GÖRSEL SANATLAR DİSİPLİNLERİ > Müze Bilinci

İstanbul Tüm Tarihi Yapıları

<< < (4/5) > >>

Restorasyon:
Surp Pırgıç Kilisesi (Beyoğlu)
 Galata’da Kemeraltı caddesi üzerindedir. İstanbul’daki ilk Ermeni Katolik kilisesidir.Katolik Ermeni cemaati kendilerine ait bir ibadethaneleri ve ruhani reislerinin olması için II. Mahmut döneminden itibaren çalışmalara başlamışlardı. Galata’da yaşayan Katolik Ermeni cemaati kendi aralarında para toplayarak Kemeraltı caddesi üzerindeki evvelce Patrikhane olarak kullanılıp sonra Surp Asdvadzadzin kilisesine Patrikhanenin taşınman-sı üzerine boş ve metruk kalan,üzerinde papaz odalarının da bulunduğu yeri satın aldılar. Gerekli izinler alındıktan sonra 15 Temmuz 1831 de temeli atılan bina 13 Ocak 1834 de ibadete açıldı. İlk Ermeni Katolik kilisesi olduğu için oldukça özenli yapılan binanın dıştan hantal görünüşüne rağmen Kuyu Sokağına bakan taraftaki giriş ve iç mekandaki düzenlemeleri sanki bir antik tapınağa benzetilmek istenmiştir. Geniş bir kubbeli bazilika planına sahip olan yapı da orta mekanın üzerini içten tonoz ve yarım kubbeler dıştan düz bir çatı örter. Altı payenin arşitravla birbirine bağlandığı ve merdivenle çıkılan giriş bir Grek Tapınağı havasındadır. Dışarıya taşkın apsis’in fresk tarzında boyanmış,nişleri gösteren mimari bir kompozisyon içinde Surp Tatyos ve Surp Partoghemios’u temsil eden figürler vardır. Ana apsis’in yanındaki küçük apsisi olan şapel vaftizhane olarak kullanılmaktadır. Kilisede beş ayrı yerde sunak yapılmıştır. bnlardan bir tanesi Meryem’e atanmış olup ince sütunlar ve perdelerin çevrelediği mekanda Meryem ve Çocuk İsa başlarında kral taçları ile canlandırılmıştır. Kilisenin yapımı sürerken İstanbul’da Veba salgını baş göstermiş,bunun üzerine Ermeni cemaati bu ikonayı 25 Mart günü bütün İstanbul sokaklarında arkalarından gelen hıristiyanlarla dolaştırmışlardır. Tesadüf olarak bu olaydan sonra veba salgını birden bitmiş Sultan II. Mahmut da bu kiliseye bu olaydan ötürü elmasdan kuyrukluyıldız biçiminde bir iğne hediye etmiştir. Bu olay o tarihten beri Paskalya yortusunun ertesinde “Ölüler günü” olarak 25 Mart’da kutlanmaktadır. Kilise açıldıktan sonra Ermeni Katolik Cemaatinin ilk ruhani reisi Başpiskopos Andon Nurican olmuştur.

 Surp Yerrontutyan Kilisesi ( Beyoğlu)
 İstiklal Caddesi'nde Perukar çıkmazında küç ük bir kilisedir. İstanbul’daki Levantenler için dört katolik rahip 1722 de buradaki arsayı satın almışlar,gerekli izinleri Osmanlı devletinden aldıktan sonra buraya küçük ahşap bir kilise ile konuk evi inşa etmişlerdir. 20 Eylül 1762 de burada çıkan bir yangınla kilise ve evler yanmış,Sultan II. Mustafa’dan alınan ferman ile taştan yeni birkilise ile 7 adet ev yapılmıştır. 6 Ağustos 1831 deki Beyoğlu yangınında burası yine zarar görmüş olup 1834-35 yıllarında bugünkü küçük kilise yeniden yapılmış 27 Ocak 1836 da Ermeni Katolik rahiplerinin de katıldığı bir kutsama töreni ile ibadete açılmıştır. Ermeni Katolik cemaati reisi Monsenyör Andon Hasun kilisenin kendi mülkiyetlerine geçmesi için Avusturya ve Papalığa müracaatta bulunmuş,Avusturya İmparatorluk armalarının korunması şartıyla 25 Mayıs 1857 de Ermeni Katolik patrikliğinin mülkiyetine geçmiştir. Tek nefli bir bazilika planında olan bu küçük kilise çift meyilli çatı ile örtülü olup dış cephe sıvalıdır. Narteksin üzerinde küçük bir galeri vardır. Koro bölümünün üstünde Habsburg hanedanının armaları bulunmaktadır. Ana sunak kutsal üçlü’ye ithaf edilmiş olup yan sunaklar Azize Anna ve Meryem’e ithaf edilmiştir.

  Protestan Ermeni Kiliseleri
 Surp Yerrorturyan (Avadaranagan ) Kilisesi (Aynalıçeşme-Beyoğlu)
İngiliz konsolosluğunun arkasında,Emin Camii sokağındadır. Ermenilerin protestan hareketlerinin başladığında yapılan ilk kilisedir. 1846 da burada mevcut olan ahşap kilise binası yandığından aynı yerde biraz daha geniş bir yer satın alıp yeni bir kilise ve okul yapımı için hükümetten izin istenmiş Sultan Mabdülmecid’in 1861 tarihli fermanıyla arsa alımı için onay alınmıştır. Kilise yapımı için tekrar müracaat edilir ve II.Abdühamid’in 9 Ağustos 1904 tarihli fermanıyla onay alınarak ertesi sene kilisenin temeli atılır,20 Ekim 1907 de ibadete açılır. İki katlı olan kilisenin alt katı okula ayrılmıştır. Anıtsal bir giriş cephesi olan kilise 19.uncu yy. Avrupa gotik-eklektik mimarisi tarzındadır. Sağır sütunlu yuvarlak üzerine sivri kemerli kapısı’nın üzerinde çan kulesi yükselen cephenin birinci katında sivri kemerli uzun pencereler ikinci katında ise yuvarlak gül pencereler vardır. Çatı çift meyillidir. İç mekan oldukça sadedir. Üç cepheli dışarıya taşkın bir apsis vardır. Gotik süslü saçak kornişleri iç mekanı çevreler.

 Süryani Kiliseleri
 Meryem Ana Kadim Süryani Kadim Kilisesi (Beyoğlu)
 Tarlabaşında Karakurum Sokağındadır. İstanbul’da Süryanilere ait tek kilisedir. Süryaniler litürjiye göre Nuh peygamberin oğlu Sam’ın oğlu Aram’ın soyundan gelmişlerdir. Sami kavimlerinin bir kolu sayılır. M.Ö. 14 ncü yy.da Hitit İmparatorluğunun çöküşünden sonra kuzey Suriye’den Şeria nehrine kadar Ön Asya’da egemen olmuşlardır. Süryaniler kökeni Urfa kilisesine dayanan ve Asur ırkından olan doğu Süryanileri (Nasturiler) ile kökeni Antakya kilisesine dayanan ve Arami ırkından olan batı Süryanileri olmak üzere ikiye ayrılırlar. Aramca konuştukları, snoptik incillerden Matta İncili’nin Arami dilinde yazılıp sonradan Yunanca’ya çevrildiği yolunda güçlü kanıtlar ileri sürülmektedir,günümüzde de Süryanice’ye en yakın dil işte bu aramca’dır. Hıristiyanlığı ilk kabul eden toplum olduğu için de kendilerine 1845’den itibaren “Kadim” sıfatı yakıştırılmıştır. İsa’nın çağında doğu’da Urfa putperest inancındaydı Kilise tarihçisi Eusebius’un yazdıklarına göre Kral V.Abgar bir cilt hastalığına tutulur tedavi için İsa’yı Urfa’ya çağırır. İsa çarmıha gerildiği için havarilerinden Thomas’ın kardeşi Addai (Thaddeus) Urfa’ya gider Kral Abgar İsa’nın fikirlerine inanır,hıristiyanlığı kendisi ve toplumu için kabul eder. Anadolu’daki Süryani cemaatinin İstanbul’a gelmesi iki göç dalgası ile oluşmuştur. Birincisi Bitlis,Diyarbakır,Mardin, Midyat ve Nusaybin’den 1830 yılından itibaren başlar ve Cumhuriyetin ilanına kadar devam eder. İkinci dalga ise yine aynı kentlerden ve köylerden Cumhuriyet sonrası olmuştur. İstanbul’a ilk yerleşen Süryaniler,ibadetlerini yapabilmek için Tarlabaşı’nda ahşap küçük bir ev satın alırlar. 1844 de Patrik Mor Ignatios II.Yakup cemaatini ziyaret için İstanbul’a geldiğinde bu küçük evi kiliseye çevirmeyi düşünür ve Sultan Abdülmecid’e müracaat eder,isteği olumlu karşılanır ve ev yıkılarak yerine ahşap bir kilise inşa edilir Meryem Ana’ya ithaf edilen bu kilise 1870 Beyoğlu yangınında tamamen yanar. 1880 de bu sefer kargirden yeniden inşa edilir. İkinci göç dalgasıyla artan nüfusun ihtiyacı karşılanamadığından Süryani Kilisesi Vakfı tarafından etrafındaki evler satın alınır ve 1961 de gerekli yasal izinler alındıktan sonra bugünkü kilise yapılır ve 3 Kasım 1963 de Patrik Mor İğnatios III. Yakup tarafından törenle ibadete açılır. Kilise’nin inşaatında Mardin’den getirilen ,taş oymacılığı ve taşçı ustaları olan Sait Mimarbaşı,İskender Aktaş ve Lole Ertaş ve ekibinin ustaları ile yine Mardin’den getirtilen taşlarla inşa edilmiştir. Kilise’nin yanında idare binaları ve okul vardır.

 Katolik Kiliseleri
 Saint Antuan Kilisesi (Beyoğlu)


 İstiklal Caddesi üzerinde demir parmaklıklı bir kapı ile girilen geniş bir avlunun içindedir. Avlunun iki tarafında bu komplekse ait çeşitli binalar yer almaktadır. Mimar Giulio Mongeri’nin (1875-1953) Lombardia Gotiği stilinde bir eseri olup inşaata 1906 da başlanmış ve 12 Agustos 1912 de ibadete açılmıştır. Beyoğlu’nun ilk betonarme yapılarından olan bu kilisenin dışı kırmızı tuğla kaplı, Latin haçı plânlı, oldukça devasa boyutlu bir kilisedir. İç kısımda mübalağaya kaçacak kadar çeşitli malzeme ,heykel ve resim kullanılmıştır. Ana apsis’de ahşaptan “çarmıhta İsa” heykeli ile yandaki Aziz Antoine’nin heykeli Luigi Bresciani ‘nin eseridir. Yan apsislerde mozaik ile yapılmış “vaftiz” ve “Son akşam yemeği” panolar vardır. Çan kulesi güney apsisinin üzerindedir. Güney tarafında kiliseye paralel iki katlı manastır binası ve kiliseye akar olması için yaptırılmış apartmanlar yer alır.

 Saint Benoit Kilisesi ve Manastırı (Beyoğlu)
 Galata’da Kemeraltı Caddesindedir. Cenevizli Benedikten rahiplerinin kilisesi olarak da bilinir. Bu kompleksin yerinde evvelce bir Bizans Manastırı olduğu ve 1427 de yenilendiği ileri sürülmektedir. Çan kulesi 15.inci yy. mimarisini aksettirir ve Galata’daki en eski kilisedir. 1573 de Cizvitlerin elinde olan bina daha sonra 1783 de Lazaristlerin eline geçmiş olup çevresindeki binalar 1803-4 de onlar tarafından yapılmıştır. 1865 de burada çıkan bir yangından zarar gören binadan günümüze sadece çan kulesi gelebilmiştir.

 Saint Esprit Kilisesi (Şişli)
 Cumhuriyet Caddesi üzerinde Notre Dame de Sion Lisesinin avlusundadır. Bu kilise 1845 de İtalyan Mimar Fossati tarafından projesi yapılıp inşaatı gerçekleştirilmiştir. Vatikan’a bağlı olan kilise 20 Ocak 1876 da katedral statüsünü kazanmış olup 1989 da İtalyan rahiplerin yönetimine verilmiştir. Barok üslupta yapılmış bir kilisedir. Okul ile müşterek olan avlusunda Papa XV. inci Bonua’nın mermer bir heykeli bulunmaktadır. Üç nefli bir bazilika planındadır. Ana apsis ve yan apsisler dışarıya kare şeklinde taşmaktadır. Nefleri ayıran sütunların üzerinde galeri bulunmaktadır. Ölçek Sokağına bakan ucunda çan kulesi bulunmaktadır.

 Saint Georg Kilisesi (Beyoğlu)
 Galata’da Kartçınar sokağındadır. Bizans İmparatoru II. Andronikos Palaiologos’un bir fermanına dayanılarak bu kilisenin Cenevizliler zamanında var olduğunu saptayabiliyoruz. 15.nci yy.ait Pera’daki vakıf mülklerini gösteren bir belgede bu kiliseden “Aya yorgi” diye bahsedilmektedir. Fransız elçisi De Germigny’nin 1580 de yazdığı bir mektupta Dominiken rahiplerinin elinde olup cemaatinin olmadığı için sadece bayramlarda açıldığını bu yüzden de yapıyı satın almak istediklerinden bahsetmektedir. Osmanlı-Fransız ilişkilerinin kuvvetlenmesiyle 1626 da kiliseye Fransisken rahipler yerleşir. Kilisenin yanında Peron ailesine ait olan evi okul yapmak için satın alırlar. 1660 daki büyük yangında bina tamamen yanar. Arsa haline gelen bu yerin mülkiyeti de böylece Osmanlı Devletine geçer. Daha sonra Fransız Hükümeti burayı satın alır ve 1675 de gerekli izinler alındıktan sonra kilise yapımına başlanır ve 1677 de ibadete açılır. 1809 da Fransızlar burayı askeri hastahane olarak kullanırlar , 1831 de çıkan bir yangınla tekrar büyük zarar görür ve 1853 de tekrar Fransisken rahipleri tarafından satın alınırsa da onlar da burayı 1908 de Avusturyalı Lazarist rahiplere satarlar. Lazaristler burayı restore ederken tamamen bir Avurupa mimari tarzını yerleştirmişlerdir. 1963 de mabedin içindeki aşırı süslemeler kaldırılarak yeni bir iç dekorasyona gidildi ve Viyana Ekolüne bağlı Ressam Anton Lehmden ve Oıtzinger beraberce çalışarak yeni bir dekorasyon uyguladılar.

 Saint Maria Draperis Kilisesi (Beyoğlu)
 Beyoğlunda Galatasaray ile Tünel arasındadır. Fransisken tarikatına mensup olan Madam Clara Draperis’in bağışladığı bir evin arsasına,Galata Mumhane caddesindeki Santa Maria kilisesinin 1584 de yanmasından sonra yapılmıştır. 1691 de ahşap olarak yapılmış bu kilise yanında bu kez 1769 da bugünkü yerinde kargir olarak yapılmışsa da 1870 Beyoğlu yangınından kurtulamamıştır. Bndan sonra burası İtalyan Mimar Guglielmo Semprini’nin prjesiyle Avusturya-Macaristan Büyükelçilik binası olarak kullanılmıştır. 1904 de II.Abdülhamid’in vermiş olduğu izin ile bugünkü kilise inşa edilmiştir. Ön tarafındaki Santa Maria hanı ile kiliseyi aradaki lojmanlar birbirine bağlayarak bir kompleks meydana getirirler. Kilisenin neo-klasik üslupta kesme taştan sade ve iki katlı bir cephesi vardır. Mermer bir arşitrav ve üçgen alınlığın çevrelediği giriş kapısı üzerinde mozaik ile yapılmış orans vaziyetinde Meryem vardır. 1678 yangınından kurtulan “Meryem” tablosu da kilisenin apsisindedir.
Saint Pierre ve Paul Kilisesi (Galata)
Galata’da Galata Kulesi sokağındadır. Dominiken rahipler tarafından Mimar Fossati’nin projesi ile 1841-1843 arasında yaptırılmıştır. Dikdörtgen çeklinde gayet bakımlı bir avlunun içinde tek nefli bir bazilika planında iki katlı bir bina olup avluya bakan cephesi sütunların birbirine bağlayan yuvarlak kemerlerle açılır. Üst örtüsü içten beşik tonoz ,dıştan kiremit kaplı çift meyilli çatıdır.

  Anglikan Kiliseleri
 Kırım Kilisesi (Beyoğlu)
 Galip Dede Caddesi ile Serdarıekrem Sokağının arasındadır. Evvelce üzerinde Rum mezarlığının bulunduğu bu arazi Abdülmecid (1839-1861) tarafından İngilizlere Kırım Savaşı’nın anısına bir kilise yapımı için verilmiştir. Projesini G.Street’in çizdiği bu kilisenin temeli 19 Ekim 1858 de atıldı ve 22 Ekim 1868 de ibadete açıldı. 1970 de cemaatinin olmaması yüzünden kilise kapatıldı ve içeriye binayı muhafaza etmek için bir bekçi konulduysa da bu kişi kilisenin içindeki kıymetli eşyaların yok olmasına sebep olduğu gibi bina bakımsızlıktan harap bir hale geldi. 1991 de Sri Lanka’dan gelen Anglikan mültecilerin İngiliz konsolosluğuna müracaatları ile Konsolosluktaki Anglikan şapelinin rahibi İan Sherwood’un yönetiminde kilise temizlenip onarılarak tekrar ibadete açıldı. Neogotik üslupta yapılmış olan bu kilise’de kullanılan kırmızı renkteki taşlar Malta’dan getirilmiştir. Dikdörtgen bir yapı olan binada yuvarlak kemerli ikizli pencerel ile içerisinin ışık alması sağlanmıştır. Ana girişin iki yanında sivri kulahlı iki küçük kule bulunmaktadır. Yan tarafındaki çan kulesi baldakin tarzında olup sivri külahlıdır. Üst örtüsü çift meyilli kiremit kaplı çatıdır.
Şişli İlçesindeki Kiliseler

