Gönderen Konu: TELKİNİN HAYATIMIZA ETKİSİ  (Okunma sayısı 1461 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

astalavista

  • Ziyaretçi
TELKİNİN HAYATIMIZA ETKİSİ
« : 21 Şubat 2008, 03:44:52 »

TELKİNİN HAYATIMIZA ETKİSİ

GİRİŞ

Telkinin hayatımızdaki yerini göz ardı etmenin imkanı yoktur. Hayatımızın her tarafı dolaylı dolaysız, az etkili çok etkili telkin edici mekanizmalarla çevrilidir. Ahlak, din, siyaset, ekonomi, emir, istek, tavsiye ve zorlamalar kendi paylarına düşen telkinsel işlevlerini yerine getirmektedirler.
İpnoz ve telkin çalışmaları güncelliğini hiç kaybetmeden çağımızın en etkili psikosomatik tedavi aracı olmayı sürdürmekte, ayrıca pek çok psişik, parapsikolojik, sofrolojik çalışmaların en güvenli yardımcısı durumunu da korumaktadır.

HER AN TELKİN ALTINDAYIZ

Eylemlerimizin dörtte üçü toplumsal ilişkilerle sınırlıdır. İstekler, temenniler, öğütler ve öğrenim, yasa ve kurallar, örf ve adetler, dinsel zorunluluk ve öğütler, hepsi telkinsel bir etkiye sahiptir.
Genel olarak bütün insanlık telkine açık bir vaziyette bulunuyoruz. Üzerimizde telkin etkisini görebilmek için çok ince düşünmeye gerek yok; aynaya bir bakış atmamız dahi yeterli olabilir. Giydiğimiz kıyafetlerden, saçımızın şekline kadar, almış olduğumuz telkinlerin sonuçlarını görebiliriz. Pek çok davranışımız, alış veriş yaparkenki seçimlerimiz, sürekli üzerimize yağan telkinlerin sonuçlarıdır.
Çocukluktan bu yana yetiştirilişimiz, ailemiz ve çevremizdekiler. Annemiz ve babamız, öğretmenlerimiz ilk ipnotizörlerimizdir. Sürekli olarak bizleri yönlendirici etkilerde bulunurlar.
Sonuçta ister birilerinin, ister kendi kendimizin yaptığı telkinler olsun, şuuraltının ikna edilmesi, kendine özgü eğilimlerin ortaya çıkartılması, bunlardan yararlanarak ruhun, beden ve zihin üzerindeki kontrolünü güçlendirmek söz konusudur.

TELKİN NEDİR?

Telkin, bir fikrin zihne sokulup, o zihin tarafından kabul edilmesi eylemidir. Hangi anlamda olursa olsun, ruha girmiş olan her şey -fikir, çağrışım, okumak, öğrenim vs.- süjenin kendi kendine meydana getirdiği şeylerin tümü, fiiller ve inanmalar, kaynakları ne olursa olsun, psişik (derin) şuuraltı faaliyetini uyaran her şey telkindir.

TELKİNİN KISA TARİHİ

Telkin kuramlarının asıl kurucusu Bertrand’dır. Önceleri manyetizm ile uğraşmış, daha sonraları yalın bir yol aramıştır. Telkinin ilerleyişinde onun “bütün fikirler, bir eylem haline gelmek eğilimini gösterir” fikri en esaslı yasa olarak ortaya konmaktadır. Çünkü “fikir, üzerinde deney yapılan kişinin şuuruna nüfuz edince, telkin edilmiş olan hareket gerçekleşir.” diyerek teorisini açıklamaktadır.
Telkin tarihini gözden geçirmeye devam ettiğimizde iki önemli okulun sürece katkılarını görüyoruz. Bunlardan ilki çağının en büyük nöroloğu olan Fransız doktor, Jean Martin Charcot'nun öncülüğünü yaptığı Salpetrier okuludur.
SALPETRIER OKULU

