Gönderen Konu: *MuRaTHaN MuNGaN'DaN*  (Okunma sayısı 1226 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı RøDiN_H@CKèR

  • _İLYaS DeNiZ GöKÇe_
  • Onursal
  • Uzman
  • *
  • İleti: 3.155
  • Karizma Puanı: 2448
  • SaNaTÇı oLaCaK iNSaN DoĞuŞTaN BeLLi oLuR...
    • http://deniz_art.sitemynet.com
*MuRaTHaN MuNGaN'DaN*
« : 25 Haziran 2007, 15:08:54 »

Bölüm I (Murathan Mungan), s. 13-21

"Anne! Seksek tebeşirim nerede?"
Bazı geceler ter içinde uyanıyor kendi sesine. Kendi çocuk sesine... Kollarıyla kendini sarıyor bir süre, kendini yatıştırırcasına ürpermiş tenini usul usul okşuyor, bir ileri bir geri salınıp dururken buluyor kendini. Ağzı tebeşir tozu yutmuş gibi kupkuru, dudakları birbirine yapışmış... Hemen bir bardak su içiyor. Çocukluğundan beri yatağının başucunda hep bir sürahi durur. Bardağı, ters çevrilerek ağzına kapatılan eski usul bir başucu sürahisi bu; annesinden kalmış ona. Annesi de geceleri kalkıp kalkıp su içermiş. Babası öyle söylüyor.
Annesinin sesi rüyalarında çınlıyor bazen. Annesinin yüzü rüyalarında bile gölgeli, uzak, unutulmuş; ama sesi diri, dipdiri. Yanı başından seslenir gibi capcanlı!
"Yatağın altına bak! Gene oraya kaçmıştır. Her yanı toz ediyor şu tebeşirler, kutusundan çıkarma diyorum sana!"
Sokakta da arabaların altına kaçardı hep, arkadaşlarıyla eğilip araba altlarına bakar, tebeşir ararlardı. Araba lastiklerinin ezdiği tebeşirler yolda renk renk iz bırakırdı. "Bak, bu yeşil olandan kalmış, bu sarıdan!.." Parmakuçlarını izlerin üstüne gezdire gezdire birbirlerine gösterirlerdi. Nedense turuncu tebeşirlerin rengini daha çok severdi diğerlerinden. Turuncu ile portakal renginin aynı şey olduğunu söylerdi annesi.
Apartımanlarının bulunduğu sokakta arabalar karşı kaldırım tarafına park ederdi, kendi taraflarındaysa çocuklar oynardı. Okul dönüşleri, hafta sonları... Yaz geceleri... Seksek karelerinin, dairelerinin her birini ayrı renkte çizmek güzeldi elbet, ama kömür parçasıyla çizilmiş sekseğin yağlı siyah çizgileri, yağmurdan sonra bile tamamen silinmez, oyunlarının anısı olarak orada durur, yoldan gelip geçen çocukların adımlarıyla kendini tazelerdi.
Bazı akşamlar sokaktan geçen bir yetişkin bile, gündüzden kalmış sekseği görünce dayanamaz, geçmişi adımlayarak çocukluğunu anardı: 1, 2, 3, 4-5, 6, 7-8... Bunu gören Zehra, balkondan yüksek sesle gülerdi. Seksek üzerinde yakalanmış olan yetişkin kişi, başını kaldırıp yukarıya bakar, kahkahaların sahibi Zehra'yı görünce, yakalanmış olduğuna onunla birlikte gülerdi. Zehra'nın dünyanın kendisini paylaştığını düşündüğü mutlu anlardı onlar.
Yoldan geçen başkaları seksek çizgilerine basarak yürüyüp geçtiklerinde, onların "yandığını" düşünürdü. Birileri onlara artık oyun dışı kaldıklarını söylemeliydi.
Cihangir'in ara sokaklarından birinde, eski bir apartımanın altıncı katında otururlardı. Annesi merdivenden, merdivenin dik basamaklarından yakınırdı. "Çık çık bitmiyor!" Balkonlardan birbirine düğümlü ipler, sicimlerle aşağıya sepetler sarkıtılırdı; unutulmuş ekmekler, bitmiş tuz, yumurta ya da ufak tefek bazı bakkal alışverişleri için.