 Ayios Atanasios Kilisesi (Şişli)
 Kurtuluş’da Omuzdaş sokağında Rum ortodoks kilisesidir. Eğimli bir arazide olması nedeniyle bir kısmı yol seviyesinin altında kalan kilise yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içindedir. Bugünkü binanın yapılışının tarih kitabesi 1855 dir. 1893 ve 1949 da tamir gördüğünü yazan iki kitabesi daha vardır. Kubbeli bazilika plânında olan yapının orta nefi’nin üzeri etrafı gül pencereler ile çevrili kasnağı olan basık bir kubbedir. Diğer kısımlar çift meyilli çatı ile örtülüdür. Binanın dört köşesinde ana mekandan çıkan çan kuleleri vardır. Kilisenin batı tarafında aynı adı taşıyan bir ayazması mevcuttur.
 Ayios Dimitrios Kilisesi (Şişli)
 Kurtuluş’da Ateşböceği sokağında Rum Ortodoks kilisesidir. Bulunduğu yerde evvelce mezarlık ve içinde Aziz Haralambos’a ithaf edilmiş bir şapel ile bir ayazmanın varlığını biliyoruz. 1726 tarihli kitabesinde inşa edildiği yazılıdır. Ayrıca 1782 ve 1798 de tekrar bir onarım görerek genişletilmiş olduğu da içerideki diğer kitabelerinde yazılıdır. Üç nefli bazilika planında olan yapı kesme taştan inşa edilmiş olup sade bir yapısı vardır. Üzeri kiremit kaplı çift meyilli bir çatı ile örtülüdür. Aziz Dimirios’a ithaf edilmiş bu kilisede bu azizin rölikleri bema’dan bir duvarla ayrılan bölümde muhafaza edilir. Narteksin kuzeyindeki bir merdivenle galeriye çıkılır. Nefleri ayıran sütunlar mermer taklidi olup yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır. Bu kemerlerin arasındaki yuvarlak madalyonlarda ise aziz figürleri resmedilmiştir. İkonastasis,ambon ve despot koltuğu ahşap olup kabartma çiçek ve bitki motifleri ile süslenmiştir.
 Ayios Elefterios Kilisesi (Şişli)
 Kurtuluş,Bayır sokak’da Rum Ortodoks mezarlığının içindedir. Önemli bir mimarisi olmayan bu bina 1865 de mezarlıktaki cenaze törenleri için inşa edilmiştir. Bazilika planındaki kilisenin apsisi içten yarım kubbe,diğer yerler beşik tonoz olup hepsi dışarıdan çift meyilli çatı ile örtülmüştür. Kaba yonu taşından yapılmış olup üzeri sıvanmamıştır.
 Bulgar Eksarhanesi (Şişli)
 Şişli’de Halaskargazi caddesinde alçak duvar üzerine demir parmaklıkla çevrili geniş bir bahçenin içerisinde yer alan eklektik üslupta yapılmış ahşap bir yapıdır.
İstanbul’daki Bulgar azınlığı 19.uncu yy.a kadar Rum Ortodoks patrikhanesine bağlı kiliselerde ibadet ediyorlardı. 18.inci yy. ın sonlarında Balkanlarda başlayan milliyetçi akımlar İstanbuldaki Bulgarları da etkiledi ve bağımsız bir Bulgar kilisesi kilisesi kurarak Ortodoks patrikliğinden ayrılmak istediler. 1848 de, İstanbuldaki Bulgar cemaatinin önde gelen isimlerinden olan Stefan Bogoridi Tanzimat fermanının verdiği haklardan yararlanarak, Bulgarların Rumca bilmediklerini ,Rum kiliselerindeki ayinleri anlayamadıklarını ileri sürerek Osmanlı devletine müracaatla kendi dillerinde ibadet etmek istediklerini bildirdi. Bu arada Rusya sefareti de onları destekledi ve Fener semtinde bir ibadethane ve papaz evi yapmaları gerekli olan arsayı kendilerine vereceklerini bildirdi. Osmanlı devleti de Bulgar cemaatinin Fener patrikhanesinden ayrılmasının Patrikhaneyi biraz zayıflatacağını düşünerek bu öneriye son derece olumlu baktı ve Stefan Bogoridi’nin hibe ettiği,Mürsel Paşa Caddesi üzerindeki Sveti Stefan kilisesinin karşısındaki arsaya “metoh” adı verilen bir papaz evinin yapılması ve ibadetin orada yapılmasına Sultan Abdülmecid izin verdi ve 1850 de inşaat tamamlandı. Bulgarlar 1860 da devlete tekrar müracaat ederek Rum Patriğini kendilerine dini lider olarak tanımayacaklarını bildirdiler. 11 Mart 1870 de Sultan Abdülaziz’in fermanı ile bağımsız Bulgar kilisesinin kurulmasına izin verildi ve cemaatin başına da Patrikten aşağı metropolitten yukarı bir rütbe olan ” Eksarh” getirilmesi karara bağlandı. Böylece yeni kurulan kilise bundan sonra “Bulgar Esarhlığı” olarak tanındı ve Patrikhane de bunu onayladı. Şişli’deki bina da bundan sonra inşa edildi. İbadet mekanı ve lojmanların bir arada olduğu ahşap karkaslı bu bina iç sofalı plân tipindedir. İbadet mekânı dikdörtgen bir salon şeklinde olup İkonastasis in iki tarafındaki yuvarlak kemerlerden arkadaki kutsal eşyaların korunup muhafaza edildiği mekana geçilir. İkonastasisde İsa ve azizlerin yağlıboya resimleri vardır. Bahçede bulunan anıtın üzerinde 16 Eylül 1872 de Fener Patrikhanesi Sen Sinodu’nun Bulgar kilisesi ile bir bağının kalmadığını belirten kitabesi vardır. Bu anıtın üzerinde 1901 de Pınarhisarlı Mihail isimli bir ustanın döktüğü çan bulunmaktadır. Eksarhhane 1989 da önemli bir tamir geçirmiştir. İstanbulda Eksarhhane’den başka biri Feriköy mezarlığınin içinde diğeri de Demir Kilise olarak bilinen Sveti Stefan olmak üzere üç Bulgar Ortodoks kilisesi vardır

 Dodeka Apostoli (Aya Apostoli) Kilisesi (Şişli)
 Feriköy’de Avukat Caddesinde yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içinde yer alan 1868 de inşa edilmiş olan bu Rum ortodoks kilisesi oniki havariye ithaf edilmiştir. 1949 da bir onarım geçirdiği içerisindeki kitabede yazılıdır. Kapalı Yunan haçı planında olan kilise muntazam taşdan yapılmış sade bir yapıdır. Narteks’den Naos’a geçilen kapının üzerinde Ressam Haralambos tarafından 1914 de yapılmış oniki aziz’in yağlıboya portreleri vardır. Orta nefin üzerini her cephesine pencere açılmış sekizgen kasnaklı içerisinde pantokrator İsa tasviri olan bir kubbe örter. Diğer kısımların üst örtüsü ise kırma çatıdır. Narteksin güneyinden ahşap korkuluklu bir merdivenle galeriye çıkılır. Galerinin koruluklarında incilden alınmış sahneler resmediliştir.
 Hiristos Metamorfosis Kilisesi (Şişli)
 Şişli,Büyükdere Caddesi’ndeki Rum Mezarlığının içindedir. 1888 de inşa edilmiş olan bu kilise haç planlıdır. Orta mekanın üzerini yüksek sivri bir kubbe örtmektedir. Bu kubbe çinko kaplı olup sekiz dilimli olup her dilimde haç işlenmiştir. Düzgün kesme taştan inşa edilmiş olan kilisenin apsis’i dışarıya yarım yuvarlak olarak taşmaktadır.
Beşiktaş İlçesindeki Kiliseler

 Ayios Dimitrios Kilisesi (Beşiktaş)
 Kuruçeşme’de Kırbaş sokağında Rum ortodoks kilisesidir. Bizans devrinde mevcut olup yıkılmış bir kilisenin yerine 1820 de inşa edilmiş olup 1870 de genişletilmiştir. Üç nefli Bazilika planında olan kilisenin dıştan köşeli olarak dışarı taşmaktadır. Nefleri ayıran sütunlar mermer taklidi olup basık kemerlerle birbirine bağlanır. Kaba yonu taş ve tuğla karışımı inşa edilmiş olan kilisenin içi ve dışı sıvalı olup içeriden apsis ve yan hücreler yarım kubbe nefler ise beşik tonoz olup hepsi dıştan kırma çatı ile örtülmüştür. Narteksin üzerindeki galeriye yan tarafındaki ayazmadan da çıkış sağlanmıştır. İkonastasis ,ambon ve despot koltuğu ahşap olup kabartma tekniğinde yapılmış bitki motifleri ile süslenmiştir.

 İoannes Prodromos Kilisesi (Beşiktaş)
 Kuruçeşme Caddesinde Rum Ortodoks kilisesidir. Evvelce mevcut sir kilisenin arsası üzerine 1835 de yapılmıştır. Üç nefli bazilika plânlı bir yapıdır. Nefleri ayıran ahşap sütunlar arşitravla bağlanırlar. Apsis’in üst örtüsü yarım yuvarlak bir kubbe olup diğer yerler kırma çatı ile örtülüdür. Cephesi kaba yonu taş üzeri sıvadır.Sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır. Naos’daki merdivenle galeriye çıkılır. Ahşap ikonastasis ,ambon ve despot kultuğu oyma tekniğinde yapılmış bitki motifleri ile süslüdür. Naos’un köşesinde Hagios Sotirios’a atanmış ayazma vardır.
 Taksiarhes Rum Kilisesi (Beşiktaş)
 Arnavutköy’de Dere ve Abdullah Molla sokaklarının arasında,yüksek duvarlarla çevrili geniş bir avlunun içerisindedir. 19.uncu yy. ikinci yarısında düzgün kesme taştan inşa edilmiş kapalı yunan haçı plânlı Rum ortodoks kilisesidir. Apsis yuvarlak olarak dışarı taşkın olup üzeri ana mekanın çatısından alçak bir yarım kubbe ile örtülüdür. Orta mekanın üzerini basık kasnaklı bir kubbe örter. Dış cephede yuvarlak kemerlerin içerisinde üçüzlü ve ikizli pencereler yer alır. Avluda Azize Paraskevi’ye ithaf edilen bir ayazması vardır

 Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi (Beşiktaş)
 Beşiktaş’da İlhan Sokaktadır. İlk yapılışının 1661 ile 1684 arasında olduğu ileri sürülüyorsa da kesin bir bilgimiz yoktur. Yıkılmış olan bu mabedin arsası üzerine bugünkü kilise Saray Mimarı Garabed Serkis Balyan tarafından kendi mali desteğinin yanısıra proje ve kontrolluğunda 1838 yılında yeniden yapılmıştır. 1987 de büyük bir onarım geçirmiş,iç ve dışı boyanarak ahşap sunak altın varak ile kaplanmıştır. Dış görünüşünün son derece sade olmasına karşılık içi son derece zengin bir tezyinata sahiptir. Sunağı meydana getiren sütunlar iyon tarzında olup başlıkları altın varaklıdır. Kilisedeki Meryem,İsa,azizler ve İncil yazarlarını temsil eden büyük boy yağlıboya resimler saray ressamı Umed Beyzad (1809-1874) tarafından yapılmıştır. Kapalı haç plânında olan kilisenin orta mekanı içten kubbe,yan kollar tonoz olup dışarıdan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülüdür.

 Yerevman Surp Haç Ermeni Kilisesi (Beşiktaş)
 Kuruçeşme’de Kırbaç Sokağında Ermeni Gregoryen kilisesidir. 28 Şubat 1798 de Patrik II.Zakarya’nın takdise ederek ibadete açtığı bu kilise Amira Hovivyan ve Episkopos Hovhannes’in maddi katkılarıyla yapılmıştır. Zaman içinde harap olan kilise ikinci kez Mimar Garabet Balyan’ın projesi ve kontrolluğunda inşa edilerek 16 Kasım 1834 de Patrik II. Isdepannos Zakaryan tarafından takdis edilerek tekrar ibadete açılmıştır. 1835 de kilisenin bahçesine günümüzde kapanmış olan Tarkmançatz Ermeni ilkokulu, 1858 de kilisenin doğusuna bir çan kulesi eklenmiştir. Bahçedeki iki çeşmeden biri 1872 diğeri ise 1905’de yapılmıştır. 1919 daki Kuruçeşme yangınında çatı,çan kulesi ve kapıları yanan kilise yeniden onarıldı. Bu kez çan kulesi Garabed Halacyan tarafından demirden inşa edildi. 1977 ve 1988 senelerinde tekrar tamir görmüştür. Kilisenin bahçesindeki okul kapandıktan sonra İstanbul’daki önemli korolardan biri olan Gomidas korosuna tahsis edilmiştir. Ermeni kiliselerinde az rastlanan bir simetri örneği bazilika planlı bu kilisede kullanılmıştır.Ana apsis’in iki yanında küçük birer şapel şeklindeki hücrelerden kuzeydeki vaftizhane güneyindeki ise kutsal eşyaların korunduğu hazine odasıdır. Apsis’in önündeki sunagın ahşap işçiliği ve altın kaplama varakları ile oldukça dikkati çekmekte olup üzerine yapılmış olan aziz resimleri son döneme aittir. Narteks’den yukarıya çıkan bir merdivenle koroya ayrılan galeriye çıkılır. Moloz taş’dan yapılmış olan cephe son derece sade olup binanın üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır. Kilisenin tarihindeki önemli olaylardan biri Ermeni ve Gregoryen cemaatlerinin Patrik I. Bogos (1815-1823) zamanında toplanmaları ,diğeri ise 12 Ekim 1913 de Ermeni harflerinin bulunuşunun 1500 üncü yıldönümünün burada kutlanmış olmasıdır.
Sarıyer İlçesindeki Kiliseler

 Ayia Paraskevi Rum Kilisesi (Sarıyer)
 Tarabya’da Yeniköy Caddesi üzerindeki bir aralıktan içeri girilince bir avlu içindedir. 1868 de Azize Paraskevi’ye atanarak eski manastır arsası üzerine inşa edilmiştir. Kapalı Yunan haçı planlı olan yapının orta mekanını yüksek kasnaklı ve etrafına pencereler açılmış bir kubbe örter. Haçın diğer dört kolu kırma çatı ile örtülüdür. Apsis üçüzlü bir pencere sistemine sahip olup üzeri yarım kubbedir. İkonastasis mermerden yapılmıştır. Despot koltuğu ve ambonu ahşap üzerine oymalı olup altın varakla kaplıdır.

 Ayia Paraskevi Rum Kilisesi (Sarıyer)
 Büyükdere’de Danişment Sokağında geniş bir avlunun içindedir. 1831 de inşa edilen bu kilise evvelce bir yangınla tamamen ortadan kalkan eski bir Rum kilisesinin arsasına yapılmıştır. Üç nefli bir bazilika plânında olup üst örtüsü beşik tonoz üzerine kırma çatı ile örtülüdür. Çan kulesi olmayıp bahçedeki bir ağaçta çanı asılıdır.

 Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi (Sarıyer)
 Yeniköy’de Salih Ağa Sokağında Meryem’e ithaf edilmiş Gregoryen kilisesidir. Patrik II. Hagop Nalyan zamanında 1760 da inşa edilmiştir. Hartyan Nevruzyan’ın mali desteği ile 1834 de büyük bir onarım geçirmiş ve aynı senin 24 Haziranında Patrik Isdepanos II. Agavni tarafından kutsanarak ibadete yeniden açılmıştır. 1984 de büyük bir onarım daha geçiren kilise.papaz evleri,okul ve sarnıç’dan meydana gelen bir kompleksdedir. Ermeni kiliselerinde az görülen bir plân olan üç nefli bir bazilika plânına sahiptir. Apsis yarım yuvarlak olarak dışarı taşkın olup arkasında küçük bir sunak bulunur. Sunağın kemerinde “Yol,gerçek ve hayat benim” sözü yazılıdır. Ana apsis’in iki yanındaki mekanlardan biri vaftizhane diğeri kutsal eşyanın korunduğu “hazine odası” diye adlandırılan bölümdür. Bu kilisenin diğer Ermeni kiliselerinden ayıran özelliği,bütün Ermeni kiliselerinde girişin batıdan olmasına karşılık burada kuzey ve güney yönlerinde olmasıdır. Narteksin üzerindeki galeri koro’ya ayrılmıştır.

 Surp Hovhannes Mıgırdıç Ermeni Katolik Kilisesi (Sarıyer)
 Sultan Abdülaziz’in 1864 tarihli fermanıyla inşa edilmiş ve 24 Haziran 1866 da ibadete açılmıştır. Gotik tarzda inşa edilmiş bu kiliseyi Ohannes Tıngıryan yaptırmıştır. İstanbul’daki 12 Ermeni katolik Kilisesinden bir tanesidir.

 Surp Hripsimyantz Ermeni Kilisesi (Sarıyer)
 1848 de inşa edilen bu kiliseyi Garabed Yeremyan yaptırmıştır. Yanında papaz evi de bulunan bu bina 1894 depreminde büyük zarar görür ve Abraham Paşa Yeremyan ( 1833-1918) tarafından onarılır. Son devir yapısı olan kilisenin mimari bir özelliği yoktur.

 Surp Santukhd Kilisesi (Sarıyerı)
 Rumelihisarında Durmuş Dede Sokağında Ermeni Gregoryen kilisesidir. Evvelce yerinde ahşap bir kilise olduğu kayıtlı olan bina 1816 da yıktırılarak yerine bugünkü kilise inşa edilip 29 Temmuz 1856 da ibadete açılmıştır. 1972 de bir yangın geçiren bina tekrar onarılmış ve 1978 de inşaat bitmiştir. Moloz taşla yapılıp üzeri sıvanmış küçük ve özelliği olmayan bir kilisedir. Kuzeyinde demir iskelet üzerinde çan kulesi vardır.

Ermeni Kiliseleri

 Asdvadzadzin Kilisesi (Eminönü)
 Kumkapı’da Şarapnel Sokağındadır. Patriklik Katedrali olarak da isimlendirilir. Yazılı kaynaklara göre 1641 de bu makam Samatya’dan buraya geçmiştir Fetihden sonra İstanbula gelen Ermenilere verilen birkaç Bizans kilisesinden biridir. Kelime anlamı “Tanrıyı karnında taşıyan kadın “ yani Meryemdir. Mayıs 1645’deki yangınında harap olan kilise Rahip Boğos’un liderliğinde tamir edilir. 1718 de tekrar bir yangın geçirir ve Patrikhane ile birlikte çok büyük hasar görür. Kudüs Patriği Kirkor Şirvanlı ve İstanbul patriği Hovhannes Peğişetsi’nin ortak çabaları ile Hassa mimarlara Serkis Kalfa ve Melidon Araboğlu’nun yönetiminde ikibuçuk ay gibi çok kısa bir sürede onarılarak 13 Aralık 1719 da tekrar ibadete açılır. Bundan sonra da Ana Ermeni kilisesi olarak İstanbuldaki yerini alır. 1762 yangınında avlusundaki Küdüs Patrikliği Vekâlethanesi olan yapı ile tekrar yanar. Bina bu sefer Patrik II. Hagop’un Sadrazam Koca Ragıp Paşa’dan sağladığı destek ile yeniden tamir görür. Bu onarım sırasında kiliseye bitişik ikinci bir bina inşa edilir. 1819 da Hassa Mimarı Hovannes Serveryan’ın yönetiminde yeni baştan elden geçirilir ve 19 Şubat 1820 de inşaat tamamlanır. Yangınların peşini bırakmadığı mabet bu kez 16 Ağustos 1825 daki büyük Hocapaşa yangınında kilise,patrikhane ve Kudüs Vekâlet binaları yanar. Sultan II. Mahmud’un 2 Şubat 1828 tarihli fermanı ile Kirkor Balyan ve Karabet Devletyanın projeleri doğrultusunda büyük bir onarım geçirerek birkaç ilave daha yapılır. Bu inşaatta üç büyük,üç küçük kilisenin tamirlerinden başka fakir çocuklar için bir derslik ve yangına karşı bir havuz, tulumbacılar için de oda yapılır. 18 Ocak 1845 deki fermanla yeniden bir onarım geçiren kompleksin ana girişine bir çan kulesi ilave edilir. Ana kilise binası üç nefli bazilika tipinde bir plâna sahiptir. Orta nefin üzeri beşik tonoz,ana mekandan biraz yüksek olan yan neflerin üzeri tek meyilli çatı ile örtülüdür. İçeriye giriş çan kulesinin altındaki büyük kapıdandır. Narteks’in güney-batı köşesinde Patrik II. Varjabedyan’ın mezarı bulunur. Kuzey nefindeki bir kapı Surp Haç kilisesine giden koridora açılır. Katedralin ana sunağının iki yanında küçük sunaklar bulunur. Bu kısımda hazine odasına ve küçük şapele açılan geçitler vardır. Bi kompleksin içindeki Surp Harutyan şapeli de üstü tonozla örtülü bir bazilika planına sahiptir. Üç ayrı yönde kapısı olan bu şapelin girişinde Harutyan Amira Bezciyan’ın mezarı ve bronz büsktü vardır. Mizarın hemen yanındaki merdivenlerden şapelin altındaki Surp Teodoros ayazmasına inilir.
1677 de kilisenin yakınında ve onun kontrolünde bir basımevi kurulmuş ve çok sayıda kitap basıldığını yazılı kaynaklardan öğrenmekteyiz.