Sinir hastalıkları profesörü olan Charcot tarafından, Salpetrier’deki kliniğinde ipnoz ve telkin araştırmaları yapmak için kurulmuştur. Charcot, ipnoz ve telkin hakkındaki uydurma itirazlardan kendini tamamen kurtarmak hem de bilimsel bir yöntem ortaya koymak istiyordu.
Araştırmalarında, ipnotizmde meydana gelen hallerin, garip ve pek değerli olan ruhsal olaylara sahip olduğunu anladı. Telkini tanıdı ve ondan söz etti. Hem de başaramadığı hallerde de ondan yararlanmayı reddetmedi.
Onun sayesinde ipnotizm ve telkinle uğraşanların artık alayla karşılanmalarına gerek kalmamıştır.

NANCY OKULU

Nancy Okulu, Tıp Fakültesi profesörü Bernheim tarafından kurulmuştur.
Bernheim’ın ipnotizm yöntemi tamamen telkine dayanıyor ve telkinle süjelerini istediği uyku derecelerine sokuyor, onlarda olumlu ve olumsuz telkinleri oluşturabiliyordu.
Bernheim ipnotizme, “Telkinle oluşturulan uykudan başka bir şey değildir.” der. Nancy okulunun araştırmacıları, daha çok telkinin gücünü, pratik gelişmelerini, ona açık bir yer vermek ve sınırlarını belirtmek için çalıştılar. Özellikle irade ile yapılamayan anormal fizyolojik olayları telkinle oluşturmanın mümkün olup olmadığını aradılar. Özellikle telkinle yakı deneyleri ile çok ilgilendiler.
Günümüzde onların görüş ve uygulamaları hala geçerliliğini korur.

METAPSİŞİK AÇIDAN TELKİN ve İPNOZ

ipnoz ve benzeri şuur hallerinin oluşmasının birinci şartı ruh ve beden ilişkisinin gevşemesi durumudur. Bunu anlayabilmek için ruhun bedenle olan irtibatını anlamak gerekir. Ruh enerjisi, ruh varlığı, fizik bedeni çeşitli ara vasıtalar kullanarak indüksiyon yoluyla yani uzaktan etkileme yoluyla etkisi altında tutar. Yani bedenin içine girebilen ve çıkabilen bir ruh kavramı söz konusu değildir. Varlığın bedensiz geniş şuuru beden ile temas kurabilmek için kendisini daraltır; böylece bizler fizik bedenin sınırlı imkanları ile şuurumuzun ancak küçük bir bölümü ile temas halinde olabiliriz.
Çeşitli gevşeme teknikleri ile, değişik şuur halleri oluşturmanın esası, bedene olan konsantrasyonun azalarak ruhsal yöne kaymasıdır. Günlük şuurda belirli bir denge içerisinde olan bu hal, oluşturulan gevşeme ve konsantrasyon ile ruhsal alana doğru şuurun daha geniş alanlarıyla temas kurma imkanı sağlar. İşte böyle bir hal içerisinde, ki buna çeşitli seviyelerde trans, ipnotik uyku vs. denebilir, verilen telkinler direk geniş şuurumuza ulaşarak bu sürece girme amaçlarımızı gerçekleştirmeye çalışır.
İşte ipnoz bu süreci ifade eder. İpnoz gerçek bir uyku değil, uyku ile uyanıklık arası bir durumdur. Başlıca karakteri, bu yapay uyku esnasında arzu edilen herhangi bir telkinin meydana getirilmesidir. Telkinsel yetenek harekete geçebilir ya da çeşitli derecelerde yükseltilebilir. İpnotize edilen kimsede tahayyül yeteneği artar, genel duyarlık ve hareketsel özellikler uykuya dalar, zihni etkinlikler azalır; ipnotizörün emri altına girilmiştir.
İpnoz içinde bulunan birey, uyanıklık haline oranla daha fazla telkin yeteneğine sahip bir hal içindedir. Yani ipnozun telkinden doğduğunu söylemek doğru olmaz.
Telkin yeteneği sadece ipnotizmde yoktur. İpnozu telkin yeteneğinin artması gibi ele almak hatadır. Bazı insanlar, uyanıkken, ipnotik uykuda bulunduğu sıradakinden daha fazla telkine yatkındır.
Dolayısıyla ipnoz, bazı kişi ve durumlarda telkine geçişi kolaylaştıran bir araçtır. İpnoz ile daha geniş bir şuur haline ulaşılır ve telkin kullanarak şuuraltı ikna edilir. Etkili bir ses tonuyla, güven verici bir şekilde, yumuşak ifadelerle gerekirse direk değil, aşamalı aşamalı, adım adım geri çekerek hedefe ulaşılmaya çalışılır.

