeren sözlerinde:

Ey Milletimi Yurdumuzun düşmanlar tarafından kuşatılmış olmasına bakarak bayrağımız için endişe etme, korkma. Çünkü bu topraklar üzerindeki en son ocak sönmeden, en son Türk bu uğurda canını vermeden bayrağımıza kimse el uzatamaz.

Rengini şehitlerimizin kanından alan ve şafaklarda bir alev gibi dalgalanan bayrağımız milletimin yıldızı ve bağımsızlık sembolüdür. Gökteki yıldıza el sürülemediği gibi, milletimizin yıldızı olan bayrağıma da düşmanlar dokunamaz. O Türk Milleti’nindir ve daima öyle kalacaktır.


Şair birinci dörtlükte şafaklarda dalgalanan kırmızı sancağın asla inmeyeceğini söylüyor ve Türk milletine bu inancını, “korkma!” diyerek belirtiyor. 1. dizedeki “yüzen” kelimesi “dalgalanan” karşılığında kullanılmıştır. Şair, bayrağın, yurdumuzun üstünde tüten en son ocağın söndüğü ana kadar dalgalanışına devam edeceğini söylerken, Türk milletinin son ferdine kadar bayrağını ve onun ifade ettiği değerleri yaşatacağını dile getiriyor. Son vatan evladı kalana kadar hürriyet mücadelesi devam edecektir. Halk arasında şöyle bir inanç vardır: Yaşayan her varlığın gökte bir yıldızı bulunmaktadır. O canlı öldüğünde gökteki yıldızı da söner, kayıp gider. Türk milletinin yıldızı ise bayrağında bulunan yıldızdır. Şairimiz, milletimize ait o yıldızın asla gökten inmeyeceğini, daima parlayacağını ifade etmiş. Türk milleti, yaşamaya devam edecektir. Ona ait yıldız gökte baki kalırken, sönük, silik olmayacaktır; parlayarak, temsil ettiği değerlerin yüceliğini haykıracaktır.

Çatma, kurban olayım, çehreni nazlı hilal,
Kahraman ırkıma bir gül!.. Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz, dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklali.


Bu dörtlükte şair bayrağımıza sesleniyor:

‘’Uğruna canımı vereyim, ne olur kaşlarını çatma ey hilal kaşlı güzel bayrağım. Neden bize dargın ve azarlar gibi bakıyorsun? Seni, o nazlı nazlı dalgalandığın göklerimizden indirmelerine izin vereceğimizi mi sandın? Kahraman milletim hür yaşamak ve seni hür yaşatmak için çok kan döktü, şu anda da dökmektedir. Sen bize kaş çatarak, uğrunda yapılan bu fedakarlıkları hiçe sayarsan, dökülen kanlarımız sana helal olmaz. Doğruluk ve adalet için çalışan, Allah’a inanarak ona kulluk eden. İstiklal uğruna canını veren milletimin hakkı bağımsızlıktır, hürriyettir.’’

2. dörtlükte bayrak, nazlı bir hilale benzetilmiştir. Göklerde nazlı bir güzel gibi salınmaktadır. Ancak, bayrak Türk milletine kızgındır; kaşlarını çatmıştır. Çünkü büyük bir milletin bayrağı olarak bağımsızlığı istemektedir. İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönem göz önüne alındığında, bayrağa yüklenen bu ruh hali anlaşılabilir. İstiklal bir an önce kazanılmalıdır ve ay yıldız göklerde özgürce dalgalanmalıdır. Hilalin çatılmış bir kaşa benzetilmesi, aynı zamanda şekilsel bir ilişkiyi de düşündürür. Yıldız göz olarak kabul edilirse, hilal de onun üzerinde çatılmış bir kaşı andırır. Ayrıca “hilal” kelimesi ile ad aktarması yapılmıştır. Hilal, bayrağın bir parçasıdır. Parça söylenerek, o parçanın ait olduğu bütün kast edilmiştir. Şair, bayrağından milletine kızmamasını istiyor. Yoksa onun uğruna dökülen kanların kendisine helal olmayacağını söylüyor. Bayrağın rengi şehitlerin kanlarından gelmektedir. Hatta kan üzerine düşen ay ve yıldız imgesinin kaynağı “Dandanakan Savaşı (1040)”na kadar götürülür. Son dizede şair, bağımsızlığın Türk milletinin tabii bir hakkı olduğunu söylüyor. Türkler, tarihin eski çağlarından beri özgür yaşamışlar, asla başka milletlerin egemenliği altına girmemişlerdir. Kurtuluş Savaşı’nın sürdüğü tarihlerde Türklüğün son kalesi olan Anadolu coğrafyası tehdit altındadır. Şair, içinde bulunulan kötü şartlara rağmen, bağımsızlık adına verilen mücadelenin başarıya ulaşacağından, her Türk evladı gibi, emindir.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.