 Surp Hovhannes Avedaraniç Ermeni Kilisesi (Eminönü)
 Gedikpaşa’da Bali Paşa Caddesindedir. Ermeni Protestan Kilisesidir. Kilisenin bulunduğu yerde evvelce küçük bir şapelin bulunduğuna dair bazı iddialar varsa da kesinlik kazanamamıştır. Burada oturan Ermeniler dini ayinlerini Gedikpaşa’daki Amerikan Okulunun şapelinde yaptıklarından kendilerine mahsus bir kilise gereksinimi duyarak 1880 de binanın bulunduğu arsayı kurmuş oldukları vakıf adına satın alırlar. Devletten inşaat izni alamadıklarından dolayı 1911 e kadar bu durum devam eder. Sultan Vahdettin 18 Mayıs 1911 tarihli fermanıyla inşaata izin verir. Mimar İsdepan İzmirliyan’ın çizdiği proje ile büyük bir bölümü yurt dışından gelen bağışlarla vakıf inşaata başlar. Birinci Dünya harbi nedeniyle inşaat varım kalır ve savaşın bitiminden sonra tamamlanarak 16 Ocak 1921 de ibadete açılır. Üç katlı ve dikdörtgen bir plana sahip olan kilisenin cephesi tamamen gotik tarzdadır. İki yandan çıkılan merdivenlerle gotik tarzındaki giriş kapısından ibadet mekânına girilir. Bunun altındaki bodrum toplantı salonudur. İbadet mekanının üzerinde ise asma kat şeklinde bir galeri vardır. Kapının üzerinde kitabe bulunmaktadır. Çan kulesi ön cephede yükseltilmiş fasadın üzerindedir. Sokaktan alçak duvarlı parmaklıklar ile etrafı çevrilerek ayrılmıştır.
 Rum Ortodoks Kiliseleri:
 Aya Kiryaki Kilisesi (Eminönü)
 Kumkapı,Gedikpaşa caddesinde Çadırcı Cami Sokağı ile Kadirga Limanı Caddesi arasında Rum Ortodoks kilisesidir. Diocletianus (284-307) zamanında yaşamış olan ilk hıristiyan azizesi olan Aya Kyriaki’Ye ithaf edilmiştir. Bu devirde yaşayan Efsevia isimli bir kadının uzun yıllar çocuğu olmamış,eğer bir çocuğu olursa onu Tanrı’ya adayacağına dair dua edermiş. Duaları kabul olunur ve haftanın yedinci günü bir kız çocuğu dünyaya getirir ve bu yüzden ona Kyriaki adını verir. Aile hıristiyan olduğu için Diocletianus’un hıristiyanları takibi sırasında aile tutuklanır ve sorgulanırken işkence görürler. Henüz onaltı yaşında bir genç kız olan Kyriaki de işkence altında hıristiyanlığını inkar etmez ,yakılarak öldürülmesine karar verilir. Büyük bir ateş yakılır ve kız ortaya konulur.bu sırada büyük bir yağmur başlar ve ateş söner,bunun üzerine vahşi hayvanların önüne atılır fakat bu sefer de hayvanlar ona dokunmazlar. Vali son olarak kafasının kesilmesini emreder azize yerde yüzüstü yatıp dua ederken askerler kafasını keserler,tam bu sırada “Gördüklerini insanlara anlat” diye gökten bir ses duyulur. Daha sonra hıristiyanlık yerleşip devletin resmi dini olunca Kyriaki’nin ölüm günü olan 7 Temmuz Yortu günü olarak kabul edilir,7 inci günde doğduğu içinde Pazar ilahesi olarak tanınır ve ona atanmış olan kiliselerin de günü Pazar kabul edilir.
İlk yapılış tarihini kesin olarak bilmediğimiz bu kiliseyi 1583 de hazırlanan listede adı geçtiğinden en erken bu tarihi kabul edebiliriz.1645,1660 ve 1865 de iki yangın geçirip sonrasında onarılan bu yapı 1895 depremine yıkılır. Bir sene sonra Mimar Periklifio Tiadis’in projesi doğrultusunda bugünkü Kilisenin inşasına başlanır ve 1901 de ibadete açılır.
Kesme taştan iki katlı olan kilise dikdörtgen planlıdır. Apsis ve yanındaki hücreler dışarıya yarım yuvarlak şeklinde açılır. Üst orta mekanı yüksek kasnaklı bir kubbe örter Apsis ve yandaki hücrelerin üst örtüleri yarım kubbedir. Cephenin iki yanında küçük kulelerin üstü de kubbelidir. Bir avlu ortasındaki binaya mermer merdivenlerle çıkılır. Kapı ve pencerelerin üzerleri sütun ve kemerlerle hareketlendirilmiştir. Pencerelerinde kullanılan vitraylar görüntüye bir zenginlik verir. İç mekandaki sütunların gövdeleri porfir taklidi yeşile boyalı olup başlıkları iyon tarzındadır. İç kısımda İncil’den alınan sahneler ve Aziz figürleri resmedilmiştir. Orta Kubbede “Pantokrator İsa” Apsis yarım kubbesinde “Blaherna Meryem’i bulunmaktadır.

 Ayios Teodoros Kilisesi (Eminönü)
 Paşazade,İmrahor Hamamı ve Hayriye Tüccarı sokaklarının çevrelediği köşededir. Bugünkü kilise 1830 yılında, yangında yanan başka bir kilisenin yerine inşa edilmiştir. Doğu-batı yönünde üç nefli bazilika planlı bir yapıdır. Nefleri meydana getiren sütunların başlıkları alçıdan korint nizamında olup gövdeleri yeşil renge boyanmıştır. Yarım yuvarlak apsis’i dışarıya çıkıntılı olup yarım konik bir çatı ile örtülüdür. Bema’nın önündeki İkonastasis her üç nefin de önünde olup ahşap ve kabartma bitki motifleri ile süslenmiştir. Apsis yanındaki ikinci sütun’un üzerinde yine ahşaptan ambonu yer alır. Onun önündeki despot koltuğu de ikonastasisdeki gibi ahşap olup kabartma bitki motifleri ile süslenmiştir. İçten ,narteksin kuzey tarafındaki merdivenlerle galeriye çıkılır. Cephelere açılan yuvarlak kemerler içine alınmış dikdörtgen pencerelerle aydınlık sağlanmıştır.

 Panayia Elpida Kilisesi (Eminönü)
 Kumkapı’da Müsteşar,Gerdanlık ve Samsa sokaklarının çevrelediği adanın ortasında Rum Ortodoks kilisesidir. Orijininin XV. inci yy. ait olan “Elpis ton Apelpismenon” kilisesine ait olduğu onun temelleri üzerine inşa edildiği iddia edilirse de bu kesinleşmemiştir.1645 ve 1660 da iki kere üst üste yangın geçiren kilise 1680 de yeniden inşa edilir. Büyük çevre duvarlarının gerisinde yer alan doğu-batı doğrultusunda kapalı yunan haçı plânlı bir yapıdır. Orta mekanın üstü kubbe yan mekanlar ise tonozla örtülüdür. Apsis’in iki yanında diakonikon ve prothesis hücreleri yer alır,bunların apsisleri ile beraber dışarıya yarım yuvarlak üç apsis çıkıntısı vardır. Üç köşesinde de çan kuleleri vardır. Bema kısmına üç basamakla çıkılır. Narteksin üzerinde ise bir galeri bulunur. Naos’un kuzeyinde kubbeyi taşıyan ikinci sütuna mermer bir ambon oturtulmuştur. Onun önündeki despot kolmtuğu ise oyma ve kabartma tekniğinde yapılmış bitki motifleri ile süslüdür.
Eski kayıtlara göre 18 Mart 1576 da Patrik’in idare ettiği bir ayine katılan İlahiyatçı Stephan Gerlach’ın tuttuğu günlükte bu kilisedeki ikonalardan söz edilmektedir. Bugün bu ikonaların akıbeti bilinmemektedir.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Restorasyon:
Rum Ortodoks Kiliseleri:

Ayios Demetrios (Fatih)

Edirnekapı’da Prof. Naci Şensoy Caddesindedir. Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun içerisindedir. Bu kilisenin Bizans devrinde var olduğu Fatih Sultan Mehmet’in bir fermanında yer aldığı fakat bu fermanın aslının patrikhane yangınında yok olduğu ileri sürülür. 17.inci yy. da bu kilise bu bölgede yaşayan keşişlere ait olduğu bilinmektedir. 1730 tarihli bir fermanda daha önce bu bölgede yanmış olan oniki kilise ile birlikte bunun da onarımına izin verildiği yazılıdır. Kilisenin batı tarafındaki kapısının üzerinde ise 20 Nisan 1834 tarihli tamir kitabesi vardır. Kilise bugünkü durumu ile 19. uncu yy. a ait üç nefli bir bazilikadır. Yan nefler orta neften bir basamak yüksektir. Ahşap olup kahverengiye boyalı İkonostasis üç nefi de kapsar,ambon ve despot koltuğu ile aynı teknikte yapılmıştır. Apsis dışarıya yarım yuvarlak çıkıntılıdır. İçerideki nefleri ayıran sütunlar ahşaptır. Binanın üst örtüsü içeriden orta nefin üzeri tonoz ,dışarıdan ise çift meyilli çatıdır. Kilisenin batı tarafında kare planlı Ayios Sebastios Ayazması bitişiktir.

Ayios Demetrios Kanavis (Fatih)

Ayvansaray’da Kırkambar sokağında Rum ortodoks kilisesidir. Bizans devrinde 1204 de Nikolaos Kanavis’e ithafen yakınları tarafından inşa ettirildiği ileri sürülen bu yapı 1597-1601 yıllarında Patrikhane kilisesi olarak kullanılmıştır. 1729 da çıkan büyük yangında yanmış cve ertesi sene Patrik II.Paisios zamanında tamir ettirilerek ibadete açılmıştır. Giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1835 ‘de Patrik Konstantinos zamanında yeniden tamir edildiği yazar. Ayrıca Narteks’deki kitabelerde 1933,1946 ve 1960 da onarım gördüğü yazılıdır. Üç nefli bir bazilika planına sahip olan binanın bema kısmı neflerden iki basamak yüksektir. Apsis’in iki yanındaki diakonikon ve protesis hücrelerinin kendi apsisleri vardır. Bu üç apsis çıkıntısı dışarıdan yarım yuvarlaktır. Nefleri ayıran sütunlar korint başlıklı ve ahşap olup üzerleri alçı kaplanıp porfir taklidi boyanmıştır. Naos’daki İkonastasis abanoz taklidi siyah ağaçtan yapılmış olup üç nefi de kapsar. Bunun yan tarafındaki ambon ve despot koltuğu da aynı stildedir. Galerinin korkuluklarında İsa’nın yaşamından çeşitli sahneler canlandırılmıştır. Pencerelerde ise renkli camlardan haç motifleri işlenmiştir. Orta nefin üst örtüsü içeriden tonoz dışarıdan ise iki yandaki nefleri de kapsayan çift meyilli çatıdır. Bina dışarıdan yüksek
duvarların arkasındaki avlunun içindedir.

Ayios Kiryakos (Fatih)

Edirnekapı-Eğrikapı arasında sur dışındaki Rum mezarlığının içindeki Rum Ortodoks kilisesidir. İmparator Diocletianus zamanında öldürülen ilk hıristiyanlardan olup sonradan azize ilan edilen Kiryaki’ye atanmıştır. İlk yapılış tarihi bilinmemekte olup bugünkü durumu 19 uncu yy. a ait olup mezarlık için yapılmış bir şapeldir. Tek nefli bazilika şeklindeki bir plana sahip olup apsis dışarı yarım yuvarlak olarak çıkar. Apsis’in önündeki ikonostasis mermerdendir. Orta mekan içten beşik tonoz dıştan çift yüzlü kırma çatı ile örtülüdür.

Ayios Konstantinos ve Ayia Eleni Kilisesi (Fatih)

Samatya-Yedikule arasında Kilise sokağındadır. İlk yapılışının Bizans İmparatoru I.Konstantinus (324-337)’un annesi Helena’nın anısına yaptırıldığı ileri sürülür. Fatih Sultan Mehmet İstanbulu fethettikten sonra Karaman’dan gelen rumları burada iskan ettirmiş ve yıkık olan bu kiliseyi yeniden inşa etmelerine izin vermiştir. 1689 da bu kilise tamamen yanmış ve uzun bir süre onarılmamıştır. Kitabelerine göre 6 Nisan 1805 de yeniden yapılarak ibadete açıldığını öğreniyoruz. 1833 de Mimar Konstantinos gözetiminde bir restorasyon geçirir. Avludaki baldakinli çan kulesi ise 1903 de yapılmıştır.7 Eylül olaylarında tamamen tahrip edilen bu kilise 1960 da onarılarak yeniden ibadete açılmıştır. Bugünkü binanın plânı üç nefli bazilika şeklindedir. Yan nefler orta neften bir basamak yüksektir. Narteks’in üzerinde dikdörtgen planlı bir galeri yer alır. Dış cephe oldukça sâde olup sıva ile kaplıdır. Üst örtüsü orta nefin üzeri içten tonoz dıştan ise çift meyilli kiremit kaplı çatıdır. İkonastasis,ambon ve despot koltuğu ahşap olup oyma kabartma tekniği ile çiçek ve yaprak motiflerini ihtiva eder.

Ayios Minas Kilisesi (Fatih)

Samatya’da Nafiz Gürman Caddesi ile Bestekâr Hakkı Bey Sokağının bitiştiği köşededir. Kilisenin bulunduğu yerde 4-5 yy.a ait olan Polikarpos Martirium’u bulunuyordu. 1200 de Rusya’dan İstanbul’a gelen Novgoradlı Antoine yazdığı gezi notlarında buradan bahsetmektedir. 1782 de yanan kilise 1833 de Mimar Konstantin Yolasığmazis’in projesi doğrultusunda bugünkü şekli ile inşa edilmiştir. 6-7 Eylül olaylarında büyük tahribat görmüş ve İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü Mimarlarından Süreyya Yücel’in kontrolluğunda tamir edilmiştir. Üç nefli bir bazilika planına sahiptir. Nefleri ayıran sütunlar silmelerle beton kirişlere bağlanır. İkonastasis diğer bütün Rum kiliselerinde görüldüğü gibi ahşap olup üç nefi de kapsar. Etrafı duvarla çevrili bir avlu içerisinde yer alan kilisenin en göze çarpan mimari parçası,mermerden baldaken tarzında yapılmış çan kulesidir. Kilisenin altında bir Ayazması vardır.

Ayios Nikolaos Kilisesi (Fatih)

Samatya’da tren istasyonunun arkasındaki Muallim Fevzi Sokağındadır. Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun içerisinde yer alır Kilise 1583 tarihli Trypon ve 1604 Paterakis listelerinde yer almaktadır. 1652 de buraya gelen Antakya Patriği’nin katibi Paulus yazdığı raporunda içte çok güzel süslemeleri olduğundan bahsetmektedir. 1782 ‘de yanan kilise bir müddet sonra başlatılan inşaat ile yeniden inşa edilmiş ve 21 Ocak 1830 da Patrik Konstantinos zamanında ibadete açılıştır. Üstü çift meyilli kiremit çatı ile kaplı olan kilise üç nefli bir bazilika şeklindedir. Apsis doğu tarafında dışarıya yarım yuvarlak çıkıntılıdır. Kaba taş tuğla karışımı malzeme kullanılarak inşa edilmiştir. Avludaki çan kulesi demir iskeletten yapılmıştır.

Ayios Nikolaos Kilisesi (Fatih)

Ayakapı Abdülezel Paşa Caddesi üzerindedir. İlk yapılışı Bizans devrine kadar inen bu kilise 1633 deki Cibali yangınında harap olmuş ve Sultan III. Mustafa’nın (1757-1774) verdiği fermanla yeniden inşa edilmişse de kısa bir süre sonra çıkan bir yangında yanmış ve 1837’de bugünkü kilise inşa edilmiştir. Üç nefli bazilika tipinde bir plana sahip olan yapının,alt kısmı penceresiz üst katında ise az sayıda dikdörtgen pencereleri olan taş,tuğla karışımı duvar örgüsüne sahip kırma çatı ile örtülü bir kilisedir. Yan nefler orta neften bir basamak daha yüksektir. Naos’daki sütunlar birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış,porfir taklidi boyalı olup ahşap üzerine alçı sıvalıdır. Naos’daki üçgen alınlıklı ikonastasis ve ambon mermerden yapılmıştır. Narteks’in üzerindeki galeriye çıkış avlunun güneyinde ve yanındaki Ayios Haralambos ayazmasındaki merdivenlerle sağlanır. Baldaken tipinde mermerden yapılmış bir çan kulesi vardır.

Ayios Nikolaos Kilisesi (Fatih)

Topkapı’da Kaynata,Posta ve Karatay sokaklarının çevrelediği köşededir. Aziz Nikolaos’a ithaf edilmiş olan bu kilisenin ilk temellerinin Bizans’a kadar indiği söylenir. Patrik Konstantinos zamanında Kayserili mimar Konstantinos Yolasığmazis’e hazırlattırılan proje çerçevesinde yeniden inşa edilmiş ve 17 Kasım 1831 de ibadete açılmıştır. Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun arkasındadır. Üç nefli bazilika tipinde bir plana sahiptir. Neflerdeki ahşap sütunlar kirişlere postamentlerle bağlanmıştır. Orta nefin üzeri içten tonoz yan nefler ise düz tavan şeklinde olup dışarıdan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülüdür. Dış cephede devşirme malzeme kullanılmış olup genel örgü sistemi kaba taş v tuğla karışımı olup sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır. Üç nefi içine alan ikonastasis,despot koltuğu ve ambon ahşap olup üzeri oyma tekniği ile yapılmış kabartma bitki motifleri ile tezyin edilmiştir. Baldakenli bir çan kulesi vardır. Narteksin kuzeyinde Ayios Yeoryios’a atfedilen bir ayazma bulunur.

Ayios Taksiarhes “Ayia Strati” Kilisesi (Fatih)

Haliçe inen Ayan Caddesindedir. Yüksek duvarlarla çevrili eniş bir avlunun gerisinde yer alır. İlk yapılışı Bizans’a kadar inen kilise 1730 Balat yangınında yanmış ,kitabesinde yazdığı üzere 17 Eylül 1833 de restorasyonu biterek Patrik I.Konstantinuz döneminde ibadete açılmıştır. Üç nefli bazilika planındaki kilisenin apsis’i dışarıya yarım yuvarlak çıkıntılıdır. Üst örtüsü kiremit kaplı çatıdır. Ortadaki büyük iki yanlardaki daha küçük basık kemerli üç kapı ile Naos’a girilir. Ahşap olan İkonastasis her üç nefi de kapsar. Despot koltuğu ve ambonu ile aynı stilde yapılmıştır. Kare gövdeli çan kulesi binaya bitişiktir. Kilisenin doğu cephesinde Ayios Nikolaos’a atfedilen ayazması vardır. Avlunun kuzeyinde ise bugün kullanılmayan Rum İlkokulu bulunmaktadır.

Ayios Yeoryios Kilisesi (Fatih)

Edirnekapı’da Mihrimah Sultan Külliyesinin karşısında,Vaiz,Kariye Yağhanesi ve Ali Kuşçu sokaklarının çevrelediği adadadır. IX uncu yy. da yapıldığı bilinen bu kilise 1556 da Mihrimah Sultan külliyesinin inşası sırasında yıktırılmış ve bugünkü yerinde yeniden yapılmıştır. 1726 da tamir gören kilise 13 Eylül 1836 tarihli kitabesinde yazdığına göre Patrik VI.Grigorius zamanında Hacı Nikolaos’un projesi doğrultusunda temelden yeniden inşa edilmiştir. Üç nefli bir bazilika planına sahip olan kilisenin yarım yuvarlak kubbe örtüsü olan apsisi dışarıya taşkındır. Üzeri kırma çatı ile örtülüdür. Kaba taş ve tuğla karışımı malzeme ile inşa edilmiş olan kilisenin, nefleri ayıran ahşap sütunları alçı ile sıvanarak porfir rengine boyanarak mermer görünümü verilmek istenmiştir. İkonastasis,ambon ve despot koltuğu birçok rum kiliselerindeki gibi ahşap oyma tekniğindedir. Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun ortasında yer alan kilisenin güney cephesine bitişik Ayios Basileios a ithaf edilen ayazma vardır. Avluda ayrıca bugün kullanılmayan bir Rum İlkokulu ile bir de sarnıcı vardır.