TELKİNİN OLUŞ ŞARTLARI

Telkinin şartlarını bütün olarak saptamak mümkün değildir. Bununla beraber şunlar ifade edilebilir:
1) Dikkatin aşırılaşması fikrin gerçekleşmesine yol açar; ama bu dikkat iradeye bağlı değil, kendiliğinden bir dikkattir; çaba sarf edilmeden, düşüncede bir gevşeklik hali mevcutken oluşan bir dikkattir.
2) Tek fikre bağlı kalmak telkinin gücünü artırır. Zihinde birbirini çelen fikirler yerine tek bir fikir hakim olmalıdır. Böylece daralan şuur alanında telkin edilen fikrin etkisi çoğalır.
3) Şuuraltının telkinleri kabul etmesi
4) Tersine dönen çaba yasası: Bir fikir, bir telkini harekete geçirdiği zaman ve bu fikir ruha egemen olduğu sürece, süjenin telkine ters olarak yaptığı bütün çabalar sadece telkini güçlendirir.
5) Yardımcı Heyecan Yasası: Heyecanların canlı olması telkini kolaylaştırır.
6) Örnekleme: Başka insanlarda görülen telkin misalleri, telkini kuvvetlendirir.
7) Egzersiz Kanunu: Telkin alıştırmayla kolaylaşır, yani tekrarlandıkça etkisi artar.

TELKİNİN KISA SINIFLAMASI

Telkinler genellikle uyku içi ve uyku sonrası olmak üzere ikiye ayrılırlar. İpnoz sonrası telkinler uyku derinliğinin derecesine göre çeşitli oranlarda gerçekleşir. Süje görünüşte uyanık olmasına rağmen, şuuraltı olarak kendisine verilen telkini emri yerine getirmek için gizli bir dikkat içinde bulunur. İçsel bir zaman ayarlayıcı güç sayesinde, istenilen vakitte telkin yerine getirilir.
Ayrıca amaçlarına göre bilimsel, deneysel, şifacılık olarak da sınıflandırılabilirler.

KENDİ KENDİNE TELKİN UYGULAMALARI

Kendi Kendine Telkin için ileri ülkelerde kurumlar meydana getirilmiştir. Nasıl bir başkası insana telkinde bulunabilirse, insan kendi kendine de telkinde bulunabilir. Amaç, hiçbir irade gayreti kullanmadan elde etmek istediğimiz sonucun imaj ve formüllerini şuuraltına yerleştirmektir. Çünkü şuuraltımız biz onu nasıl eğitirsek ona göre cevap verecektir.
Metapsişik şuuraltı anlayışı, Freud’un ifade ettiği gibi, beğenilmeyen, istenilmeyen şeylerin tıkıldığı bir depo değil, Bergson’la başlayan ruha, sezgiye ve spiritüel anlayışa dayalı bir şuuraltı anlayışıdır. Bu şuuraltı henüz yüceliği ve iyiliği hakkında faydalı bir şekilde sonuca varamadığımız birtakım bilgilerimizin, hislerimizin, sezgilerimizin, gerek kendimizden gerek insanlardan almış olduğumuz tesirlerin henüz çözümlenmemiş bakir bir şekilde depolandığı bir yer olarak kabul edilir. Fakat daima aktif vaziyettedir.
Eğer şuuraltı zihnimizde yıkıcı, olumsuz inançlar varsa, bunları söküp yerlerine yapıcı, yaratıcı, olumlu inançlar koyabiliriz. Çoğumuz hayatımızın büyük bir bölümünü bize kendimiz hakkında söylenenlere inanarak kültürel bir trans içinde yaşarız. Bu trans bozulabilir ve biz gerçekten şuuraltımızı yeni bir benlik fikriyle yeniden programlayabiliriz. Şuurlu zihin “mantıksal olarak” kabul etse de etmese de şuuraltı verilen mesajı daima işitir.