Mehmet Âkif bu kıtada hürriyet kavramını işliyor. ‘’Ben’’ kelimesi ile Türk Milleti’ni kastediyor ve:

‘’Ben, yaratıldığı günden beri hür yaşamış bir milletim, bundan sonra da hür olarak yaşayacağım. Beni esir edeceğini düşünenler ancak aklını kaçırmış olanlardır. Onların bu çılgınca düşüncelerine şaşarım. Çünkü ben,Şimdiye kadar hiç esir olmadım. Hürriyeti elimden almak isteyen olursa kükremiş bir sel gibi coşar, önüme çıkan engelleri çiğner geçerim. Bu uğurda dağları parçalar, uçsuz bucaksız denizlere bire sığmam, yine taşarım.’’


Şair, 3. Dörtlükte ezelden beri bağımsız yaşamış bir milletin ferdi olduğunu vurguluyor. “Ben” zamiri etrafında Türk milletinin tarihi seyri içinde yaşamış ve yaşamakta olan bütün fertlerinin duyguları dile getirilmektedir. Tarihin en eski zamanlarından beri özgür yaşamayı başarabilmiş ve bunu bir karakter özelliği haline getirmiş bir milletin bağımsızlığına ancak çıldırmış olanlar göz dikebilir. Şairin hürriyet aşkını elinden almaya, onu zincire vurmaya kalkanlar, akıl dışı bir işin peşinde koşmaktadırlar. Bağımsız yaşamayı bir karakter haline getiren Türk milleti, özgürlüğünü elinden almak isteyenlere karşı kükremiş bir sel gibidir. Karşısına çıkan setler aşılmaz gibi görünse de onları ezip geçer. Özgürlüğün verdiği coşkunluk öylesine şiddetlidir ki, bu coşkunluk dağları yırtar, enginlere sığmaz.

Garb’ı afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘’Medeniyyet!’’ dediğin tek dişi kalmış canavar!


Bu kıtada Mehmet Âkif sömürgeci, saldırgan batıya çatmakta, medeniyet adı altındaki saldırgan tutumunu kınamaktadır:

‘’Bat ordularının en modern silahlarla, tank ve toplarla,tıpkı çelikten bir duvar gibi üzerimize yürümesi bizim için önemli değildir.Türk Milleti’nin öyle bir iman gücü, şehitlik inancı vardır ki, o imanlı göğüslerin her biri bir kale gibidir. Bu imanlı göğüsler karşısında en modern silahlar etkisiz kalır, hepsi yok olur, parçalanır.

Onların homurtuları, ulumaları da seni korkutmasın. Medeniyet maskesi takarak etrafa saldıran, zayıfları ezen ve sömüren bir canavar, bizim imanlı göğsümüze en ufak bir korku veremez. Zaten ‘’Medeniyet’’ adı altında yapılan bu vahşiliklerden sonra onun gerçek canavar yüzü ortaya çıkmıştır. O canavarın tek dişi kalmıştır, bize asla zarar veremez.’’