Ayios Yeoryios Kiparisses Kilisesi (Fatih)

Samatya’da Nafiz Gürman Caddesi ile Büyük Kuleli Caddesi arasındadır. Meyilli olan arazinin kuzey tarafındaki yoldan iki metre aşağıda yüksek duvarlı bir avlunun içindedir. Bizans döneminde varlığı bilinen bu kiliseyi 1652 de İstanbula gelen Antakya Patriğinin katibi Paulus verdiği raporunda buradan içinde çok kıymetli ikonaların bulunduğu kubbeli bir Bizans bazilikası olarak bahseder. 1782 yangınında harap olan bina Patrik I.Konstantinus zamanında Mimar Nikolaos Nitkitadis’in hazırladığı proje kapsamında 1834 de yeniden inşa edilir. 1966 da Vasilios Athanasiades’un maddi yardımlarıyla büyük bir tamirat yapılır. Kaba taş ve tuğla karışımı malzeme ile inşa edilmiş kilise üç neflu kubbeli bir bazilika planındadır. Narteks sonradan eklenmiştir. Apsis ve iki yanında diakonikon ve protesis hücrelerinin apsisleri yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır. Orta nefin üzerini, sekizgen kasnaklı her köşede bir pencerenin yer aldığı ,üzeri kiremit örtü basık bir kubbe örter. İkonastasis,despot koltuğu ve ambon ahşaptan yapılmış olup üzerlarinde aynı stilde geometrik ve bitki motifleri vardır. Avluda kiliseye bitişik olan ayazma,İsa’nın Tabor dağında suretin değişmesi olan Metamorfozis (=Transfigürasyon) adı ile tanımlanmıştır.

Ayios Yeoryios Metohion (Fatih)

Fener’de Vodina caddesi ile Merdivenli mektep sokağı arasındadır. İlk yapılışı 1132 olan bu kilise XVII. inci yy.dan beri Kudüs Patrikhanesinin metohionu (=temsilciliği) ‘dur.1640 da geçirdiği yangından sonra içindeki kitabesinden öğrendiğimize göre 1708 de Kudüs Patriği Hrisantos döneminde Mimar Kalfa Paulos’un projesi doğrultusunda yeniden inşa edilmiştir. 1728 de bir yangın daha geçirir ve yeniden yapılır. 1913 de ise bina tekrar büyük bir tamir görür. Üç nefli bir bazilika planına sahip olan yapı kırma taş ve tuğla ile yapılmış olup üst örtüsü iki tarafa meyilli, kiremit kaplı çatıdır. Ortadaki apsis’in iki yanında kendi apsisleri olan diokonikon ve prothesis hücreleri vardır. Bunların apsisleri dışarıya yarım yuvarlak olarak çıkıntı yapar. Narteksin üzerindeki neflere doğru çıkıntı yapan galeriye naos’un kuzey batısındaki ahşap merdivenle sağlanır. Kilise avludan Naos’a tek bir giriş ile sağlanır. Buradan naos’a iki taraftan giriş basık kemerlidir. Naos’un kuzeyinde Ayios minas ayazması yer alır.

Ayios Yeoryios Potiras Kilisesi (Fatih)

Fener ile Karagümrük arasında Tevkii Cafer Mahallesi Murat molla caddesindedir. 1583 tarihli Tryphon ve 1669 tarihli Smith listelerinde adı geçen bu kilisenin daha eski tarihi hakkında bilgimiz yoktur.1730 tarihinde İstanbul’da yanmış olan oniki kilisenin ihyasına dair hükümde buranın da adı geçerse de restorasyonun 1830 da gerçekleştiğini kitabelerinden öğreniyoruz. Son devir Rum kiliselerinin klasik mimari özelliklerini gösterir. Üç nefli bir bazilika şeklinde olup üzeri kırma çatı ile örtülüdür. Binanın kuzeyindeki ek yapı olan Parakklesion bitişiktir. Kaba taş ve tuğla karışımı ile inşa edilmiş olup sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır. Nefleri ayıran sütunlar diğer çağdaşı kiliselerdeki gibi mermer taklididir.

Ayios Yeoryios Patrikhane Kilisesi (Fatih)

Fener’de Sadrazam Ali Paşa Caddesi üzerindedir. Etrafı yüksek duvarlarla çevrili Patrikhane kompleksinin kilisesi olan yapı avlu kapısından girişte tam karşıya gelmektedir. Kilise ile avlu kapısı arasında solda,hıristiyan alemi için oldukça önemli olan “mür” yağının üretildiği tek katlı bina yer alır. Vaftizde alına sürülen bu çeşitli otların kaynatılmasıyla elde edilen bu yağ dünyada sadece burada üretilmektedir. Bu kutsal yağ alelade bir ateşte kaynatılmaz. Dünyanın her tarafından eskimiş inciller,kırık ikonlar ve diğer ahşap heykelcikler burada depolanır ve 4-5 senede bir yapılan bir merasimle “mür” yağının yapıldığı kazanın altındaki ateş bu malzemenin yakılmasıyla elde edilir. Zemini kare mermer döşeli avlunun sağında patrikhanenin lojman binaları bulunmaktadır. Kilisenin yan tarafından dar bir aralıkla arkaya doğru genişleyen bahçede ise Kütüphane,yönetim binaları ve Haralambos ayazması bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmet tarafından patriklik tacı ve asası verilen II.Gennadios zamanında patrikhane Oniki havari kilisesinde idi. 1455 de buradan Pammakaristos (Fethiye Camii) Manastırına taşındı, 1597 de Şeyhülislam Çivizâde Mehmet Efendi’nin fetvasıyla bu manastırın camiye çevrilmesi üzerine Balat’daki Aya Dimitri Kilisesi patrikhane binası oldu. 1602 de ise bugünkü binanın bulunduğu Hagios Georgios manastırı Patrikhane oldu ve zaman içinde gelişerek bugünkü konumunu aldı. Kilise ,18 Aralık 1720 tarihli kitabesinde yazdığına göre yeniden inşa edilmiştir.1827 ve 1836 da büyük onarımlar geçiren bina 1941 de bir yangın geçirmiştir. En son düzenleme ise 1991 dedir. Üç nefli bazilika planına sahip olan kilisenin giriş kapısı üçgen bir alınlıkla biter. Ortadaki apsis’in iki yanındaki diakonikon ve protezis hücrelerinin apsisleri de yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır. İçerisi son derece zengin avizelerle aydınlatılmaktadır. Patrikhane kilisesi olması dolayısıyla içerisine bazı rölikler ve kutsal sayılan eşyalar toplanmıştır. Bunlardan en önemlisi İsa’nın kamçılanmak üzere bağlandığına inanılan taş Kudüsden buraya getirilerek İkonastasis’in güney tarafına konulmuştur. Ayrıca Azize Eufemia ,Teophano ve Solomoni’ye ait olan röliklerin saklandığı üç tabut İkonastasis’in hemen yanındadır. Ayrıca içerisinde çok zengin ikonalar vardır.

Hristos Analipsis Kilisesi (Fatih)

Samatya İstasyonu arkasında Büyükkule ile Akıncı sokakları’nın arasındadır. Hz.İsa’nın göge yükselişine atanmış Ortodoks kilisesidir. Burası hakkındaki en eski kayıt 1566 senesine aittir. 1782 de yanan bina Patrik I.Konstantinos döneminde yeniden yapılarak 1 Mart 1832 de ibadete açılmıştır. Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun içinde yer alan kilise üç nefli bazilika planına sahiptir. Giriş kısmı sonradan eklenmiştir. Kaba yonu taşı ve tuğla karışımı olarak inşa edilmiş olup sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır. Naos’dan üstteki galeriye korkuluklarına “Eski Ahit” den sahneler yapılmış ahşap merdivenlerle çıkılır. Nefleri ayıran sütunlar mermer taklidi ahşaptır. Dış görünüşünün sadeliğine karşılık İkonastasisin Yunan mabedinin cephesini andıran sütunlar ve üzerindeki üçgen arşitravla son derece görkemli bir görünüşü vardır. Buradaki gümüş kaplamalı Analipsis ikonası en önemli parçalardan biridir. Avludaki Zangoç evi’nin çatısında yer alan çan kulesi baldaken tarzındadır. Ayrıca avluda bir ayazması vardır.

İoannes Prodromos Metohion Kilisesi (Fatih)

Balat’da İskele Caddesi ile Mürsel Paşa Caddesi arasındadır. 1334 tarihli bir belgede burasının “Avcıların Prodromos’u ve Vaftizcisi” olarak adlandırıldığını,1394 tarihli bir başka vesikada da “Nikolaos’un kilisesi” olarak adının geçtiğini görüyoruz. 1400 tarihli bir başka belgede Nikolaos Hresimos tarafından yaptırıldığı yazmaktadır. 1623 deki bir fermanın onayı ile tamir edilen kilise 1640 da yanmıştır. 1686 de tamir edilir ve 1729 da Giritli Mimar Nikoforos tarafından genişletilerek yeniden inşa edilir. 1831,1852 ve 1855 de tamir gördüğü içerideki kitabelerde yazılıdır. 1670’deki bir kayıtta mülkiyetin İskenderiye patrikliğine ait olduğu yazılı olan bu kilise 1686 da Rusya elçisinin Sultan IV. Mehmed’e başvurusu üzerine Tur-i Sina manastırına verilir bu tarihten sonra uzun bir süre Tur-i Sina keşişleri burada barınır ve o tarihten bu yana Tur-i Sina Dağındaki Azize Ekaterini Manastırının metohion’u olarak kabul edilmektedir. Üç nefli bazilika planına sahip olan yapının üst örtüsü kırma çatıdır. Nefler sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmışlardır. Ahşap İkonastasis bütün bema’yı kaplar ve yağlıboya ile İncil’den sahneler resmedilmiştir.
İkonastasis’den itibaren üçüncü sütuna oturtulmuş olan ambon ve merdivenlerinin korkulukları çok ince bir ahşap işçiliği gösterir.

Panayia Kilisesi (Fatih)

Hekimoğlu Ali Paşa Caddesi ile Kızılelma Caddesinin kesiştiği yerde,Yapağı sokağındadır. Yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içerisinde yer alır. Bizans döneminde önemli bir dini merkezde yer alması bakımından önemlidir. Zaman içinde tahrip olan kiliseyi 1730 da İstanbul kadısı Mehmed Raşid’e yapılan bir başvuru ile yeniden inşası için izin alınmıştır. Bugünkü bina 1834 de inşa edilmiş ve 1965 de de onarım geçirmiştir. Klasik Rum Kiliselerindeki gibi üç nefli bir bazilika plânındadır. Nefleri meydana getiren mermer taklidi sütunlar beton kirişlerle birbirlerine bağlıdır. Dışarıdan Naos’a giriş üçüzlü bir kapıdan sağlanır. Bu kapının her iki tarafında iki katta da dikdörtgen pencereler vardır. Cephenin üst kısmını içinde pencere olan büyük bir kemer tamamlar. Çatısı kiremit örtülü olup çift meyillidir. Yan tarafında yapım tarihi 1786 olan ana kilisenin küçük bir kopyası durumundaki Taksiarhes şapeli bulunmaktadır.

Panayia Balinu (Fatih)

Balat’da Mahkemealtı Caddesindedir. İlk yapılış tarihini bilemediğimiz bu Ortodoks Kilisesi içerisindeki kitabesinde yazdığı üzere Patrik IV. Germanos zamanında temelden yeniden inşa edilmiştir. Daha sonra 1877,1912 ve 1992 de tamir edilmiştir. Üç nefli bazilika plânında olup yarım yuvarlak apsis’i dışarıya çıkıntılıdır. Üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır. Nefleri mermer taklidi sütunlar birbirinden ayırarak arşitravlara bağlanır .Narteks’den naosa giriş
basık bir kapı ile sağlanır.

Panayia Belgradu (Fatih)

Belgratkapı’da, Hacı Hamza Mektebi sokağındadır. Yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içinde bulunmaktadır. Belgradın fethinden sonra oradan getirilenlerin iskan edildiği yer olduğu için Belgradkapı adı ile anılmaktadır. Kilise de gelenlerin dini ihtiyaçlarını sağlamak amacıyla 1523 de inşa edilmiştir. Belgrad’dan gelen göçmenler beraberlerinde getirdikleri Cuma Azizesi Paraskevi’nin rölik ve ikonalarını burada muhafaza ettiklerinden dolayı Kilise yapıldığında ona ithaf edilmiştir. Rölikler 1539 da Patrik I.Yeremios tarafından o sırada patrikhane olarak kullanılan Pammakaristos Manastırına taşındığı için bu işlemden sonra kilise Meryem’in doğumuna ithaf edilmiştir. 1837 de yeni baştan yapıldığını belirten tarih kitabesi vardır. Üç nefli bazilika planında olan yapı kaba yontu taş ve tuğla karışımı ile inşa edilmiş olup sadece köşelerde kesme muntazam taş kullanılmıştır. Üst örtüsü kırma çatı ile örtülüdür,Apsis ise yarım kubbedir. Ahşap İkonastasis sütuncuklar ile hareketlendirilmiş olup bunlar yuvarlak kemerler ile birbirlerine bağlanırlar. Kubbeli despot koltuğunda ise zarif bir ahşap işçilik vardır.

Panayia Blahernai (Fatih)

Ayvansaray’da Damataşı,Kuyu ve Marul Sokaklarının çevrelediği alandadır. Yüksek duvarlarla sokaktan ayrılmış olan avlunun içindedir. Buradaki ilk kilise İmparator Markianus (450-457) un karısı Pulheria tarafından yapımına başlatılmış ve I. Leon (457-474) zamanında tamamlanmıştır. İçerisinde,Meryem’in elbisesi olduğu ileri sürülen Filistin’den getirilmiş bir “Moforion” bulunuyordu. I.İustinus (518-527) tarafından genişletilmiş,III. Romanos (1028-1034) de tekrar elden geçirilmiştir. 1070 de yanan kiliseyi IV Romanos (1068-1071) tekrar yeni baştan yaptırmıştır. XI inci yy. da dini işlevinin yanı sıra İmparatorluğun idari işlerinin de yürütüldüğü bir merkez olmuştur. Komnenoslar döneminde buradaki saray kompleksinin içine alınmışsa da çıkan bir yangında tahrip olmuştur. Onarımdan bir süre sonra 1434 de tekrar yanmış ve bir daha tamir edilmemiştir. Hatta 1545 de buraya gelen Pierre Gilles kilisenin arsası üzerinde çingenelerin yaşadığını yazmaktadır. 1860 a kadar arsa durumunda bulunan kilisenin arsası üzerine buğünkü kilise inşa edilmiştir. İçerideki kitabesinde 13 Ocak 1860 da ibadete açıldığı yazılıdır. 6-7 Eylül 1955 deki olaylarda tahrip edilen kilise İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğünce Y.Mimar Süreyya Yücel’in kontrolluğunda yenilenmiştir. Kapalı yunan haçı planında olan kilisenin apsis’i dışarıya dört köşe çıkıntı ile açılmaktadır. Orta mekanın üzerini sekizgen yüksek kasnaklı bir kubbe örter. Diğer yerlerin üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır . Naos bir basamakla yükselen beş cepheli apsis ile nihayetlenir. Burada gümüş çerçeve içindeki kucağında çocuk İsa’yı taşıyan Meryem ikonası İstanbul’daki Rum kiliselerindeki en eski ikonadır. Çan kulesi avluda demir iskelet üzerine asılmış bir çandan ibaret olup çok basittir. Kilisenin yan tarafında küçük bir Ayazma vardır. Bu ayazmanın ziyaret tarihi her sene 2 Temmuz’da başlayıp bir hafta devam eder.

Panayia Hanceriotissa (Fatih)

Edirnekapı-Eğrikapı arasında Karagözcü,Ulubatlı Hasan ve Kazmacı sokaklarının çevrelediği alandadır. Yüksek duvarlarla sokaktan ayrılan bir avlunun içerisindedir. Aynı avluda bulunan Ayia Paraskevi Ayazması dolayısıyla Bizansın İkonaklast devrinde önemli bir yere sahiptir. Yıkık olan kilise 1837 de Mimar Kosta Kalfa’nın projesi doğrultusunda yapılmıştır. Bu devire ait olan Rum kiliselerinin plan yapısı olan üç nefli bazilika şeklinde olup benzerlerinin bütün özelliklerini o da taşır. Apsis örtüsü yarım konik çatı olup diğer kısımlar kırma çatı ile kaplıdır. Bina kaba taş ve tuğla karışımı olarak inşa edilmiş olup üzeri sıvalıdır. İkonastasis ambon ve despot koltuğu ahşap olup aynı stilize motifler ile kabartma tekniğinde işlenmiştir.

Panayia Muhliotissa (Fatih)

Fener’de Firketeci ile Tevkii Cafer sokaklarının köşesindedir. Moğol kilisesi diye de adlandırılır. Bizanslı prenses Maria Paleologina Moğol Hanı Hülagu ile evlenmek üzere yola çıktığında 1264 de Hülagu ölür. Bu sefer Maria, Hulagu’nun oğlu Abaka Han ile evlilik hazırlıklarına başladıysa da Abaka Han’ın öldürülmesi üzerine İstanbula döner ve kendi mülkü olan arazinin üzerine bu kiliseyi yaptırır. Bizans-Mogol ilişkisinden ötürü bu kilise “Moğol Kilisesi” adıyla adlandırılmıştır. 1351 de Patrikhanenin denetimine geçen kiliseyi I.Selim (1512-1520) ve III. Ahmet (1703-1730) camiye çevirmek isterlers de Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesi gereği başarılı olamazlar. 1633,1640 ve 1729 da yangın geçiren kilise 1731 de tekrar restore edilir. Muhliotissa,Fetihden önce inşa edilip günümüze kadar Ortodoks ibadet mekânı olarak işlevini sürdürmeye devam eden tek Bizans kilisesidir. Yonca planlı bir yapı olan kilisenin orta mekanını oldukça yüksek kasnaklı,üzeri kiremit döşeli bir kubbe örter.Yoncanın diğer kolları da alçak yarım kubbeler ile örtülüdür. Dışı sıva ile kaplı olan binanın duvar tekniği taş ve tuğla karışımıdır. Narteksdeki kubbelerde mozaik izleri görülmektedir. Avlunun bir köşesinde Ayia Anna’ya ithaf edilmiş bir Ayazma mevcuttur.

Panayia Taksiarhas (Fatih)

Balat’da Ayan Caddesi üzerindedir. Yüksek duvarlı bir avlunun içerisindedir.Bu avlunun kuzeyinde bugün kullanılmayan Balat Özel Rum Okulu vardır. Avlu içinde Biri Aziz Nikolaos’ a diğeri Mihail’e atanmış iki ayazma vardır.1730 daki Balat yangınında yanmış olan kilise bugünkü şekli ile yeniden yapılıp 17 Eylül 1833 de ibadete açılmıştır. Bu devirdeki diğer Rum kiliseleri ile aynı teknik ve plan yapısına sahiptir. Kalın gövdeli çan kulesi binaya bitişiktir.

Panayia Suda (Fatih)

Eğrikapı Caddesi üzerindedir. Yüksek duvarlı bir avlunun içinde yer alır. Alt katnda Timiazoni Ayazması bulunur. Bizans devrindeki bir inanışa göre bu ayazmanın suyu akıl hastalarına iyi gelirmiş. İlk yapılışı Bizans devrine ait olan yapı 1815 de yeniden inşa edilmiştir. Patrik VI. Kyrillos zamanında 1 Ocak 1816 da yeni şekli ile ibadete açılmıştır.İçerideki kitabelerde 1930 ve 1946 da onarım gördüğü yazılıdır. Klasik Rum Kilisesi planı olan 3 nefli bir bazilika şeklindedir. Apsis ve yandaki hücrelerin apsisleri yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır. Üzeri kırma çatı ile örtülü olup apsis üzeri yarım konik çatıdır. Nefleri teşkil eden sütunların kare yüksek kaideleri olup beton kirişlerle bağlanırlar.İkonastasis,Ambon ve despot koltuğu oldukça gösterişlidir.