TELKİN NE KADAR SÜRMELİ
Kendi kendine telkin uygulamalarında bütün durumlara tatbik edilecek bir zaman ve kural söylemek zordur. Herkese göre değişebilir. Uykuya dalmadan önceki zaman kendi kendine telkine en müsait zaman olarak tavisye edilir. Uyku esnasında şuur melekeleri silindiği için şuuraltı hakim durumdadır.

NASIL YAPILIR?

1) İlk Fikrin Tespiti ve Gelişimi
Kendinizde değiştirmek istediğiniz noktalar ve varılmak istenen hedefler hakkında ayrıntılı bir envanter ve plan hazırlamakla işe başlamak gereklidir çünkü kendine kendine analiz çok önemlidir.
2) Araçları Artırmak ve Düzenlemek
Belirli bir zamanı kullanmak, en az zamanı harcama yöntemidir. Gerek uykudan önce, gerekse kendimize telkin için ayırdığımız zamalarda, imajinasyonumuzu ertesi gün yapmayı planladığımız hareketler üzerinde sırasıyla duraklamaya bırakmak bile başarı için yeterlidir. Bu bizde çok kıymetli bir alışkanlık bırakır; bu da düzenliliktir.
Günlük telkin seansları süresince “şuuraltı, siz onu neye ikna ederseniz önce onu yapar.” mihenk noktasını iyi icra etmemiz lazımdır. En iyi telkinler insanın kendi kendine hazırladıklarıdır ve tekrarlandıktan ve iyice inceledikten sonra formül haline getirdikleridir.
3) Alışkanlığı ortadan kaldırmak
İrade ve şuuraltı arasındaki mücadele özellikle uzun zamandır yer etmiş bir alışkanlığı söküp atmak gerektiği hallerde kendini daha fazla gösterir, çünkü bu durumlarda içten gelen bir alışkanlığı bastırmak isteyen istek ne kadar kuvvetli olursa olsun uzun zamandır yerleşmiş bir parazit duyguyu çabucak söküp atamaz. Çünkü şuuraltı kendi aracılığıyla bu iyi niyet ve isteğe karşı çıkar ve hevesi kırar. Alışkanlığın ortadan kalkabilmesi için öncelikle şahsın “Her alışkanlık kaldırılabilir. Ben bundan tamamen kurtulabilirim, bunda da başarılı olacağım.” diyebilmesidir. Ve de kaldırılmak istenen alışkanlığın tamamen tersi bir imaj ve formülle telkinde bulunmasıdır.
4) Telaşsızlık ve Kendine Güven
Kendi kendine hakimiyette karakteristik vasıflardan birincisi muhakkak ki “telaşsızlık ve soğukkanlılıktır.” Öncelikle bir gevşeme ve konsantrasyon haline girdikten sonra telaşsızlık kelimesinin imajinasyonu tamamen işgal etmesine izin vermek, daha sonra manasını canlandırmak lazımdır. “Ben tamamen sakinim. Tesirler benim üzerimde tedirginlik bırakamıyor. Sakinim, huzurluyum, kendimi tamamen rahat ve başıma ne gelirse gelsin, tamamen rahat hissediyorum; böyle de kalacağım.” telkinini zihne yerleştirmek önemlidir.