Şair, 4. Dörtlükte bağımsızlık için mücadele veren milletine seslenmektedir. Batı ufuklarından gelen amansız saldırı her ne kadar teknik açıdan üstünse de; üstün silahlara karşı şairin elinde inanç dolu insanların imanları kadar sağlam sınırları vardır. Bu sınırlar, canlarını idealleri uğruna hiç düşünmeyerek feda edenler tarafından korunmaktadır. Bir yanda inançlı insanlar, diğer yanda ise çelik kadar güçlü ancak bir o kadar da soğuk bir duvar… Zafere olan inanç asla mücadeleyi bırakmaz ve sonunda istediğini elde eder. Nitekim “Milli Mücadele”mizde böyle olmuştur. Dörtlükte “medeniyet”, tek dişi kalmış bir canavara benzetilmiştir. Elinde teknik üstünlük barındıran ancak ruhtan mahrum olan bu canavar, şairin ve onun gibi bağımsızlığı için mücadele veren insanların cesaretini kıramamalıdır. Medeniyet maskesi altındaki canavar, ulurcasına haykırıp gözdağı vermeye çalışmaktadır. Ancak şair, bu ulumanın bağımsızlığa inanmış milletini yıldırmayacağından son derece emindir. Çünkü gerçekte bu canavar korkutacak bir güce bile sahip değildir. Kalan tek dişiyle, koparamayacağı bir lokmaya göz dikmiştir ki bu lokma Türk milletinin egemenliğidir.


Arkadaş! Yurdumu alçaklara uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.


Bu kıtada Mehmet Âkif Türk Milleti’ne, onun kahraman askerlerine ümit ve kararlılık aşılıyor ve:

‘’Arkadaş! Alçakların yurduma girmesine kesinlikle izin verme! Yurduna saldıran düşmana gövdeni siper et! Onlarla ölünceye kadar savaş! Onların utanmazca saldırılarına karşı dur! Cenab-ı Hak mutlaka sana yardım edecektir. Çünkü Allah, sabreden ve korkmadan, Hak yolunda savaşan mü’minlere zafer vereceğini Kuran-ı Kerim’de va’d etmiştir. Allah’ın bu yardımı belki yarın, belki yarından da kısa zamanda ortaya çıkacaktır ve düşman perişan edilecektir.’’

Şair 5. Dörtlükte bağımsızlık için savaşan vatan evlatlarına sesleniyor. Onlardan, ne pahasına olursa olsun alçakların kutsal olan vatan topraklarına girmelerine engel olmalarını istiyor. Türk topraklarına yapılan haksız ve edepsiz saldırının durması için, onlardan gerekirse gövdelerini siper etmelerini istiyor. Böyle yaptıkları taktirde Tanrı’nın onlara vaat ettiği özgür günler gelecektir. Hatta zafere o kadar yaklaşılmıştır ki vaat edilen bu günler gelmek üzeredir. Bağımsızlık adına verilen mücadele başarıya yaklaşmıştır. Burada İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönemde milli mücadelenin hala devam ettiğini ve cephede savaşın hala sürdüğünü göz önünde bulundurmak gerekir.


Bastığın yerleri ‘’toprak!’’ diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı.
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

6.kıtada kutsal vatan ve vatan toprağı ele alınmakta, Mehmet Âkif gençlere, üzerinde yaşadıkları toprakların değerini ve özelliğini iyi bilmeleri gerektiğini anlatmaktadır:

‘’Bastığın yerleri (toprak) deyip geçme! Geçmişini iyi öğren! Çünkü bu vatan toprakları, uğruna şehit düşenlerin kefensiz olarak gömüldükleri, her karışında bir şehit kanı olan kutsal topraklardır. Sen ki; dini, vatanı uğruna canını vererek, Allah katında makamların en yücesi olan şehit’lik mertebesine ulaşmış bir babanın oğlusun. Vatanına gereken değeri vermez, onu atalarının koruduğu gibi korumazsan, ataların incinir, üzülür. Bu cennet vatanı her ne pahasına olursa olsun korumalı, dünyaları da alsan bu yurdun bir karış toprağını bile vermemelisin.