Panayia Uranion (Fatih)

Edirnekapı’da Salma Tomruk caddesindedir. Cadde tarafı alçık diğer tarafları yüksek yapılmış bir çevre duvarının içindeki avludadır. İlk yapılışının Bizans devrine kadar indiği bilinir. Harap olup kullanılamıyacak hale gelen kilise 1730 tarihli bir hükümle yeniden inşa edilmiştir. Zaman içinde harap olan kilise1834 de yeniden inşa edilerek günümüzdeki konumuna gelmiştir. Aynı devirde yapılmış olan diğer Rum kiliseleri ile aynı plan yapısı ve özelliklere sahiptir. Narteksin kuzeyinde Aya Kiryaki’ye atanmış bir ayazma mevcuttur. Kaba taş ve tuğla ile inşa edilip üzeri sıvanıp boyanmıştır. Apsis ,ana mekandan daha alçak olarak yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır. Ana mekan çift meyilli kiremit kaplı çatı ile örtülüdür.

Bulgar Kilisesi “Sveti Stefan” (Fatih)

Balat ile Fener arasında Haliç kıyısında,Bulgar Eksarhhanesine bağlı olup Demir Kilise adı ile de adlandırılır. 3 Mart 1878 de imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile Balkanlar’da özerk bir bulgar Prensliği oluşmuştur. Bu tarihten sonra Bulgar hükümeti yeni bir Bulgar kilisesi yapılması için çalışmalara başlar gerekli mali destek hükümetten sağlanır ve Fener’de kilisenin olduğu yerde konağı olan Stefan Bogodi de mülkünü kilise yapımı için hibe eder. Arsa’nın alt yapısının haliç’e doğru kaygan olmasından dolayı burada kaymayı önlemek için önce demir konstrüksiyonlu bir temel düşünülür sonra depreme dayanıklı bir bina yapmak fikri ortaya atılır ve neticede herhangi bir sorun karşısında prefabrike bir kilise yapmaya karar verilir. Kilisenin projesi Mimar Hovsep Aznavur tarafından çizilir,yapım işi için de uluslararası bir yarışma açılır. Yarışmayı Viyana’dan R.Ph.Waagner firması kazanır ve 1893 de statik projeleri üzerinde çalışmalar başlar. Gerekli döküm işleri dört yılda üretilir ve firmanın fabrikası avlusunda geçici olarak kilise kurularak kontrolu yapılır. İstanbul’a Tuna nehri üzerinden Karadeniz’e gemilerle getirilen parçaların montajı yapıldıktan sonra 8 Eylül 1898 de Eksarh I.Yosif’in kutsamasıyla ibadete açılır. Kilise üç nefli ve transeptli bir bazilikadır. Giriş kapısının üst tarafındaki galeri aynı zamanda koro’nun da kullandığı bir mekandır,bunun üzerinde döner merdivenle çıkılan yüksek bir çan kulesi yükselir. Kuledeki çeşitli büyüklükteki altı çanın üzerinde Rusya’daki Yaroslavi kentinde özel dökümlerin yapıldığı yazılıdır. Kilisenin taşıyıcı profilleri çelikten olup üzeri saç ve döküm levhalarla kaplanmıştır. Bütün parçalar birbirine cıvata,somun,perçin ve kaynakla birleştirilmiştir. Mimari üslup olarak eklektik diyebileceğimiz gotik ve barok parçalar bir arada kullanılmıştır.

Ermeni Kiliseleri

Surp Hreşdağabet Kilisesi (Fatih)

Balat’ta Kamış Sokağı’ndadır. Bu kilisenin bulunduğu yerde Ayia Strati adında bir Rum kilisesi 17 inci yy. a gelindiğinde terk edilmiş bulunuyordu. 1620-1625 senelerinde Ermeni cemaati bu yerin kendilerine verilmesi için sayısız müracaatları neticesinde kendilerine tahsis edilir ve Divriğili Asdvadzadur Bolbolcıyan’ın maddi katkılarıyla buraya ahşap bir kilise yapılır ve Patrik I. Zakarya tarafından kutsanarak 1628 Ermeni ibadetine açılır. Aynı sene içinde çıkan bir yangında harap olan yerler bu sefer Rahip Kirkor Taranağzi’nin yardımlarıyla onarılır. 28 Eylül 1692 deki yangında bir kere daha yanan kilise yeniden onarılırsa da bu sefer 16 Temmuz 1729 daki Balat yangınında tekrar yanar. 1730 da kilise bir kere daha tamir edilir . 1831 de ahşap bina yıkılarak yerine bugünkü ibadethane karğir olarak inşa edilirken temel kazısı sırasında Azize Ardemios’un kemikleri bulunur, bu kemikler kilisenin bodrumuna defnedilir ve üzerine bir ayazma inşa edilir. Kilisenin açılışı 25 Haziran 1835 de yapılır ve o günden bu yana bazı küçük onarımlarla günümüze kadar gelir. Bazilika planında yapılmış olan binanın büyük bir narteksi vardır. Bu narteks’den koro’ya tahsis edilen galeriye çıkılır. Apsis önündeki sunaklardan biri başmelek Gabriel’e diğeri Asdvadzazin’e (Tanrıyı doğuran kadın Meryem) diğeri de Surp Minas’a atanmıştır. Bu her üç sunak da yarım daire şeklindeki apsislerin içinde yer almaktadır. Apsis’in yanındaki paraklesion vaftizhaneye ayrılmış olup buradan hem galeriye çıkış,ana mekana giriş ve Narteks’e giriş sağlanmıştır. Demir giriş kapısı üzerinde İsa’nın göge çıkışı,Aziz Georgios’un ejderhayı öldürmesi ve İsa’nın mabede girip oradaki satıcıları kovma sahneleri işlenmiştir.

Surp Kevork Kilisesi (Fatih)

Samatya, Marmara Caddesindedir. Kilisenin ilk inşası 1031 de Bizans İmparatoru III. Romanos zamanındadır. Tarihlerde büyüklüğü bakımından Ayasofya’dan sonra gelen ikinci kilise olarak tanımlanır. III. Romanos öldükten sonra manastır statüsünde olan bu kilisede kendisine ayrılan yere defnedilmiştir. 1204 deki Latin istilası sırasında kilise yağmalanmış ve içindeki kıymetli her şey alınıp adeta bir harabeye dönüşmüştür. VIII. inci Mihael Palaiologos (1261-1282) zamanında onarılarak tekrar ibadete açılmıştır. Fetihden sonra Fatih Sultan Mehmet Bursa’dan getirttiği Ermeni cemaatini Samatya’ya yerleştirmiş ve 1461 de onun emri ile kilise Ermeni Patrikliğine tahsis edilmiştir. Kilisenin Ermenilere verilmesinden dolayı Rumlar ile Ermeniler arasında bir takım olaylar meydana gelmiş bu yüzden burası “Kanlı Kilise” adı ile anılmıştır. Kilisenin yanındaki Ayazmadan ötürü Türkler tarafından “Sulu Manastır” adı ile isimlendirilmiş olan bu bina 1641 senesine kadar patriklik katedrali olarak kullanılmıştır. 1660 da burada çıkan yangında tahrip olan kilise 1722 de yeniden inşa edilmiş ve binaya “Surp Yerrortutyan” adı verilen bir şapel eklenmiştir. 10 Ağustos 1782 de burada çıkan büyük yangında kilise bir kere daha yanmış,1804 de Hagop Amira Güllapyan ve Minas Kalfa’nın projeleri doğrultusunda yeniden inşa edilmiştir. 1831 ve 1843 de onarımdan geçen bina bu kez 1866 yangınını yaşamış ve bu sefer de Mimar Bedros Nemtze’nin projesi Mikhael ve Hovhannes Hagopyan’ın maddi katkılarıyla bugünkü şeklini almış ve 8 Şubat 1887 de Patrik I. Harutyan Vehabedyan’ın takdisi ile tekrar ibadete açılmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında kilise ve bahçesindeki okul askeri amaçla kullanılmış ve Sırp esirleri buraya yerleştirilmiş savaştan sonra tekrar ibadete açılmıştır. 1993 de son bir onarım gören kiliseye Patriklik tahtı konularak ,Patriklik Katedrali olarak tescil edilmiştir. Plân şeması ilk yapılışında Bazilika tipinde olmasına karşılık sonradan yapılan ilavelerle Yunan haçı şekline dönüşmüştür. Muntazam kesme taştan yapılmış iki katlı görkemli bir yapıdır. Ana giriş kapısı üzerindeki çan kulesi altındaki katlar ile tam bir uyum sağlar. Bu kulenin iki tarafındaki simetrik çan kulesi şeklindeki kuleler sadece dekoratif olarak yapılmıştır. Eski yapıdan kalan en kıymetli parçalardan biri demirden yapılmış,her kanadına kiliseye adını veren Aziz Kevork’un hayatından sahneler işlenmiş olan giriş kapısıdır. Kilisenin ana mekanındaki bir büyük iki yanlarda da birer küçük sunak daha vardır. Ana sunagın üzerinde İsa’nın şu sözleri yazılıdır: “Bana gelin ey yorgunlar ve ağır yüklü olanlar. Ben size rahat sağlıyacağım” Kilisenin içindeki resimler son döneme aittir. Narteksin üzerinde koro’ya ayrılmış geniş bir galeri bulunur.


Hristos Analipsis Kilisesi (Bakırköy)

Bakırköy Rum mezarlığı içinde XIX uncu yy. ın sonunda mezarlıkta yapılan cenaze törenleri için inşa edilmiştir. Üç nefli bazilika planında olan bu şapelin mimarı Akilepsos Aleksios’dur. İka yana meyilli kiremit kaplı çatısı vardır.

Panagi Pege Kilisesi “Balıklı” (Zeytinburnu)

Asıl adı “Hayat veren kaynak” anlamına gelen Zoodokhos Peges olan bu Rum Ortodoks kilisesi Kazlıçeşme’de Balıklı Caddesi ile Seyyid Nizam Caddesi arasında,Rum Ortodoks mezarlığı yanındadır. İlk yapılışı Tarihçi Prokopios’a göre Bizans İmparatoru I. Leon (457-474) zamanındadır. I.İustinianus (527-565) zamanında Ayasofya yapılırken oradan arta kalan malzeme ile genişletilmiştir. Depremden zarar gören kiliseyi önce 790 da İmparatoriçe Eirene daha sonra da I.Basileios genişleterek tamir ettirmiştir. X uncu yy. da geçirdiği bir yangın sonucu yanan kiliseyi 924 de I.Romanos yeniden inşa ettirir. 1204 deki Latin istilası sırasında burayı da işgal eden Haçlılar binaya büyük zararlar vermişlerdir. Bir rivayete göre II. Murad İstanbul yakınlarına geldiğinde bu civarda karargâh kurduğu kendisinin de kilisede kaldığı söylenir. Fetihten sonra bakımsızlıktan harap olan kilise 1726-27 de Terkos Metropoliti Nıkodimos tarafından küçük bir yapı olarak yeniden ihya edilir. Kilisenin bugünkü haliyle inşası II. Mahmut’dan (1808-1839) alınan 1833 tarihli ferman ile Mimar Nikolaos Pağcıoğlu ve Marki Kalfa’nın projeleri doğrultusundadır. 2 Şubat 1835 de Patrik I.Konstantinos kiliseyi kutsayarak ibadete açar. Üç nefli bazilika planında olan yapı çift meyilli kiremit döşeli çatı ile örtülüdür. Nefleri ayıran sütunlar mermer taklididir. İkonastasis Ahşap olup üç nefi de kapsar. Burada yağlıboya ile yapılmış olan Meryem ve Çocuk İsa,Mikhael,Gabriel gibi baş meleklerle bazı azizlerin portreleri yapılmıştır. Kilisenin yanında hastalara şifa verdiğine inanılan içinde balıkların yaşadığı bir ayazma mevcuttur. Buraya gelip şifa bulanlar daha sonra bir ikona getirip hediye etmeleri Bizansdan beri süren bir gelenek olmuştur. Bu yüzden kilisenin çok zengin bir ikon kolleksiyonu vardır. Girişin sağ tarafında duvara bitişik demir iskelet üzerine oturan bir çan kulesi vardır. Kilisenin avlusu eski Rum mezarlığından sökülerek buraya getirilen üzerlerinde karamanlıca yazılar mezar taşları ile döşenmiştir.

Surp Pırgıç Ermeni Kilisesi (Zeytinburnu)

Ermenice “Kurtarıcı” anlamına gelen Surp Pırgıç Hastahanesi içinde hastaların ve yakınlarının dini ibadetleri için Leblebicioğlu Bostanının bulunduğu arazide hastahane yapılırken Harutyan Amira Bezciyan’ın maddi yardımları ve Hassa Mimarı Garabed Balyan’ın hazırladığı proje doğrultusunda yapılmıştır. 3 Mayıs 1834 de Patrik II. Isdepanos Zakaryan’ın takdisi ile ibadete açılmıştır. 1898 de Tahtaburunyan ailesinin maddi yardımı ve Kirkor Melidosyan’ın ilave projesi ile bugünkü halini almış ve Patrik Mağakya Ormanyan tarafından 1 Aralık 1906 de tekrar ibadete açılmıştır. 1966 da kiliseye bir galeri çekme kat ilave edilmiştir. onarımı ve bazı ilaveleri yapılış . Ermeni kiliselerinde nadir görülen bazilika planında bir yapıdır. Apsis’in iki yanındaki hücrelerden biri vaftizhane diğeri ise hazine odası olarak kullanılır. Apsis kemerinin üzerinde İsa’nın şu sözleri yer almaktadır: “Bana gelin ey yorgunlar ve ağır yüklü olanlar,ben size rahatlık vereceğim” . Apsis’in önünde üç kubbeli bir kilise görünümünde ahşap sunak yer alır. Muntazam kesme taştan yapılmış olan kilisenin iyon tarzı sütuna oturan yarım yuvarlak kemerli bir girişi vardır. Bu girişin üzerinde ki üçüzlü pencerenin altında kilisenin kitabesi bulunur. Çan kulesi çift meyilli çatının tam ortasında ön cephededir.


Ayia Eufemia Kilisesi (Kadıköy)

Kadıköy çarşısının bulunduğu meydanda Rum Ortodoks Kilisesidir. Halkedonlu (Kadıköy0 azize Eufemia’ya ithaf edilmiştir. Kadıköylü zengin bir ailenin kız olan Azize Euphemia, hıristiyanların henüz büyük bir takipte bulundukları devrede inancı yüzünden 303 de öldürülmüştür. Daha sonra ailesi onun naaşını Halkedon’un dışında bir mezara gömerler. Hıristiyanlık Bizans’da İmparator I.Constantinus (324-337) zamanında resmen tanındığında mezarının bulunduğu yere ailesi bir Martirion yaptırırlar. Daha sonra 451 de toplanan Ökümenik konsilinde,Ortodoks aleminin koruyucusu ilan edilir ve ölüm tarihi olan 16 Eylül de Yortu günü olarak kabul edilir. O tarihten itibaren de her yıl yortu kutlamaları yapılır. Bu tarihi hem doğu hem de batı kiliseleri ortak olarak Yortu günü kabul etmişlerdir. Eski kaynaklar bu azizenin adına İstanbul’da bugün mevcut olmayan 4 kilise daha olduğundan bahsederler Bunların içinde en önemlisi Sultanahmed’de Hipodrom yakınında olanıdır. Azize’nin röliklerinin de bulunduğu bu kilisedeki rölikler İkonoklast dönemde İmparatorun emriyle buradan kaldırılmıştır. Daha sonra 798’de İmparatoriçe Eirene rölikleri törenle geri getirmiştir. Diğer kiliselerin Olibreu (Şehzadebaşı),Petrion (Cibali civarı) ve Petra (Edirnekapı civarı) da olduğu söylenir.
Kadıköy meydanındaki bu kilisenin antik Ayia Eufemia kilisesinin bulunduğu yer ile hiçbir ilgisi yoktur Bizans devrinde burada Ayia Basis manastırı bulunuyordu daha sonra burası Ayia Euphemie Metropolitlik Manastırı olarak kullanılan bina zaman içinde yıkılmıştır. Bugünkü kilise 1694 de Kadıköy metropoliti Gabriel tarafından yeniden yaptırılmıştır.1830 da Kadıköy Metropoliti II. Zaharias Rusya’dan temin ettiği mali destek ile kiliseyi büyütmüştür. Zaman içinde bakımsız kalan bina 1993 de Metropolit III. Iokem’in mali desteği ile yenilenmiş ve 1 Nisan 1993 de yeniden ibadete açılmıştır. Kapalı Yunan Haçı plânındadır. Ortada yüksek kasnaklı bir kubbesi bulunur. İkonastasion ahşaptır ve kabartma bezemelidir. İçerisinde gümüş kaplı ikonalar bulunmaktadır. Kilisenin sağ tarafında taştan inşa edilmiş çan kulesi vardır.

Ayios İoannis Hiristosmos Kilisesi (Kadıköy)

Eski Kalamış vapur iskelesinin karşısında Rum Ortodoks kilisesidir. İlk yapılışı hakkında kesin tarih bilgimiz yoktur. Kalamış Caddesi açılırken bazı temel izlerinden burada yan-yana iki kilise olduğu düşünülebilir. 1947 de yan tarafa demir çubuklardan bir çan kulesi yapılmıştır. Dış cephe son derece sade olup yüksek pencerelerle içerisinin aydınlatılması sağlanmıştır. Yan taraftaki kuyunun mermer teknesi kabartma nakışlarla süslü olup ortasında aziz Ayios Ioannis’in kesik başı vardır. Bu yüzden bu kuyuya kutsallık atfedilmiş ve “Ayios Ioanis Prodromos Ayazması” adıyla da anılmasına neden olmuştur.

Rum Ortodoks Kilisesi (Kadıköy)

Yeldeğirmeni Karakolunun yanında bulunan bu kilise 1895 de Rum Okulu olarak inşa edilmiş sonra okul 1918 de yanda inşa edilen yeni binaya taşınınca burası kiliseye dönüştürülmüştür. Demir çubuklardan yapılmış olan çan kulesindeki dökme çan Samatyalı Zilciyan Usta’nın yapımıdır.

Ayia Triada Kilisesi (Kadıköy)

Bahariye Caddesi Nisbetiye Sokağında Rum Ortodoks kilisesidir. 1902 de Patrik III. Yovakim ve Kadıköy Metropoliti Yermenos zamanında yapılmış olup metropolit’in mezarı kilisenin bahçesindedir. Kapalı Yunan haçı planlıdır. Orta mekanın üzerini dört sütun üzerine oturan yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir. İki tarafında birer çan kulesi bulunmaktadır. Dış cephe oldukça sadedir. Giriş kapısının olduğu cephe yuvarlak geniş bir kemerin içinde yer alan kapı ve üzerindeki yuvarlak kemerli sütunlarla hareketlendirilmiş olup bu kemerin üzerine de sivri bir alınlık yerleştirilmiştir. Bu kısım dışarıya çıkıntılıdır. Etrafı demir parmaklıklı alçak bir duvar ile çevrilidir. Kilisenin altında Bizans döneminde yaşamış günahkar bir kadın iken hıristiyan olup günahlarını bağışlatmak için manastıra kapanan Ayia Ekaterini’ye atfedilen bir ayazma mevcuttur.

Surp Levon Ermeni Kilisesi (Kadıköy)

Kadıköy Altıyol’da Ermeni Katolik kilisesidir. Parmaksızoğlu isimli bir Ermeni’nin Bahariye Caddesinden Hasırcıbaşı Sokağına kadar uzanan büyük bir bağı vardı. 1890 da ölümünden sonra bu arazi varisleri tarafından parsellenmiş bir parçası da kilise yapımı için kurulan “Ermeni Katolik Cemaati Vakfı”na verilmiştir. Cemaat 1911 de kiliseyi yaptırarak ibadete Surp Levon ismiyle açmıştır.