TELKİNBİLİM - TELKİN EĞİTİM

Telkinbilimin konusu insan kişiliğini araştırmadır. Bu kişilik, çevre ile karmaşık etki alış verişi içindedir. Ayrıca, açıkça idrak edilmeyen, şuurdışı ya da şuur eşiğinde bulunan psişik ilişkilerle ilgilenir.
Telkinbilimi, şartlandırma, beyin yıkama gibi sıkıntı verici terimlerle ve ipnozla karıştırmamak gerekir. Klinik telkinbilimi deneyseldir. Terbiye, eğitim alanında kullanılır. Öğretim ve eğitimde telkinin kullanılışı “telkin-eğitim”i oluşturur. Özellikle çok kısa sürede lisan öğrenmek üzerinde yaygın bir uygulamaya geçilmiştir. İleri uygulamalarda fen bilimlerinin büyük bir kısmı da telkinbilim yöntemi ile hızla öğrenilebilmektedir.
Bulgar bilim adamı Dr. Georgi Lozanov “telkinbilim” dediği öğrenme teorisine dayalı tam bir okul geliştirmiştir. Dr. Lozanov’un keşifleri uykuda öğrenme çalışmalarından sonra ortaya çıktı. Lozanov’un uyku sırasında ders bantlarını dinleyen öğrencileri vardı. Bir gece Lozanov uyumakta olan bir öğrenci grubunun hoparlörlerini çıkardı. Ertesi gün her iki grup da sınavlarda normalin üstünde puan tutturdu. Bunun üzerine Lozanov, belki de sadece daha iyi öğreneceklerine dair verilen telkinin bile öğrenmeyi hızlandırabileceği sonucuna vardı.
Lozanov Bulgar okullarında çok büyük bir başarı elde etmiştir. Dünyanın her tarafında öğretim görevlileri, öğrenme alanında telkini nasıl kullanacaklarına dair kendisine talepte bulunmuştur. Ortalama bir insan, normal şartlar altında eğer geleneksel bağımsız çalışma yöntemini kullanıyorsa, günde yaklaşık olarak yirmi ya da otuz yabancı kelime öğrenebilir. Diğer yoğun öğrenme teknikleriyle kişi günde seksenle yüz arası kelime öğrenebilir. Berlitz Lisan Okulu günde iki yüz kelimeyi son derece başarılı kabul eder. Telkinsel öğrenme tekniklerini kullanan Lozanov’un lisan öğrencileri 1966’da günde beş yüz kelime öğreniyordu. 1977’de ise bazı öğrencileri, yoğun lisan kurslarındaki öğrencilere nazaran hatıralarında daha uzun süre kalacak şekilde, günde üç bin kadar kelime öğreniyordu. Lozanov’un sistemindeki farklı ve etkili unsur öğrencinin tutumu ve inançlarıdır. İnanç, performansı mutlaka etkiler. Telkin, şifa bulmayı nasıl etkiliyorsa, öğrenmeyi de etkiler.
Lozanov “Telkinbilimin, sanatta yeri vardır. Aktöre seyircinin ruhunu nasıl kazanacağını, yazara okuyucunun kalbine nasıl girebileceğini gösterebilir. Spor alanında, atlete enerjilerini nasıl toplayacağını ve bunları zafere ulaşmak için en kritik anda nasıl kullanacağını gösterebilir. Telkinbilim faydalı bir bilim olarak toplum hayatının her sektöründe yer alır.” demektedir.