İlkokul son sınıfa gidiyordu o sıralar. Diplomasını almasına bir ay kalmıştı. İlk diploması olacaktı bu. Bugüne kadar her yıl karne almıştı ama, bu sefer ilk kez diploma alacaktı. Bunu düşündükçe göğsü kabarıyor, kendiyle gurur duyuyordu. Diplomasını alıp eve geleceği günün hayalini kurmaya başlamıştı şimdiden. Annesi, "Hayatın ilk basamağıdır ilkokulu bitirmek," diyor, geleceğine bakarcasına şefkat ve sevgiyle bakıyordu ona. Annesinin sesindeki, yüzündeki dokunaklı sevinç, Zehra'yı gönendiriyordu.
Yazın ilk günleri olmasına karşın, nedense keskin bir sonbahar serinliği vardı havada. Bazı akşamlar hâlâ sobalar yakılıyordu. Annesi, "Bu yıl yaz gelmeyecek galiba," diyordu. "Bir kıştan diğerine gireceğiz..." Annesi daha şimdiden umutsuzca kışı düşünmeye başlamıştı. Annesine ilişkin anımsadığı bir şey daha: Fotoğraflı takvim yapraklarının yaz mevsimli sayfalarını atmaz, mutfak duvarlarına asardı. Mutfak duvarları güneş ve yaz içindeydi.
O gün okuldan eve dönüp evlerinin bulunduğu sokağa girdiğinde, annesinin kış için söylediklerini hatırlatan rüzgârlı soğuğu duydu teninde. Sokakları yaz-kış hep eserdi. Annesi, "Bu sokak hep kurander yapıyor," der, "netameli havalar" olarak nitelendirdiği böyle günlerde Zehra'yı sıkı sıkıya giydirip öyle salardı sokağa.
"Zehra! Hırkanın önünü ilikle!"
Kimi zaman balkondan böyle seslenirdi. Kollanıyor olduğunu bilmenin güvenini bütün varlığında hissederdi; bu sesi duymak iyi gelirdi ona. Bütün gün kapı eşiklerinde oturan mahallenin çocuklarıyla ip atlar, seksek oynar, yaşının haşarılıklarını tasasızca yaşardı. Bilirdi, annesi balkondan ona bakıyor. O, hep orada.
Bir daha hiç öyle olmadı. Bir daha bu güveni hiç duymadı.

O gün evlerinin önüne yaklaştığında biriken kalabalık dikkatini çekti ilkin. Her zamankinden fazla araba vardı sokakta. Üstelik her zaman olduğu gibi sokağın yalnızca bir yanına değil, iki yanına birden park etmişler, yolu tıkamışlardı.
Tam apartımanlarının önüne geldiğinde, polisleri gördü. Her zaman seksek oynadıkları yerde, asfaltın üzerine tebeşirle bir insan şekli çizilmişti. Kolları, bacaklarıyla eğri büğrü bir insan şeklinin ortasına dağılmış olan kan göllenmişti. Kalabalığın içindeki tanıdık yüzlerin kendisine yönelen kaygılı bakışlarından, yerdeki şekille kendi arasında bir bağ olduğunu sezdi. Daha fazla görmesin diye kalabalıktan birinin elleriyle gözlerini kapattığını anımsıyor.
Annesi kendini altıncı kattan atmıştı.
Polisler cesedi, çevresini tebeşirle çizdikten sonra ortadan kaldırmışlardı.
Her zaman seksek oynadıkları yerde tebeşirle çizdikleri o eğri büğrü şekil annesiydi ve onu bir daha hiç görmedi.
Gerisi, ayrıntılarını hiçbir zaman tam olarak anımsayamadığı bulanık ve kopuk görüntülerle kulaklarında bir uğultu olarak kaldı.
Kalabalığın ona meraklı bakışlarında, Zehra'nın yüzünde belirecek derin acıyı görmenin arzusu vardı. Böyle bir yüz karşısında, içlerinde hazır bekleyen acıma ve merhamet duygularının daha fazlasının harekete geçeceğini biliyor, merakla ona bakarak ne yapacağını görmek istiyorlardı. Bu beklenmedik felaket karşısında, onun çocuk yüzünün, bu acıyı, bu üzüntüyü, bu şaşkınlığı, bu yıkımı nasıl yaşayacağını yakından görmek istiyorlardı. Kalplerindeki kötülükle ilgili bir şey değildi bu. O âna tanıklık etmek istiyorlardı yalnızca. Renksiz, tekdüze yaşamlarında, rastlantı sonucu sahip oldukları bu seyircilik olanağından sonuna dek yararlanmaya çalışıyor, başkalarına anlatabilecekleri, çok zaman sonra bile anımsayabilecekleri bir hayat parçası edinmek istiyorlardı. Seyirci denen şeyi ilk kez o zaman tanımış olduğunu düşünüyor Zehra. Nerede, hangi nedenle olursa olsun, bir yerde biriken kalabalığın kendisine bakan gözlerinde, yüzünde belirecek olan acıyı görme arzusunun yattığı düşüncesi bir daha yakasını hiç bırakmadı. Kalabalığın gözlerini besleyecek olan şeyi erken yaşta keşfetmişti.
Acı.

(BEŞPEŞE -
Bölüm I (Murathan Mungan), s. 13-21)