Surp Takavor Kilisesi (Kadıköy)

Kadıköy’de Muvakkithane Caddesinde Ermeni Gregoryen kilisesidir. Bu kilisenin adı ilk defa Sarkis Hovhannesyan “Başkent İstanbul’un Topoğrafyası” isimli eserinde geçmektedir. Ona göre burada “Surp Asdvadzazin” isminde ayrıca içinde Surp Takavor’a atanmış küçük bir şapelin bulunduğu yıkılmaya yüz tutmuş bir kilise vardı. Bu bina Patrik Abraham zamanında,Harutyan Amira Nordukyan’ın maddi katkıları ile tamir edilmiş ve 4 Temmuz 1814 de ibadete açılmıştır. Ağustos 1855 de çıkan bir yangında yanan bina bu sefer Erzurumlu Murat Garabetyan’ın maddi katkısı ile mimar Mıgırdıç Kalfa’nın hazırladığı proje doğrultusunda yeniden inşa edilir ve Aziz Kral anlamına gelen “Surp Takavor” adı 1858 de ibadete açılır. Bu onarım sırasında avluya Hamazasbyan Muradyan adında bir de okul ilave edilir. 1862 de ölen Murat Garabetyan mabedin avlusuna defnedilir. Bir müddet sonra eşi de vefat edince o da oraya defnedilir. Görkemli mermer lahitleri girişin sağında ve solunda yer almaktadır. 1936 da tekrar bir onarım geçiren binaya bu sefer maddi yardımı Divriği’nin Kesme köyünden Hovhannes ve eşi Mariam Noradukyan yapar. 1978 de Herman Türkmen dış camekanları yeniler ve kilise kapısıyla çan kulesi arasındaki alan kapatılarak cemaatin durabileceği yer genişletilmiş olur.
Binanın mimarisi klasik Ermeni mimarisinden uzaktır. Kapalı haç planındadır.Orta mekanın üzerini yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir. Haçın diğer kolları ise kiremitle kaplı çatıdır. Dış görünüşü oldukça sadedir,sadece giriş cephesi kesme taş ile kaplanmış olup yarım yuvarlak kemerli ikiz pencerelere sahiptir. Gotik mimari tarzında yapılmış olan çan kulesi yapının kubbe’den sonra dikkati çeken ikinci mimari unsurudur.
İstanbul’da itfaiye teşkilatı kurulmadan evvel bu kilise kendisine bir tulumbacı takımı kurmuştur. Bunların ahşap olan koğuşu Güneşlibahçe sokağına bakmakta idi. sonra bu teşkilat kaldırılınca burası yıkılarak kargir iki katlı bir dükkana dönüştürülmüştür.

Anglikan Kilisesi (Kadıköy)

Moda,Yusuf Kamil Paşa Sokağındadır. 1878 de İngilizler tarafından Galata kulesi yakınında inşa edilen Kırım kilisesinin mimarı tarafından projelendirilmiştir. İnşaat maliyetinin büyük bir kısmını Modada oturan Sir James William Whittall sağlamış,burada oturan diğer İngilizler de katkıda bulunmuşlardır. Etrafı alçak bir duvar ve demir parmaklıklar ile çevrili olan bu kilisenin cemaati son derece azdır ve tapu kaydına göre de sahibi Bayan Irene Whıttall görünmektedir. Apsis cephesinde ki vitraylarda İncil’den sahneler işlenmiştir.


Ayios Panteleimon Kilisesi (Üsküdar)

Kuzguncuk İcadiye Caddesindedir. Aziz Pantelemion’a ithaf edilmiş Rum Ortodoks kilisesidir. Sokaktan bur duvar ile ayrılan avlunun içindedir. Son devir Rum kiliselerinden olan yapı’nın 1831 de ibadete açıldığını içindeki kitabelerden öğreniyoruz. 26 Eylül 1872 de yanan kilise Mimar Nikola Ziko’nun hazırladığı proje doğrultusunda 1890 de inşaata başlanmış ve yeniden ibadete açılışı ise 28 Haziran 1892 dir. Kapalı Yunan Haçı planında olan kilisenin orta mekanını örten kubbe dört sütuna oturmaktadır. Zarif bir mimari yapıya sahip olan mermerden avlu giriş kapısı üzerinde 1911 de Andon Hüdaverdioğlu tarafından yaptırılan çan kulesi vardır. Kilisenin yanında yol üzerinde kare planlı küçük bir ayazma bulunmaktadır.

İlya Profiti Rum Ortodoks Kilisesi (Üsküdar)

Üsküdar Yenimahalle’de Hacı Murat sokağında Rum Ortodoks kilisesidir. İlk yapılış tarihi hakkında bir bilgimiz bulunmamaktadır. II. Mahmud’un 1831 tarihli fermanı ile inşa edilmiştir. Sokaktan bir duvar ile ayrılan avlunun içindedir. Klasik bazilika planına sahip olan binanın apsisi yarım daire şeklinde dışarıya taşkındır. Avlu içerisinde kiliseye bitişik altı tane lahit ile 1945 de tamir edilmiş küçük bir de ayazma mevcuttur.

Surp Haç Kilisesi (Üsküdar)

Üsküdar Selamsızda Kozanoğlu (eski adı Papaz Abraham) sokağındadır. Balatlı Abraham adlı bir rahip 1676 da buraya ahşap bir kilise yaptırdığı içerideki kitabelerden birinde yazılıdır. Mezarı kilisenin avlusundadır. 1727 de Patrik Hovhannes zamanında tamir görmüş ve genişletilmiş olup 1797 de yanına bir de okul açılmıştır. 1808 de bir onarım geçiren bina Patrik III. Garabed zamanında yeni baştan Hassa Mimarı Hovhannes Serveryan tarafından hazırlanan projesi doğrultusunda yeni baştan bugünkü halinde yapılır ve 22 Eylül 1830 da takdis edilerek ibadete açılır. 1882 de çatısı onarılırken yanına bir de kesme taştan kat aralarında pencereler açılmış çan kulesi inşa edilmiştir. Kilisenin 1710 tarihinde kurulmuş olan Miatzal isimli korosu Ermeni cemaati için çok önemlidir ve eneski ermeni korosu olarak halen aynı isimle hizmet vermektedir. Muntazam kesme taştan inşa edilmiş olup tonoz kubbe ile örtülüdür. Apsis’in ortasındaki sunak 1842 de Hassa Mimarı Hovhannes Aznavuryan tarafından kiliseye hediye olarak yaptırılmıştır. Bu sunağın arka tarafında tören elbiselerinin bulunduğu oda vardır. Bu sunağın çevresinde İsa ve oniki havari’nin Saray ressamı Umed Beyzad tarafından yapılmış resimleri vardır. Sunak kemerinde “Kutsal Haç’ının gölgesinde bizleri koru” yazılıdır. Avlusundaki büyük sarnıç 1831 de Pişmişyan tarafından yaptırıldığı mermer kuyu bileziğinde yazılıdır.

Surp Karabet Kilisesi Kilisesi (Üsküdar)

Üsküdar,Bağlarbaşı,Vasiyet Sokaktadır. İlk inşaatının ahşap olduğu ileri sürülen bu Ermeni Gregoryen Kilisesi 1617 de Atik Valide ve Çinili Külliyesinin inşası için Van’dan getirtilen Ermeni ustalar tarafından yapılmıştır. 1727 de Patrik Hovhannes zamanında tamir ettirilmiş,daha sonra 1844 deki büyük onarımla tamamen yenilenmiş olan kilise 1887 deki büyük Yenimahalle yangınında yanmıştır. II. Abdülhamit’den alınan izin ile Apik ve Matus kardeşler tarafından ailelerinin ruhu için yeniden yaptırılarak bugünkü halini almıştır. İbadete açılış tarihi 12 Haziran 1888 dir. Son onarım tarihi 1984 dür. Ermeni kiliselerinde çok az görülen bazilika planında bir yapıdır. Muntazam kesme taştan yapılmış olan yapının giriş cephesi iki katlı olup üçgen bir arşitravla nihayetlenir. Kiremit kaplı çatısı iki tarafa meyillidir. Girişin iki yanında yer alan çan kulelerinin üstü sivri ve dilimli birer kubbe ile örtülü olup üzerlerinde birer haç vardır. Sütunlarla üç nefe ayrılmış kilisenin doğu nefi ahşap oymalı korkulukları ile zeminden biraz daha yüksek olup koro’ya ayrılmıştır. Apsis’in iki tarafında iki ayrı küçük şapel vardır. Bunlardan kuzeydeki vaftizhane olarak kullanılmaktadır.

Surp Krikor Lusavoriç (Üsküdar)

Kuzguncuk iskelesinin karşısında Çarşı Caddesinde Ermeni Gregoryen kilisesidir.Yapılış tarihi içerisindeki kitabesinde yazdığına göre Patrik Zakaryan Ağavani’nin (1831-1839) zamanında Hassa Mimarı Hovhannes Amira Serveryan’ın proje ve kontrolunda inşa edilerek 11 Mayıs 1835 ibadete açılıştır. Zamanla tahrip olan yapı 1865 tarihli ferman üzerine Bedros Ağa Şalcıyan ve Kuzguncuk’daki Ermeni cemaatinin maddi katkılarıyla büyük bir onarım geçirmiştir. 1967 de ise kilisenin içinde bazı düzenlemeler ve tamirat yapılmıştır. Kilise ana caddeden alçak bir duvar üzerine demir parmaklıkların ayırdığı küçük bir avlunun içindedir. Dış görünüşü son derece sade olup iki kat ve giriş kapısı yuvarlak kemerler içerisine alınmıştır. Plan şeması Ermeni kiliselerinde çok kullanılan kapalı Yunan haçıdır. Orta mekanın üzerini örten basık kasnaklı kubbe penceresizdir. Apsis’in iki yanında küçük şapellerden biri vaftizhane olarak kullanılmaktadır. Cephede açılmış olan yüksek pencerelerden içerisi çok fazla ışık almaktadır. Apsis’in arkasındaki geçitten çan kulesine geçilmektedir. Dış görünümünün sadeliğine karşı iç son derece abartılı tablolar ve çeşitli süsleme unsurları kullanılmıştır. Kapıdan girince sağda kilisenin atandığı Aziz Lusavoriç’in portresi bulunmaktadır. İçteki galerilere geçişi sağlayan ceviz ağacından yapılmış korkuluklar ,ince işçilikleri ile büyük bir sanat eseridir.

Ayios Dimitrios Kilisesi (Adalar)

Büyükada’nın kumsal semtinde büyük bir bahçe içindedir. 1856-1857 de Ada’da yaşayan Rum ortodoks cemaat tarafından yaptırılmış olup mimarı Fıstıki Kalfa’dır. Üç nefli bir bazilika plânında olan bu kilise’nin orta nefi Dimitrios’a yan nefler ise doktor aziz Pandeleimon (=Lokman Hekim) ve İliya’ya (İlyas Peygamber) atanmıştır. Kilisenin orta mekanını içten kubbe dıştan ise çift meyilli kiremit kaplı bir çatı örtmektedir. Bu kubbede oniki havari arasında İsa tasvir edilmiştir. Orta mekanın sağ tarafında büyük bir çerçeve içinde oniki havari resmedilmiştir. Ambon ve despot kürsüsü ahşaptır. Üç nefi de kapsayan ahşap,oymalı ikonastasis’de baş melek Mikhael’in altın kaplama bir ikonu ile gümüş çerçeve içinde Meryem’e ait diğer bir ikon bulunmaktadır.

Ayios Nikolaos Kilisesi (Adalar)
 Büyükada, Ayios Nikolaos manastırının içindedir. İlk yapılışının 14. ncü yy. ait olduğu bilinir. Bu kilise zamanla yıkıldığından yerine 1868 de bugünkü ibadethane yapılmıştır. Kapalı Yunan haçı plânındaki bu yapının üzerini dört fil ayağına oturan bir kubbe örtmektedir. Kubbede Pantokrator (dünyaya hakim) İsa resmedilmiştir. Kubbeye geçişteki pantantiflerde ise dört incil yazarının portreleri bulunmaktadır. Mimari bakımdan önemli olmayan bu kilisenin avlusunda demir karkas üzerine asılı çanı vardır.

Ayios Yeoryios Kilisesi (Adalar)

Büyükada, Asker Azizlerden Georgios’a ithaf edilmiştir. Bizans devrinde burada mevcut olan bir manastırın üzerine 1906 yılında Büyük Ada’lı ortodoks cemaatin ve rahip Dionisios’un maddi katkılarıyla yapılmıştır. Mimari bir özelliği yoktur. Kilisenin en değerli eşyası gümüş bir çerçeve içindeki Aziz Georgios’u at üzerinde elinde mızrakla gösteren ikonudur.

Ayios Nikolaos Kilisesi (Adalar)

Heybeliada’da İşgüzar sokağı ile İmralı kavşağında,evvelce mevcut olup yıkılmış olan bir kilisenin yerine 1857 de inşa edilmiş Rum ortodoks kilisesidir.Aziz Nikolaos’a ithaf edilmiştir. 1894 depreminde büyük zarar görmüş ve II. Abdülhamid’den alınan izin ile tamir edilmiştir. Kapalı Yunan haçı planında olan yapının orta mekanını dört kemere oturan bir kubbe örtmektedir. İkonastasis mermerden yapılmış olup üzerine azizlere ve Meryem’e ait ikonlar yerleştirilmiştir. Apsis’in sağındaki duvarda gümüş kaplanmış 1895 tarihli Azize Barbara ikonu ile yine gümüş kaplı Aziz Nikolaos’un ikonu vardır.

Ayios Spiridon Manastırı Kilisesi (Adalar)

Heybeliada’da Çam Limanı mevkiindeki tepenin üzerindedir. Halk arasında “Tarik-i Dünya” adı verilir. Trakyalı olup Heybeli Ada’ya yerleşmiş bir keşiş olan Arsenios tarafından 1862 de küçük bir kulübe şeklinde inşa edilmiştir. Bu bina 1894 depreminde yıkılınca Ortodoks cemaat tarafından yeniden yapılmıştır. Arsenios 1906 da vefat edince buraya gömülmüştür. Kayserili bir rahip olan Kyprianos Stylianidis kilisenin etrafına taştan bir duvar çektirmiş bazı yerleri de onarmıştır. 1954 de Patrik Athenagoras’ın ricası üzerine onarımdan geçmiştir. Tek nefli bir bazilika planına sahip olan kilisenin üstünü çift meyilli bir çatı örtmektedir. İçinde bulunduğu avlu kısmen kapatılmış olup adeta bir narteks görevini görür. Apsis yarım yuvarlak şeklinde dışarıya taşkındır.

Ayios Yeoryios (Aya Yorgi) Manastır ve Kilisesi (Adalar)

Burgaz Adası’nda, deniz tarafındaki manastırın önündeki “Cennet Yolu “denilen yol ile tepedeki kiliseye ulaşılır. Aşağıdaki manastır 1920 de buraya yerleştirilen ,ihtilalden sonra Rusya’dan kaçan Beyaz Rusların kazaen çıkardıkları bir yangın sonucu yanmıştır. Tepedeki kilise 1882 de inşa edilmiş olup 1894 de deprem sonucu yıkılmıştır. Bugünkü bina 1897 de inşa edilmiştir. Yunan Haçı plânındaki bu kilisenin orta mekanının üzeri dört fil paye’nin taşıdığı kemerlere oturan yüksek kasnaklı kubbe ile örtülüdür. Yan kolların üzerindeki kubbeler küçüktür Kilisenin avlusundaki üç adet çan vardır. Yortu günü 23 Nisan’dır.

İoannes Prodromos Kilisesi (Adalar)

Burgaz Ada’da Takımağa sokağındadır. Vaftizci Yahya’ya ithaf edilmiştir. Bizans’ın İkonaklazma devrinde bu akıma karşı olan Patrik I. Metodios ,Ignatios ve Fotios İmparator Teofilos tarafından adaya sürgün olarak gönderilmişlerdi. Burada toprak altında bir hücrede yanında iki katil ile 7 yıl hapsedilmiş olan Metodios’a söylenceye göre adalı bir balıkçı tepedeki delikten yiyecek atarak onun hayatta kalmasını sağlamıştır. Teofilos’un ölümünden sonra karısı Teodora ikonaklazma karşı olduğu için Metodios’u İstanbul’a getirtir ve patrik tayin eder. O da kiliselerden kaldırılan bütün ikonaların yerlerine konmasını sağlar. İgnatios ise İmparatoriçeden Burgaz adasında yaşadıkları zindanın bulunduğu yere bir kilise yapılmasını ister ve 842 de Aya Yani (İoannes Prodromos) kilisesi inşa edilir. Metodios ölümünden sonra hıristiyanlığa yaptığı hizmetlerden dolayı “Aziz” kabul edilir. Zaman içinde harap olan kilise 1759 da yenilenmiş 1817 de büyük bir onarım görmüştür. 10 Temmuz 1894 depreminde yıkılmış ve yeniden inşa edilmiştir. Bugünkü kapalı yunan haçı planlı ve merkezi kubbeli olan kilise bu tarihten kalmadır ve zindanın tam üstüne inşa edilmiştir. Bu hücre 3,5 x 1.75 m. ebadında 2 m. yüksekliğinde taştan yapılmış bir odadır. Buraya 11 basamaklı bir merdivenle inilmekte olup kilisenin Yortu günü olan 29 Ağustosta ziyaretçiler tarafından ziyaret edilmektedir.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Restorasyon:
İstanbul’daki Bizans Kiliseleri