TELKİNİN TEDAVİ EDİCİ ETKİSİ: PLASEBOLAR

Plasebo tıpta çok sık başvurulan bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Doktorun hasta üzerindeki güven verici etkisi, yüreklendiren ve ikna eden sözleri ile birlikte rahatsızlığı için en uygun ilaç olduğu ileri sürülerek verilen, kimyasal hiçbir madde içermeyen bu ilaçlar rahatsızlığın tümüyle ortadan kalkmasını sağlayabilir. Tabii bu süreçlerde imajinasyon ve inancın katkısı atlanmamalıdır.
Bükreş’teki Ulusal Yaşlılık Enstitüsü’nde uzun ömür araştırması yapan doktorlar altmış yaşındaki köylüleri üç gruba ayırdılar. Birinci gruba hiçbir şey verilmedi. İkinci gruba ömrün uzamasına yardım ettiği düşünülen yeni bir ilaç verildi. Üçüncü gruba ise plasebo verildi. Bu üç gruptaki sağlık ve ölüm oranları yıllarca gözlendi. Birinci grup ulusal ortalamaya uymaktaydı. İlaç alan grubun sağlıklarının iyileşme yüzdesi arttı, ölüm oranı belirgin şekilde azaldı. Plasebo alan, yani faydalı bir ilaç aldıklarına inanan grup ise ulusal ortalamanın üzerinde bir gelişme gösterdi, bu gelişme ikinci grubun yaklaşık yüzde ellisine denkti. İşte inancın iyileştirici gücü!
Harvard Tıp Fakültesi’nden Dr. Henry Beecher tarafından yapılan bir çalışmada, plasebo başağrısı, öksürük, ameliyat sonrası sancı ve çarpıntı gibi rahatsızlıkları olan hastaların yüzde otuz beşinde iyileşme sağlamıştır. Plaseboların etki bakımından morfinin %77’sine denk olduğu, aspirin ve kortizona da eşit olduğu kanıtlanmıştır.
Tıp alanındaki araştırmacılar plaseboların, ruhsal şifanın veya ipnozun nasıl ya da niçin çalıştığını henüz bilmemektedir, ancak bu tedavi edici teknikler münakaşa götürmez şekilde etkilidir. 1955’de İngiliz Tıp Kurumu ipnotik ve telkinsel iyileştirmeyi, yasal tıbbi ve psikolojik tedavi olarak kabul etti. 1958’de Amerikan Tıp Kurumu ipnozu bilimsel olarak kanıtlanmış bir tedavi yöntemi olduğunu onayladı.

YENİ BİR BİLİM: PSİKONÖROİMÜNOLOJİ

Yeni bir bilim olan psikonöroimünoloji, telkinin vücuttaki bağışıklık sistemini nasıl harekete geçirdiğini inceler. Beyin fizyolojini ayrıntılı olarak ele alan araştırmacılar fikir ya da inançtan, nöronlara uzanan sebep-sonuç zincirini izlemeye çalışıyorlar. Öyle ki, bir fikir ya da inancın etkisiyle nöronlar, hastalık ve dengesizlikle savaşmak üzere beyaz kan hücrelerini artıran bağışıklık sistemini harekete geçirecek sinyalleri hipotalamusa ve hipofiz bezine göndermektedir.
1956’da S. Serov ve A. Troskin adlı doktorlar, Sverdlovsk’taki laboratuvarlarında, bir hastaya yapılan olumlu heyecanlara ilişkin basit bir telkinin, onun beyaz kan hücre sayısının bin beş yüz civarında yükselmesine sebep olduğunu ispat ettiler. Olumsuz heyecanlara ilişkin telkin ise beyaz kan hücrelerini bin altı yüz civarında düşürmüştü. Amerikan bilim adamlarının yaptığı deneyler, eşi ölen bir kişinin beyaz kan hücre sayısının altı ay içinde dikkat çekici şekilde düştüğünü göstermiştir. Beyaz kan hücreleri (lökositler), vücudun hastalıkla savaşan temel mekanizmalarından biri olduğundan bu keşifler, düşünce ya da heyecanların bedeni iyileştirici etkileri olduğunu ya da en azından şifa bulma sürecinde rolü olduğunu deneysel olarak doğrulayan bir kanıt olmuştur.