Şair bu dörtlükte bağımsızlık için mücadele veren vatan evlatlarına seslenmeye devam ediyor. Onların, uğruna canlarını feda ettikleri toprakların kutsallığından bahsediyor. Bu toprakları vatan haline getiren şehitlerin emanetine zeval getirmemelerini istiyor. Hiçbir toprak parçası, uğruna kan dökülmeden “vatan” haline gelemez. Türkler de üzerinde yaşadıkları topraklar için çok kan akıtmış, çok can vermişlerdir. Öyle ki her karış toprağın mayasına şehit kanı karışmıştır. İstiklal Marşı’nın yazıldığı milli mücadele döneminde bağımsızlık için savaşanlar, kimi zaman kefensiz ve isimsizce gömülen şehitlerin torunlarıdır. Atalarının emanetini dünyayı verseler değiştirmemelidirler. Ne olursa olsun vatan topraklarına düşman ayağı bastırılmamalıdır.



Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.


İstiklal Marşı’nın 7.kıtasında Mehmet Âkif vatan sevgisini, vatan toprağının özelliğini ve Türk Vatanı’nın yüceliğini, şöyle anlatmaktadır:
‘’Bu cennet vatan uğruna canını vermeyecek olan kim var? İşte herkes vatanı uğruna canını vermek için hazır bekliyor. Şimdiye kadar bu uğurda o kadar çok yiğit canını verdi ki: bir karış toprakta bir şehit yatmaktadır. Toprağı sıksan, şehitlerin kanı fışkıracak kadar çok şehit verilmiştir. Allah canımı, canım kadar sevdiğim şeyleri, bütün varımı, yoğumu alsın; yeter ki beni bu vatanımdan ayrı ve uzak bırakmasın.’’

Şair 7. dörtlükte seslenişine devam ediyor. Bu vatan cennet kadar güzeldir. Onun uğruna can feda etmek kadar doğal bir şey olamaz. Her karışı şehit kanlarıyla sulanmıştır; şair bu durumu heyecanın doğurduğu bir mübalağa ile “toprağı sıksan şehitler fışkıracak” diyerek dile getirmiş. Şair son iki dizede Tanrı’ya yalvarıyor. Her şeyini kaybetse de vatanından asla vazgeçemeyeceğini söylüyor. Şair, Tanrı’dan canını, sevdiğini ve bütün varlığını almasını; ancak kendisini vatanından ayırmamasını istiyor. Her sevgiden üstün tuttuğu vatan sevgisini bu şekilde dile getiriyor. Eskiler, vatan sevgisinin imandan geldiğini söylemişler, vatan olarak kabul edilen toprakların kutsallığından şüphe duymamışlardır.

Ruhumun senden, ilahi şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne na-mahrem eli;
Bu ezanlar__ki şahadetleri dinin temeli__
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.


8.kıtada Mehmet Âkif, din ve vatan uğruna şehit olanların ruhlarına tercüman olmakta, onların:

‘’Yüce Allah’ım! Ruhumun senden dileği şudur: Uğruna canımızı verdiğimiz yurdumuza düşmanlar girmesin, camilerime yabancılar el sürmesin! Bu mabetlerde okunan ezanlardaki şahadetler ki:
‘’Eşhedü enla ilahe illallah,
Eşhedü enne Muhammeden resulullah’’
Kelimeleri Türk Milleti’nin müslümanlığının ve bağımsızlığının ilk şartı ve temelidir. Hürriyet sembolü olan bu ezanlar yurdumun her köşesinde okunsun. Milletim kıyamete kadar hür yaşasın.’’

8. dörtlükte, Tanrı’ya yalvarış devam ediyor. Şairin Tanrı’dan tek bir isteği vardır. İbadet edilen yerlere, yabancıların elleri değmemelidir. Türkler, Anadolu coğrafyasında yaşadıkları bin sene zarfında dinlerinin gereği olarak mabetler inşa etmişler, birlik ve beraberliklerini uzun müddet bu ibadethanelerde pekiştirmişlerdir. Türk milleti, bağımsızlık mücadelesini bir başka medeniyet dairesine mensup devletlere karşı yürütürken birlik ve beraberliği temsil etmesi amacıyla şairimizin, dini motifleri ön plana çıkarması doğaldır. Çünkü, bağımsızlık adına yapılan savaşların, manevi bir temeli de vardır. Bu sebeple, asırlarca mabetlerde okunan ve dinin temeli olan “ezan” motifi ön plana çıkarılmış ve ezan seslerinin sonsuza kadar yurdun üstünde inlemesi temenni edilmiş.