Grekçede toplantı anlamındaki “eclesia”sözcüğünden gelen kilise kavramı Hıristiyanlığın doğuşu ile başlamış,önce cemaatlerin toplandığı yerlerde sonra ise antik mabetlerde ibadet edilmeye başlanmıştır. Hıristiyanlık,İsa’nın kutsal yaşamını ve tanrısal görevini esas alan bir din haline gelmeye başladığında Roma İmparatorluğunun bir devamı olan Bizans Pagan inancında idi. Hıristiyanlığı kabul eden Bizans İmparatoru I.Konstantinus (306-337) 324 de İstanbulu başkent yapıp adını da ”Konstantinopolis” koyduğu bu şehirde büyük bir hızla inşaat faaliyetine girdi ve yapılan eserler arasında ilk kilise olan 12 Havari kilisesini inşa etti. Hz.İsa’nın 12 havarisine ithaf edilen bu kilise bugünkü Fatih Camiinin olduğu yerde eski bir pagan mabedinin kalıntıları yıktırılıp yerine yapılmıştır. I. Konstantinus bu kilisenin yanında kendisi ve oniki havariye ithaf ettiği boş lahitlerin bulunduğu bir Mauseleum’un inşaatına başlattı ise de 337 de Nikomedia (İzmit)da ölümüyle inşaatı tamamlayamadı. Cesedi kısa bir süre önce inşaatını tamamlattığı Aziz Akakios kilisesine götürüldü ve inşaat tamamlanınca da lahdi Havariyun kilisesine getirildi. yaptırtmış olduğu bu kiliseye getirildi ve orada gömüldü. 358 depreminde büyük zarar gören kiliseyi II. Konstantinus yeniden tamir ettirerek 370 de görkemli bir açılış yaptırdı. Oldukça dindar olan II. Konstantinus havarilerden Timotheus,Andreas ve Lukas’ın röliklerini buraya getirerek boş duran 12 lahitten üçünü doldurdu. Bu kilisenin görünüm ve planı bakımından en güvenilir kaynak olan Eusebios’a göre oldukça devasa boyutta tabandan tavana kadar da mermer kaplı imiş. I.Konstantinus’un yaptırdığı ve kilise ile onunla bağlantılı olan Mauselumu Justinyanus (527-565) genişletti ve içerisini İsa ve Meryem’in hayatını anlatan,altın yaldızlı mozaiklerle kaplattı. 869 daki deprem de çöken kubbeyi I.Basileus’un (868-886) onarttığını biliyoruz. 1010 senesindeki zelzelede tekrar kubbe çökmüş ve II. Basileus (976-1025) tarafından yenilenmiştir. Bizans İmparatorlarının gömüldüğü bu mauselum’a en son, İmparator VIII. Konstantin 1028 de gömülmüş ve bundan sonra da kompleksin çöküşü başlamıştır. Latin istilası sırasında tam bir soyguna uğrayan kilise 1296 depreminden de büyük zarar görünce terkedilmiştir. Fetih’den sonra çok harap durumda olan bu kilise Patrikhane’nin yönetimine verilir, 1456 da Patrikhane Pammakaristos Manastırına taşındığında çok harap durumdaki bu kiliseden arta kalanlar yıktırılarak yerine Fatih Camii’nin inşaatı başlatılmıştır. Hıristiyanlık IV.üncü yy. dan itibaren Bizans’da yerleşmeye başlamış ve Havariyun Kilisesini yeni birçok kilise inşaatı takip etmişse de bu ilk yapılardan günümüze bazı temel kalıntıları kalmıştır. Bizans döneminde İstanbul’da çok sayıda manastır ve kilisenin yapıldığı eski kaynaklarda yazılıdır. Ancak bunların büyük bir kısmı kendi devrinde yıkılmış ve harap olmuştur. Bu konudaki büyük araştırmaları olan tarihi topoğrafya uzmanı ve aynı zamanda rahip olan Raymond Janin (1882-1887) “ ...mahallelere,manastırlara ait veya özel olmak üzere 485 kilisenin mevcut olduğunu tesbit edebildik ki bunların adları eski metinlerden çıkarılmaktadır. Bunların çoğu kaybolmuştu. Öyle ki,1453 de İmparatorluk çöktüğünde bunlardan henüz hizmette olarak kalabilenlerin sayısı elliyi aşmıyordu. En hayret verici husus şudur ki 1453’de bunlardan onsekizinin kesin olarak faal durumda oldukları anlaşılmaktadır,” fetih sırasındaki durumu bu sözleri ile ifade etmektedir. Fetihten sonra sağlam olanların büyük bir kısmı camiye çevrilmiş olup bunlardan üçü Cumhuriyet döneminde Müze olarak (Ayasofya,Eirene,Kariye) kullanıma açılmış,bazıları Fatih’in fermanı ile Patrikhane’ye verilmiştir. yakın zamanlarda ise İmrahor ve Fethiye’nin paraklesion’u Müzeler Genel Müdürlüğüne bağlanmış olup özel izinle gezilebilmektedir. Bir kısım kilise arsası ve bakiyesi üzerine de sonradan Rum Kiliseleri inşa edilmiştir. Bizanslı tarihçi Dukas da 1390 da surların tamiri için gerekli taşın harap halde olan Azizler kilisesinden temin edildiğini yazar. İstanbul’daki yangın ve depremler neticesinde ayakta kalanların da telafi edilemeyecek zararlara uğramışlardır. Bir kısım yıkık küçük kilise ve şapellerin üzerlerine bazı kalan parçaları kullanılarak yeni mescidler inşa edilmiştir. Bunlara örnek olarak İsa Kapısı,Odalar,Buğdan şapeli, Kasım Ağa,Şüheda ve Hamza Paşa’yı gösterebiliriz. İstanbul’un büyük yangınları olan 1908,1911,1918 ve 1919 yangınları, 1894 depremi ve İstanbul’un imarında açılan caddeler sonunda Odalar,Sekbanbaşı,Balaban Ağa,Şeyh Murad,Toklu İbrahim Dede,Hıramî Ahmed Paşa, Acem Ağa,Hamza Paşa gibi Bizans isimleri tesbit edilemeyen binalar tamamen yok olmuştur. Mescid ve camiye çevrilenler ise tamir görüp tekrar ibadete açılmışlardır. Büyük Bizans kiliselerinin tamir edilip cami olarak ibadete açılması II. Bayezid (1481-1512) devrindedir. Bunların başlıcaları,Khora Manastırı (Kariye Camii).Konstantin Lips Kilisesi (Fenari İsa camii),Hosios Andreas Manastır kilisesi (Koca Mustafa Paşa Camii),Studios Bazilikası (İmrahor İlyas Bey Camii),Myrelaion Manastırı (Bodrum Camii),Sergios ve Bakhos Kilisesi (Küçük Ayasofya Camii) ‘dir. Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) zamanında anonim iki küçük şapel Sinan Paşa ve Ese Kapı mescidi adı ile ,tamir edilip ibadete açılmıştır. II.Selim (1566-1574) zamanında da Cibali’deki Hagia Theodosia Kilisesi Gül Camii adı ile tamir edilip ,birtakım ilavelerle cami haline getirilmiştir. III. Murad (1574-1595) de Fetihten sonra Patrikhane olarak kullanılan Pammakaristos Fethiye Camii adı ile ibadete açılır. Eski Bizans kiliselerinden camiye çevrilmeyenler ise Hagios Georgios Kyparesso (Patrikhane), Fener’deki Panaghiotissa (=Moukhliotissa) ve Heybeliada daki Panaghia ‘dır. Peribleptos manastırı ise Ermenilerin ibadetine verilmiş olup Sulu Manastır veya Surp Kevork kilisesi olarak isimlendirilmiştir.

Ahmet Paşa Mescidi /Trullo Manastırı (Fatih)
 Çarşamba’da Fethiye Camiine yakın Koltukçu ve Beyceğiz sokaklarının çevrelediği alandadır. Bu mabedin Bizans dönemindeki Hagios İoannes Prodromos Trullo Manastırı olduğu iddia edilirse de Semavi Eyice bu binanın küçüklüğünden dolayı, içinde konsil törenlerinin geçtiği yazılı olan “Kubbe” anlamındaki Trullo Manastırı olamayacağını ileri sürmektedir. Binanın kesin yapım tarihi de bilinmemektedir. Fatih Sultan Mehmed İstanbulu fethettikten sonra patrikhaneye Pammakaristos kilisesini tahsis ettiğinde buradaki rahibelerin barınması için de bu küçük mescidin bir kadınlar manastırı şeklinde kullanılması için tahsis etmiştir. Bu tarihten itibaren bu kızlar manastırına “Büyük Saray” ‘ın kubbeli büyük salonlarından biri olduğu da ileri sürülen esas Trullo ile bir ilgisi olmamasına rağmen “Trullo Manastırı” denilmeye başlanmıştır. İnşaat tekniğine göre XI-XII yy. lara ait olan bu kilise 1586 ‘ya kadar Patrikhaneye bağlı kalmış ,Patrikhanenin Pammakaristos Manastırından taşınması üzerine de Vezir Hırami Ahmed Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. Kilise kapalı Yunan Haçı planlıdır. Narteks üç bölümlü olup üzeri çapraz tonoz ile örtülüdür. Orta mekanın üzeri dört payenin taşıdığı etrafında yuvarlak kemerli pencerelerin açıldığı yüksek ve yuvarlak kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Yarım yuvarlak olan apsis üçüzlü pencerelidir. Apsisin iki yanında biri yonca,diğeri ise kare şeklinde küçük yuvarlak apsisli diakonikon ve prothezis hücreleri yer almaktadır. Binanın dış duvar örgüsü orta bizansda çok sık görülen tuğla taş karışımıdır. Camiye çevrildikten sonra narteksin güney duvarında bir kapı açılmış,birçok pencereler duvarla kapatılmış ve çatıya ahşap bir minare eklenmiştir. Cami 1930 da harap olduğu gerekçesiyle ibadete kapatılmış bu yüzden de hızla harap olmaya başlamıştır ve 1946 da da son cemaat yerine dönüştürülmüş olan narteks yıkılmıştı. 1966-68 yılları arasında Vakıflar Başmüdürlüğünce Y.Mimar İlban Öz’ün kontrolluğunda restorasyonu yapılmış ve tekrar ibadete açılmıştır.

Aya Eireni Kilisesi (Eminönü)


 Topkapı Sarayı’nın dış avlusu içinde ve Sur-u Sultani’nin içinde olup fetihten sonra camiye çevrilmemiştir. Ayasofya’dan sonra Bizans’ın İstanbuldaki ikinci büyük kilisesidir. I. Konstantinus (324-337) burada daha evvelce var olan , Apollon,Afrodit ve Artemis’e atanmış bir Roma mabedinin üzerine inşa ettirmiştir. Bu ilk kilise 532 deki Nika isyanı sırasında yanmış ve I.Justinianus (527-565) Ayasofya’yı yaptırırken onunla beraber Aya Eireni de daha büyüterek piskoposluk binası olarak yeniden inşa ettirmiştir. 563 senesinde çıkan bir yangından zarar gören bina kısa zamanda yenilenmiş ve 588 de burada konsil toplantısı yapılmıştır. V inci Konstantin (741-775) 738 depreminden büyük zarar gören binayı tamir ettirmiş,yeni ilaveler yapmış ve bu arada hemen hemen tüm tavanı ve apsisleri fresk ve mozaiklerle süslemiştir. İkonaklazma (726-843) devrinde bu mozaik ve freskler sökülerek apsis yarım kubbesinin içindeki “Haç “ yapılmıştır. İkonaklast inanca göre Haç “İsa’yı sembolize eder. Onun insan gibi tasvir edilmemesi gerekmektedir. Apsis’deki bu haç üç kademe üzerinde çizilmiştir. Haçın altındaki bu üç basamaklı kademe İsa’nın çarmıha gerildiği “Golgotha Tepesi” ni sembolize etmektedir. IX. uncu yy. da bine yine depremden gördüğü tahribatın sonunda yenilenmiştir. İstanbul’un fethinden sonra burası cebehane olarak kullanılmış. III. Ahmed (1703-1730) zamanında ise Harbiye Nezaretinin silah ambarı olmuştur. Savaşlarda ele geçirilen silahlar buraya konularak kuzey yönündeki bir kapının üzerine de “Darü’l-esleha “( =Silahhane) yazılı 1726 tarihli bir kitabe konmuştur. Türkiye’deki ilk Müze Sultan Abdülmecid (1839-1861) zamanında Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafından burada açılmıştır. Daha sonra Müze’deki arkeolojik eserler 1869 da Çinili Köşke taşınmış olup buradaki Eski Eserler Müzesinin açılışı 1880 de yapılmıştır. Aya Eirine de Askeri Müze olarak ziyarete açık kalmıştır. Harbiye’deki Askeri Müzenin fonksiyona geçmesinden sonra burası boşaltılmış olup 1939 da Ayasofya Müzesine bağlanmıştır. 1958,1961,1974-76 yıllarında ise kazı,tamir ve restorasyonlar yapılmıştır. 1983 deki “Anadolu Medeniyetleri Sergisi” dolayısıyla uzun müddettir kapalı olan bina temizlenip sergi ve konserlerin düzenlendiği bir mekan olmuştur. Günümüzde de bu işlevini sürdürmektedir.
İlk devir Bizans Mimarisi özelliklerini gösteren yapı üç nefli bazilika planından Kapalı Yunan Haçına geçişin tipik bir örneğidir. Burada zemin üç nefli bir bazilika,üst kat ise kapalı Yunan Haçı şeklindedir. Aya Eirini 100 x 32 m. lik ölçüsüyle devrinin en büyük yapılarından biridir. Orta mekanın üzeri 15 m. çapında,35 m. yüksekliğinde dört büyük fil payenin taşıdığı,içten yarım yuvarlak,dıştan ise yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Kubbe kasnağında bulunan yirmi pencerenin ondördü kubbeyi sağlamlaştırmak için sonradan tuğla ile örülerek kapatılmıştır. Orta kubbenin yanı başında,narteksin üzerini örten basık ve yayvan tonoz diyebileceğimiz ikinci bir kubbesi daha vardır. Bu ikisinin dışında kalan yerlerin üzerleri tonozlarla örtülüdür. Orta mekanın iki yanında üst katta sütunların taşıdığı galeriler bulunmaktadır. Bunlardan alt kattaki sütunlara karşılık üst kattakilerin taşıyıcı özelliği bulunmamaktadır. Orta mekanın doğusundaki apsis içeriden yarım daire şeklinde olup dışarıdan üç cephelidir. Cephelerinde birer penceresi olan apsis’in oldukça kalın duvarları arasına 1 m. genişliğinde .kemerli bir dehliz yerleştirilmiştir. Apsisdeki oturma kademeleri bu dehlizin üzerine oturtulmuştur. Orta apsis’in iki yanında ,kendi apsisleri olan diakonikon ve prothezis hücreleri yer almaktadır. Binaya giriş narteksdeki beş kapıdan sağlanıyordu,bugün bu kapılardan üçü mevcuttur. Günümüzde giriş kuzey yönünde sonradan açılmış bir kapı ile sağlanmaktadır. Duvarlarında görülen zıvana deliklerinden içerisinin belirli bir yüksekliğe kadar evvelce mermer ile kaplı olduğunu bazı araştırıcılar iddia etmektedirler. Atrium’un köşesindeki iki porfir lahitin Fatih Camii yapılırken,Havariyun kilisesinden çıkarılıp buraya getirildiği söylenmektedir.

Aya Sofya Kilisesi (Eminönü)
Bkz. İstanbul Müzeleri .

Ayios Polieuktos Kilisesi (Fatih)
 1964 de başlayan Saraçhane kazılarında temelleri ve duvarlarının alt kısmı ortaya çıkarılmış olan bu kilise, son Batı Roma İmparatoru olan Anikius Olybrius’un kızı Aniika Juliana tarafından , Malatya’da öldürülen Romalı asker Poliektus’un anısına 524-527 de yaptırıldığı temel kazısı sırasında çıkarılan bir kitabeden anlaşılmaktadır. XII. inci yy.a kadar kullanıldığı anlaşılan bu kilise,Lâtin istilası sırasında büyük tahrip görmüş olup birçok parçaları İtalya’ya götürülmüştür. Sütun başlıkları ve payeleri Venedik’deki San Marco kilisesinin inşaatında kullanılmıştır. Plan şeması kapalı yunan haçı tipindedir. Orta mekanın üzeri kubbe ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Apsis’in içinde sintronon basamakları mevcuttur. Kazılarda çıkan parçalardan bu kilisenin olağanüstü bir bezemeye sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Atik Mustafa Paşa /Hagia Thekla (Fatih))
 Ayvansaraydadır. Bu binanın önceleri havarilerden Markos ve Petros’a ithaf edilmiş V. inci yy. a ait bir kilise olduğu ileri sürülmüşse de sonradan İmparator Theophilos (829-842) ‘un kızı olup,sonraki yıllarda azize kabul edilen Thekla’nın adına yaptırdığı kilise olduğu iddia edilmiş ve bu hipotezin daha doğru olduğu kabul edilmiştir. Aslında her iki hipotez de tam anlamıyla ispat edilememiştir. 1059 da II. İsaakios Komnenos’un bu kiliseyi önemli ölçüde tamir ettirip genişlettiğini Anna Komnena’nın “Aleksiad” isimli kitabından öğrenmekteyiz. Fetih sırasındaki durumu hakkında bir bilgimiz yoktur. Bina II. Bayezıd ‘ın sadrazamı olup 1512’de Yavuz Sultan Selim’in idam ettirdiği Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrildiği kayıtlardan anlaşılmaktadır.1729 yılındaki Balat yangınında bina büyük zarar görür ve yeniden onarılır. 1894 depremi bu binayı da etkilemiş ve 1906 yılına kadar boş bırakılmış ve bu tamirden sonra tekrar cami olarak işlevini sürdürmeye devam etmiştir. 1922 de tekrar bir onarım görür. Halen cami olarak kullanılmaktadır.
Kilisenin planı Orta Bizans devrinin çok sevilen tipi olan kapalı Yunan Haçı şeklindedir. Ortada dört kalın sütun üzerine kubbe oturmakta idi. Bu kubbe Türk devri tamirlerinde kaldırılmış ve yerine Türk mimarisinde görülen örtü sistemi uygulanarak basık kubbe yapılmış ve yeni pencereler açılmıştır. Apsis içeriden yuvarlak dışarıdan ise üç köşeli olup her iki yanında da yuvarlak küçük apsisleri olan diakonikon ve prothezis hücreleri vardır. Bina camiye çevrilirken minrabın aksı farklı olduğu için apsis bozulmuş ve içine,burada öldüğü ve gömüldüğüne inanılan , Peygamberin sehabelerinden Câbir’in makam kabri yapılmıştır. Narteks bölümünden günümüze hiçbir parça gelmemiştir. Bilinmeyen bir tarihte tamamen yıkılmış olduğunu tahmin ettiğimiz bu bölüme bugün mimari hiçbir değeri olmayan bir son cemaat yeri eklenmiştir. 1957 de burada çalışmalar yapan Amerikan Bizans Enstitüsü,binanın güney cephesinde badana ve sıvaların altında kalmış bazı aziz resimlerini bulmuşlardır. Bunlar hekim azizlerden Kosmos ve Damianus ile baş melek Mikael’dir. Üzerleri tahta ile kapatılan bu fresklerin bugünkü durumunu bilemiyoruz.

Ayia Euphemia Martyrionu (Eminönü)
 Sultanahmet’de Hipodromda,Adliye Sarayı’nın destek duvarının altında bu kiliseden kalma kalıntılar mevcuttur. Burada, İmparator II. Theodosios (408-450) zamanında sarayın Baş Mabeynicisi olan Pers asıllı Prapositus Sacri Cubiculi Antiochos ‘un dört ayrı yapı topluluğundan meydana gelen sarayı vardı. Daha sonra gözden düşen Antiochos’un mallarına el konulur ve sarayının kabul salonu da İmparator’un kız kardeşi dindar Pulcheria tarafından kiliseye çevrilir. 615 de Khalkedonya (Kadıköy) metropolitanlığı, 16 Eylül 307 de Khalkedon’da Romalılar tarafından büyük işkenceler gördükten sonra öldürülen, ilk hırıstiyanlardan olup sonradan azize kabul edilen Euphemia’nın röliklerini kendi adına inşa edilen ve muhtemelen Yeldeğirmeni’nin sırtlarında olduğu tahmin edilen kilisesinden buraya getirtir. Rölikler bu kilisenin apsisinin önüne yapılan bir lahide yerleştirilir ve bu tarihten sonra da burası Euphemia Martyrionu adını alır. 796 da İmparatoriçe Eirene bu Martyrionu restore ettirir ve içerisine Azize’nin hayatını ve gördüğü işkenceleri anlatan fresklerle süsler.20 Ağustos 1203 deki Mese (Divanyolu) yangınında büyük zarar gören kısa sürede tamir edilir ve içerisindeki freskler yenilenir. Fetihten sonra azizenin rölikleri Patriklik kilisesi olan Pammakaristos’a taşınmıştır. Bir iddiaya göre de buradan da Roma’ya götürülmüştür. Martyrion ve saray zamanla tahrip olmuş ve 1522 de İbrahim paşa sarayı yapılırken sarayın büyük bir bölümü bu inşaatın içinde kalmıştır. Nur-u Osmaniye camii yapılırken temellerinden çıkarılan toprak artık yıkılmış olan bu kilisenin arazisi üzerine boşaltılmış,taş ve mermer inşaat malzemesi de yakınındaki Server Dede türbesinin inşaatında kullanılmıştır. 1939 da Hipodromun kuzey-batısına Adliye Sarayı yapılırken bu Martyrion’un duvarları ve fresklerinden bazı parçalar ortaya çıkmıştır.1964 de İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Alman Arkeoloji Enstitüsünün ortak kazı çalışmalarında bu binanın kuzey-doğu köşesinde 12 köşeli plâna sahip iki mausoleum bulunmuştur. Bu bina altıgen bir plana sahip olup her duvara yarım yuvarlak bir niş açılmıştır. Üzerinin kubbe ile örtülü olduğu çıkan parçalardan dolayı ileri sürülür. Duvarlar son derece kalın olup alt kısımları masif taş bloklardan inşa edilmiştir. Azizenin hayatını anlatan fresklerden kalan 14 parça günümüze ulaşmıştır. Son derece bozuluş olmalarına rağmen azize’nin doğumu,yargılanması işkence sahneleri ve öldürüldükten sonra bedenin testere ile kesilmesi ile azizenin “kan” mucizesini gösteren sahneler duvarlara işlenmiştir. Günümüzde burası kapalı olup İstanbul Arkeoloji Müzelerine bağlıdır. Türk-İslâm Eserleri Müzesi ile Adliye Sarayı arasındaki parkın içinde bu kilisenin rahiplerin dini toplantılarda,oturdukları yuvarlak apsis’in içindeki synthronom basamakları ve bazı duvar parçaları bulunmaktadır.