İMAJİNASYONUN TELKİNDEKİ ROLÜ

Ruhun pek çeşitli ve güçlü yeteneklerinden birisi de imajinasyondur. İmajinasyon bir şeyi ruhta suretlendirmektir (canlandırmak, resmetmek), dediğimiz zaman, telkin olayının oluş hali daha kolay kavranılacaktır. Şimdi sözü Dr. Bedri Ruhselman’ın açıklamalarına bırakalım:
“Telkin, asıl bakımdan bir ruhun diğer bir ruh üzerindeki etkisidir. Egemen ruh diğer ruhun maddeleri üzerinde, imajinatif faaliyetiyle ve bu ruhun iradesini kullanmak süretiyle etkili olabilir, ki biz bu hali, çoğunlukla bu şartlandırmayı düşünmeden telkin kelimesi altında tanırız.” Bu tanımın Nancy okulu araştırmacılarından Liebeault’un yaptığı yakı deneyi ile uygun olduğunu belirttikten sonra şöyle devam etmektedir. “Burada operatör bir olayın olmasını yani süjenin elinin yanmasını düşünmüştür. Bu işte yakının veya kağıdın vasıta olmasına da gerek yoktur. Operatör sadece kolunuz yanıyor deseydi bile bu yanma olayı oluşurdu, yeter ki operatörün meydana getirdiği imajlara süje inanmış olsun ve serbest iradesiyle imajinatif faaliyetini bu doğrultuda kullansın. Bunun için de süjenin iradesinin her noktada operatörünki ile uyum içinde olması yeterlidir.”
Eğer imajinasyon yeteneğimiz yeteri kadar güçlüyse, bedenimizi ve zihnimizi pek çok şeyi yapabilecek şekilde programlayabiliriz. Zihnin imajlara tepki verme yeteneği günümüzde üstün performans seviyelerine ulaşmak için kullanılmaktadır.
Atlerle yapılan modern araştırmalar, kişinin muhafaza ettiği zihinsel “resmin” fiziksel gelişme kadar önemli olduğunu göstermiş ve mantal hazırlığın fiziksel performansı yükselttiği tekrar tekrar kanıtlanmıştır. Bu durum diğer alanlarda da geçerlidir. “İster yapabileceğinizi, ister yapamayacağınızı düşünün, her iki durumda da haklı olursunuz.” denmektedir.
1950’lerin ortalarından beri Ruslar, fiziksel ve mantal performansı artırmak üzere imajinasyon tekniklerinin kullanımında önde gitmişlerdir. Mantal eğitim ve provanın fiziksel eğitim ya da prova kadar önemli olduğunu görmüş ve de kozmonotların, Bolşoy balesinin, atletlerin, aktörlerin, öğrencilerin ve işçilerin eski performans sınırlarını aşmalarını sağlamak için “kendi kendini psişik olarak kontrol etmek” olan PSR eğitimini kullanmışlardır.
Depresyon ve fobi gibi diğer mantal sorunlar da PSR vasıtasıyla iyileştirilmektedir. Pek çok mantal rahatsızlık, o hastalıktan korkmakla, kendini zayıf görme kısır döngüsüyle daha da ağırlaşır. Kendi kendine telkin, kişiye kendini koruyacak bir kalkan fikri vererek, zihinsel durumunu kontrol etmesini sağlayarak bu korku zincirini kırılabilir. Kendi kendine telkin gücünün kendisi yapıcı bir etkendir, hasta durumunu değiştirme gücünü öğrendikçe güven oluşur ve güven oluştukça kendi kendine telkin çok daha başarılı sonuçlar getirir.
Rus araştırmacıları kendi kendine telkinin uyku düzensizlikleri, konuşma zorlukları, cinsel sorunlar, astım, migren, başağrıları, kalp rahatsızlıkları üzerinde yararlı olduğunu bulmuşlardır. Bu tedaviler, diğer tıbbi tedavilerin yerini alıyor diye bir şey yoktur, bunlar daha çok klasik tıbbi tedavileri desteklemek için kullanılmaktadır. Hepimiz gerçek fiziksel sınırlara sahibiz ve mantal imajları kullanarak bu sınırları aşabileceğimizi bekleyemeyiz.
Bu kendi kendine telkin tekniklerini kullanmak için mutlaka hasta ya da rahatsız olmamız gerekmez. Sağlığın sürekliliği ve hastalıklardan korunma hususu üzerinde çalışmak da PSR’nin kullanım alanlarından biridir. PSR, hafızayı güçlendirmek, virüslerin sebep olduğu enfeksiyonlara karşı direnç oluşturmak için kullanılabilir.
Teksaslı doktorlar Carl ve Stephanie Simontonlar da kanserli hastaları iyileştirmek için zihinde canlandırma teknikleriyle deneyler yapmışlardır.
Simontonlar tüm hastalarına kendi kendine telkin ve ipnozu öğretiyorlar, kemoterapi ve ışın tedavisiyle bağışıklık sistemi arasındaki etkileşim hakkında bilgi veriyorlar, onlara kanserli hücrelerin fotoğraflarını gösteriyorlar, hafif ipnoza girmelerini ve zihin gözlerinde kanser hücrelerinin ya da tümörlerin yok edildiğini canlandırmalarını istiyorlar. Hastaların, kanlarındaki akyuvarların kanserli hücrelere hücum edip, onu durdurduklarını ve yok ettiklerini zihinlerinde canlandırmalarını sağlıyorlar.
Vakaların birinde bir hasta, kanseri bir hamburger şeklinde tahayyül etti, vahşi bir köpek sürüsu olarak canlandırılan akvuyarlar (beyaz kan hücreleri) hamburgeri içindeki etiyle beraber yiyip bitirmişlerdi. Lösemili bir çocuk bir çizgi roman kahramanının beyaz elbiseler içinde kanına girdiğini, altıpatlarıyla kanser hücrelerine “ateş ettiğini” ve sonra yardımcısının “cesetleri” bir at arabasına koyup uzaklaştırdığını bildiriyordu. Kolon kanserine yakalanan bir kadın zorlayıcı bir imaj yaratmıştı: Bir zemindeki çimento kabartısını (kanseri temsil ediyor) fırçayla söküp atmaya çalışıyordu. Ama hastanın kötüleştiği görülüyordu. Çimento ve fırça imajı onu yenilgiyi kabule doğru götürüyordu. Kanser imajını değiştirip bu derece hareketsiz ve söküp atılamayan halden çıkardığında, tömürle imajinatif olarak başarıyla mücadele etmesi mümkün oldu.