O zaman vecd ile bin secde eder, varsa taşım;
Her cerihamda, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi terden na-şım!
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.


‘’O zaman (camilere düşman ayağının basmadığı, ezan seslerinin yurdun her köşesinde duyulduğu zaman) yeryüzünde bir mezar taşım varsa, sevinç ve mutluluktan mezar taşım bile çoşkunlukla secdeye kapanacaktır.

Milletimin hür olduğunu görmenin ve şehitlik makamına ermenin kıvancı ile sevinç göz yaşlarım, savaşta aldığım yaralardan boşanır. Cesedim, cisimsiz bir ruh gibi göklere çıkar ve o kadar yükselir ki, belki göğün en yüksek katı olan Arş’a (Allah’ın yüce katına) ulaşır.

Şair, 9. Dörtlükte, ettiği duaların kabul olarak milletinin bağımsızlığa ulaştığı anda nasıl mutlu olacağını bir şehidin ağzından dile getiriyor: Eğer mezarının baş ucunda bir mezar taşı olursa, bu taş bile onun minnetinin bir ifadesi olarak secdeye varacaktır. Şair, burada savaş meydanlarında ölenlerin, kimi zaman isimsiz, mezar taşsız, törensiz ve sessiz sedasız toprağa verildiklerine dikkati çekiyor. Aynı coşkunluğun bir neticesi olarak şehit, yaralarından kanlara boşalmak suretiyle manevi bir şeklide arşa kadar yükselecektir. Halk inancına göre, göğün en yüksek ve en kutsal yeri “arş” adı verilen manevi katmandır. Burada şair, bağımsızlık için can verenlerin sabırsızlıkla, amaçladıkları sonucu beklediklerini belirtmek istemiş. Verilen mücadele, başarıyla sonuçlandığı zaman şehitler boşuna ölmüş olmayacaklardır.


Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Edebiyyen sana yok, ırkıma yaok izmihlal.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, Milletimin istiklal.


Büyük vatan şairi Mehmet Âkif İstiklal Marşı’nın son kıtasında tekrar şanlı bayrağamıza hitap etmekte ve:

‘’Şanlı bayrağım! Sen de artık şafaklar gibi al renginle, göklerimde hür ve mesut olarak dalgalan. Sabah şafağının ardından görülen aydınlık gibi, Türk Milleti de bu sıkıntılı ve karanlık günlerden sonra aydınlığa kavuşacaktır. Uğruna dökülen kanlarımızın hepsi sana helal olsun.

Artık Türk Milleti’nin yok olması, dağılması diye bir şey abediyyen söz konusu olamaz. Çünkü; daima hür yaşamış olan, daima tek olan Allah’a inanan ve ona kulluk eden, daima vatanı uğruna çalışan ve çarpışan milletimin hürriyet ve istiklal her zaman hakkıdır.’’


Son beş dizede şair, tekrar, bayrağına sesleniyor. Bayrak tıpkı kırmızı şafaklar gibi dalgalanmalıdır. Onun uğruna dökülen kanlar heba olmamalıdır, verilen canlar boşa çıkmamalıdır. O, kırmızı ve engin şafaklarda milletinin özgürlük sembolü olarak dalgalandığında şehit kanları kendisine helal olacaktır. Şairin bayrağı ve milleti sonsuza kadar çöküş, yıkılış yaşamayacaktır. Çünkü hürriyet, ezelden beri hür yaşamış bir bayrağın en doğal hakkıdır. Aynı şekilde, Hakk’a tapan Türk milleti de bağımsızlığı tabii bir hak olarak yaşamalıdır. İnanmak ve inancını yaşamak da özgür olmayı gerektirir