OLUMLU İFADELER ve KENDİ KENDİNE KONUŞMA

Önemli olan bir diğer husus da, gerek kendi kendimize yaptığımız telkinlerde, gerekse başkalarına yapılan telkinlerde olumlu ifadelerin kullanımıdır. Birisi yaptığımız işi ya da çaba larımızı beğendiğini söylediğinde kendimizi ne kadar iyi hissettiğimiz biliriz. Küçücük bir pozitif geri beslemenin büyük bir moral yükseltici değere sahip olduğunu görebiliyoruz.
Basit anlamıyla “olumlu ifade”, kendimiz hakkında bulduğumuz olumlu bir imajdır. Yani amacımıza ulaşma gücümüzü, potansiyelimizi, becerilerimizi ya da yeterliliğimizi olumlu yönden niteliyoruz.
Bir “olumlu ifade”, şuurlu olarak seçilmiş olumlu bir düşüncedir. Daha sonra bu istenen sonucu ortaya koyması için şuuraltına yerleştirilir. Bu genellikle olumlu ifadeyi düşünerek ya da kendi kendinize sessizce söyleyerek yapılır. Her şeyden önce olumlu ifadeye kesinlik yüklemek önemlidir. Kendinize, “İşimde yükselmek için çalışacağımı umuyorum.” demeyin. Bu ifade kesin değildir, şartlara bağlıdır. Böyle bir ifadeyle şuuraltı zihninizi asla ikna edemezsiniz. Şöyle söylememiz daha uygundur: “İşimde iyiye doğru gidiyorum. Her geçen gün daha çok öğreniyor ve daha verimli oluyorum.” Amaçlarımızı tüm kalbimizle inanabileceğiniz şekilde tasarlamalı ve sonra yüzde yüz pozitif olmalıyız.
Kendi kendine konuşmanın ve imajinasyon yoluyla kendi kendini regüle etmenin yolu hepimize açıktır; yeter ki isteyelim.


Kaynak: http://www.irad.org