Bodrum (Mesih Paşa) Camii/ Myralion Manastırı (Eminönü)
 Laleli’de Sait Efendi Sokağındadır. I. Romanos Lekapenos (920-944) ,VIII. inci yy. da burada var olan bir kilisenin yıkıntısı üzerine yaptırdığı özel sarayını daha sonra bir manastıra dönüştürerek Myralion adını verir. İmparator bu manastırın altında bir de bodrum yaptırarak burasının aile mezarı olarak kullanılmasını istemiştir. Nitekim 922 de ölen karısı Theodora ve 932 de ölen büyük oğlu Kristoforos buraya gömülmüşlerdir. I. Romanos tahttan indirilip Kınalıada’da yaşadığı sürgün’de 948 ‘de ölünce vasiyeti gereği karısı ve kızının yanına buraya gömülür. Daha sonra VII. Konstantin ile evlenen kızı Helena’da 961 de ölünce ailesinin yanına gömülür ve böylece aile mezarlığı tamamlanmış olur. II. Romanos (959-963) kız kardeşi Anna’yı bu manastıra kapattırmış, daha sonra da prenses burada rahibe olarak ömrünü tamamlamıştır. I. İsaakios Komnenos (1057-1059) tahttan indirilince karısı Katerina ve kızı Maria da bu manastıra rahibe olarak girmişlerdir. Orta Bizans dönemine ait bu manastırdan günümüze sadece bir duvar parçası gelebilmiş kilise ise II. Bayezid (1481-1512)’ ın sadrazamı Mesih Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. kilisenin dış duvarları taş tuğla karışımı yapılmış olup kapalı Yunan Haçı plânlıdır. Ortadaki sütunların taşıdığı orta kubbe etrafı pencereli yüksek bir kasnak üzerindedir. Bu kubbeyi dört tarafından dört beşik tonoz destekleyerek orta mekanda bir yunan haçını oluştururlar. Batıdaki üç bölümlü narteksden Naos’a geçilir. Naos’un doğu yanı dışarıya doğru üç cephelik bir çıkıntı yapan bir apsis içten yarım yuvarlaktır. Bu apsis’in iki yanında yonca planlı pastoforion hücreleri yer alır.
1911 deki Mercan’dan Laleliye kadar uzanan büyük yangında harap olan bina uzun müddet kullanılmamış ve adeta yıkılmaya yüz tutmuşken 1950 ve 1965 de çevresi temizlenmiş ve restorasyon çalışmaları yapılmıştır. 1985 de ise Vakıfla Bölge Müdürlüğü tarafından onarılarak tekrar cami olarak hizmete açılmıştır.

Ese Kapısı (İsa bey) Mescidi (Fatih)
 Cerrahpaşa’da,Kocamustafapaşa’ya uzanan caddenin kenarındadır. Bizans devrindeki adı bilinmeyen bu küçük tek nefli bazilika planındaki kilise 1509 depreminde tamamen yıkılmış olup Hadım İbrahim Paşa tarafından 1560 da kalan duvar parçaları üzerine Cami yapılmış ve Mimar Sinan tarafından etrafına bir de medrese inşa edilmiştir. 1894 zelzelesinde yıkılmış olan bu yapı gurubu büyük ölçüde zarar görmüş olup günümüze kadar da onarılmamıştır. Bugün Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastahanesinin Adli Tıp bölümünün sınırları içinde kalmaktadır. Günümüze bu kilisenin güney ve kuzey duvarlarından bazı kısımlar ile bemanın bir bölümü kalmıştır.

Eski İmaret /Pantepoptes Kilisesi (Fatih)
 Fatih’in Haydar Mahallesinde, Haydar Cad. ile Astar sokağının arkasında Haliç’e nazır dik bir yokuş üzerindedir. Bizans İmparatoru I.Aleksios Komnenos (1081-1118)’un annesi Anna Komnena tarafından ,her şeyi gören İsa’ya (Pantepoptes) ithaf edilerek 1081-1087 yıllarında inşa edilmiştir. Anna Komnena 1100 yıllarında bu manastırda inzivaya çekilir ve kısa bir müddet sonra burada ölür. II. Aleksios Komnenos (1180-1183) kendisine karşı yapılan bir ayaklanmadan sorumlu tuttuğu Patrik Teodosios Boradiotes’i bu manastıra kapatmıştır. I.Andronikos Komnenos ise (1183-1185) kumandanlarından Andronikos Lepardes’in gözlerine mil çektirip kör ettikten sonra yine bu manastıra kapatmıştır. Fetihden sonra Fatih Pantepeptos Manastırını İmaret (zaviye) ve medreseye,kiliseyi de camiye dönüştürmüştür. Bu fonksiyon Fatih Camii yapılana kadar devam etmiştir. 1918 yılındaki büyük yangından burası da etkilenir ve uzun müddet bakımsız kalır. 1954 de özel bir Kuran kursuna tahsis edilen bina içeride bir takım değişikliklere uğramıştır. Daha sonraları boşaltılan binayı 1970 li yıllarda Y.Mimar Fikret Çuhadaroğlu tarafından restorasyonu yapılarak günümüzdeki durumu sağlanmıştır.
İnşaat sırasında düzgün bir zemin sağlamak için binanın altına yapının ölçülerinde sonradan sarnıca dönüştürülen bir mahzen yapılmıştır. Kapalı Yunan Haçı plânında inşa edilmiş olan kilisenin orta mekanını dört fil payeye oturan etrafında yuvarlak kemerli pencerelerin açıldığı yüksek kasnaklı bir kubbe örter. Bu kubbenin dalgalı mahyasının üzerine oturan kubbe kiremit ile kaplıdır. Dışarıya köşeli olarak uzanan apsis içeriden yuvarlaktır. Apsisin iki yanında ise üzerleri çapraz tonoz ile örtülü ve kendi apsisleri olan diakonikon ve prothesis hücreleri bulunmaktadır. İç ve dış nartekslerin üzerleri çapraz tonozdur. İç narteksin üzerinde dışarıya sütunlarla açılan bir galeri mevcuttur. Kiliseye bitişik olan manastırdan ise günümüze hiçbir kalıntı gelememiştir.

Fenari İsa/Konstantin Lips Manastırı (Eminönü)
 Aksaray’da Vatan caddesi üzerindedir. Geç Roma dönemine ait bir mezarlık arazisinin üzerine İmparator VI. Leon (886-912) döneminde donanma komutanı Konstantin Lips tarafından Thotokos (Tanrıyı karnında taşıyan,kutsal batın) Meryem’e ithaf edilerek yaptırılmıştır. “Moni tu Libos” olarak isimlendirilmiş olan manastır Haziran 907 de görkemli bir törenle açılmıştır. Latin istilasinden sonra kilise ve manastır VIII. Mihail Paleologos (1261-1282) zamanında yeniden önem kazanır ve İmparatorun ölümünden sonra eşi Teodora mevcut kilisenin güney duvarına bitişik olarak İoannes Prodromos’a atadığı ikinci bir kilise yaptırarak manastırı da ihya eder. Adeta bir aile mezarlığı olan düşünülen bu yapı kompleksine İmparatoriçe 1303 de ölen Teodora, annesi , 1295 de ölen kızı Eudoksia, 1306 da ölen oğlu Konstantinos, 1328 de ölen İmparator II. Andronikos, III. Andronikos’un 1324 de ölen eşi Eirene ve VIII. İoannes Palaiologos(1425-1448)’un eşi Anna buraya gömülmüşlerdir. Kilisenin batı ve güney tarafını saran “L” biçimli ek bina da XIV. üncü yy. da inşa edilerek kompleks daha da büyütülmüştür. Fetihten sonra terk edilen kilise II. Bayezıd zamanında Osmanlı ulemâ ailesi olan Fenârizâdelerden Alaeddin Ali Efendi tarafından güneydeki kilise mescide,manastır da zaviyeye çevrilmiştir. Bu sırada dış narteksin güneydoğu köşesine bir minare ve güney kiliseye de mihrap yapılmıştır. 1633 de bu bölgede çıkan yangın sonucunda harap olan külliyeyi 1636 da Sadrazam Bayram Paşa tamir ettirmiştir. Bir müddet sonra da manastır hücreleri Halveti tekkesi olmuştur. Bu tekkenin ilk şeyhi olan İsa el-Mahvî’nin ismine izafeten de Fenari İsa denilmeye başlanmıştır. 1831 de Mihrişah Valde’nin vakfından olması dolayısıyla tekrar bir onarım geçirir. 1918 deki yangında ne yazık ki bir daha yanar ve uzun yıllar metruk halde kalır. 1929 da burada bazı arkeolojik araştırmalar yapılırken bulunan taşa kakma şeklinde yapılmış Ayia Eudoksia ikonası Arkeoloji Müzesine kaldırılmıştır. 1947 de bina olarak Ayasofya Müzesine bağlanır. Daha sonra Vakıflar Başmüdürlüğüne bağlanan bina 1960 yılında önemli bir restorasyon çalışması geçirir.
Konstantin Lips Manastırı kısa devir farklarıyla yapılmış birbirine bitişik üç bölümden meydana gelmektedir. Kapalı Yunan haçı plânlı beş bölümden meydana gelen birinci kilisede devşirme olarak mezarlıktaki mermer lahit parçaları bolca kullanılmıştır. 1633 yılında geçirdiği yangında muhtemelen yunan haçının meydana getiren dört taşıyıcı sütun çatlamış olduğundan binanın üst yapısını destekleyen ,kesme taştan iki büyük kemer inşa edilmiştir. Dışarı taşkın olan apsis’in üzerinde dolaşan mermer silmedeki Grekçe kitabede kilisenin Meryem’e ithaf edildiği yazılıdır. Esas Apsis’in iki yanında dışarıya yuvarlak kemerli uzun pencerelerle açılan kendi küçük apsisleri olan iki hücre bulunmaktadır. Evvelce esas mekanın güney tarafındaki ahşap bir merdivenle kubbenin dışına çıkılmaktaydı. Burada daha evvelce hiçbir Bizans kilisesinde rastlanmayan , kubbenin dört tarafında dört küçük şapel bulunmaktadır. 1929 daki bu binadaki çalışmalarda bu hücrelerin birinde Azize Eudoksiya’nın bir ikonası bulunmuş ve Arkeoloji Müzesine gönderilmiştir. Ioannes Prodromos’a atanan VIII. Mihail Paleologos’un eşi Teodora tarafından yaptırılan ikinci kilise son Bizans döneminin kullanılan plân tiplerinden olan “Dehlizli tip” olarak inşa edilmiştir. Kare bir kitle halindeki orta mekânın üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Bu kubbe 1831 deki tamirde değiştirilerek Osmanlı mimari tipine uygun bir kubbeye dönüştürülmüştür. Dış cephe XIII-XIV yy.da Bizans sanatında çok kullanılan tuğla bezemelerle inşa edilerek süslenmiştir. Her iki binayı da “L” şeklindeki sonradan eklenen Paraklesion ‘un aeltındaki dehlizde toplam sayısı 20 yi bulan lahit bulunmakta iken bunların büyük kısmı binanın boş kaldığı 1930-1960 yılları arasında muhtemelen define arayanlar tarafından parçalanmış ve büyük kısmı yok olmuştur.

Fethiye/ Pammakaristos Manastırı (Fatih)
 Çarşamba semtindeki bu yapı grubu yanyana biri küçük iki kiliseden meydana gelmiştir. XIII.üncü yy. sonunda Bizans sarayının ileri gelenlerinden Mihail Glabes Tarkaniotes tarafından daha evvel burada mevcut olan ve İoannes Komnenos’un karısı Anna Dukaina’nın yaptırıp sonra yıkılan kilise üzerine yaptırılmıştır. Binanın cephesini süsleyen bir frizin üzerindeki manzum kitabede Tarkaniotes’in adı açıkça yazılıdır. Mihail Tarkaniotes bu manastır ve kiliseyi 1293 den önce tamamlamış olmalıdır,zira bu manastıra rahip olarak atanan rahip Kosmos 1294 de XII. Ioannes adı ile Patrik olmuştur. 1310-15 yıllarında Tarnaniotes’in ölümünden sonra eşi Maria Dukaena kilisenin güney kısmına mezar kilisesi olarak kullanılmak üzere bir paraklesion yaptırır. İstanbul’un fethinden sonra Patrik II. Gennadios tarafından Patriklik makamı olarak seçilir ve Havariyun kilisesinden buraya taşınılır. Patrikhane olarak kullanıldığı dönemde kompleks büyük ölçüde genişletilir,yemekhane,fırın,mutfak ve hücreler ilave edilir ve çevre duvarları yenilenir. Bu dönemde Azize Euphemia,Salome,İoannes Khrysostomos’un rölikleri ile İmparator I. Aleksios Komnenos’un kemikleri Pantokrator kilisesinden buraya getirilir. Patrikhane buradan Ayi Dimitri kilisesine oradan da 1612 ‘de şimdiki yeri olan Aya Yorgi’ye taşınmıştır. XVI. ıncı yy. sonunda boşaltılan manastır III. Murad (1574-1595) tarafından camiye çevrilir ve “Fethiye Camii” adını alır. Saray Mimarı Dalgıç Ahmed Apsis’in şeklini mihrabın yönüne uygulayabilmek için değiştirir ve ileriye doğru köşeli bir çıkıntı yaparak mihrabı buraya yerleştirerek üzerini küçük bir kubbe ile örter. Bu değişim sırasında apsisdeki freskler yok olur. Esas girişi yanına da bir minare yapılır.1641 deki yangında zarar görürse de hemen onarılır.1845-46 da Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından tekrar tamir ettirilir. 1938 den sonra Vakıflar Başmüdürlüğü tarafından önemli bir onarım ve tamir çalışmaları Y.Mimar Süreyya Yücel’in yönetiminde yapılır. Bu restorasyonda kilisenin mozaik ve freskler üstlerindeki sıva tabakaları temizlenerek ortaya çıkarılır. Kubbeden içeriye rutubet girdiğinden bütün kubbe kurşunları yenilenir.Bu çalışmalar süresince de bina ibadete kapatılır. 1960 da Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından tekrar bir onarım görür mozaik ve fresk restorasyonu yapılarak, Osmanlı döneminde yapılan kemer sökülür yerine orijinalinde olduğu gibi sütunlar yerleştirilir. Bu bölüm bu restorasyon çalışmasından sonra Ayasofya Müzesine bağlanır,esas bina da cami olarak tekrar ibadete açılır.
Pammakaristos manastırı kilisesi Kapalı Yunan Haçı planında bir yapı olup üç nefli üzeri çapraz tonozlu bir naos’dan orta mekana geçilir. Naos’daki sütunların yerini Osmanlı devrinde camiye çevrilirken kaldırılıp binayı sağlamlaştırmak için altı köşeli payeler almıştır. Orta mekandaki dört büyük sütunun üzerini etrafına 12 pencere açılmış olan yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir. Orta mekanı örten 5 m. çapındaki kubbe dört kemerin üzerine oturan dört pantantifle taşınmaktadır. Kubbe kasnağı dıştan,ince yarım sütun demetlerine binen kademeli kemerler ve dalgalı testere dişli tuğla kornişlerle süslenmiştir. 1949 da yapılan çalışmalarda naos’un altında 28 sütunlu bir sarnıç çıkartılmıştır.
Mikhael Glabas’ın karısı Maria tarafından yaptırılan ,büyük kilisenin güney tarafına yapıştırılmış olan ikinci şapelin planı kapalı Yunan haçı şeklindedir. Narteks’in üzeri 2.30 metre çapında bir kubbe ile örtülüdür. Yarım yuvarlak apsis’in iki yanında iki küçük hücre vardır. Orta mekanın üzeri yine etrafına sekiz pencere açılmış yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Kubbenin içinde ortada pantokrator İsa yan taraflarda ise Tevrat Peygamberlerinin resmedildiği mozaikler süsler. Cami olduğu devirde bu mozaikler tahrip edilmemiş ve üzerleri kapatılmıştır. Apsis yarım kubbesinin içinde ise ortada İsa bir tarafında Meryem diğer tarafında da Vaftizci Yahya’nın resmedildiği mozaik vardır. Kemer ve tonozlarda ise çeşitli azizler resmedilmiştir. Binanın cephesi son devir Bizans mimarisinde çok sevilen bir sistem olan dekoratif tuğla örgüdür. Cephe pencere ve sağır kemerlerle hareketlendirilmiştir.

Gül Camii/Hagia Theodosia (Eminönü)
 Haliç kıyısında Ayakapı’da yüksekçe bir tepe üzerindedir. Yapının ilk yapılışı hakkında çeşitli görüşlerin olması ve sonradan birtakım ilaveler görmüş olmasından dolayı problemli bir yapıdır. Bizans tarihçisi J.Pargoire’e göre I. Basileios (867-886) zamanında burada daha eski bir tarihte yapılmış bir kilisenin üzerine yapıldığı ve Ayia Eufemia’ya ithaf edildiğini,sonra Latin istilasından sonra adının Azize Theodosia olarak anıldığını söyler. Bu azize İkonoklazma döneminde Büyük Saray’ın Khalke kapısı üzerindeki İsa ikonasının indirilmesini önlemek isterken burada ölmüş ve sonra da azize mertebesine yükseltilmiştir. Azize bu kiliseye gömülmüş olup hastalıklarından şifa bulmak isteyenler ve Bizans’a gelen hacılar ve seyyahlar tarafından devamlı ziyaret edilmiştir. Azizenin yortu günü olan 29 Mayıs’da İstanbula giren askerler bu kiliseyi güllerle donatılmış görünce ona “Gül” ismini yakıştırmışlarsa da bu rivayet oldukça şüphelidir. Bir kenkt istila edilirken halkının can derdine düşmesi yerine kiliseyi güllerle donatmaları insan aklına abes gelmektedir. Bir rivayet de bu binada “Gül Baba” isminde bir yatırın olduğu yolundadır. Fetihten sonra kilisenin alt katındaki mahzen Haliç’deki gemilerin malzemelerinin deposu olarak kullanılmıştır. Kilisenin ne zaman camiye çevrildiği de tartışmalıdır. 1546 Vakıflar Tahrir defterinde buradan “Cami-i Gül” diye bahsedilmesi bu tarihten evvel camiye çevrildiğini gösterir. II. Selim zamanında Hasan Paşa tarafından binaya minare eklenmiştir. 1633 de burada çıkan yangında büyük zarar gören bina tamir edilmişse de en büyük onarım II. Mahmud (1808-1839) zamanında yapılmıştır. Son derece yüksek adeta bir kale gibi inşa edilmiş olan bu kilise altında bir bodrumu olan kapalı yunan haçı planındadır. Narteks’in sadece bir duvarı kalmıştır. Esas mekan içeriden beşik tonoz dışarıdan ise kubbe ile örtülüdür. Ortadaki ana kubbeyi taşıyan dört masif payenin taşıdığı kemerler Türk devrine aittir. Dışarıya taşkın olan apsis pencere ve kemerlerle hareketlendirilmiş olup iki yanda da aynı şekilde iki küçük apsisi vardır. Günümüzdeki kubbeleri Osmanlı dönemine aittir. Dış cephedeki tuğla örgüsü ve aralarındaki sağır sütuncuk ve kemerler tipik Bizans karakterini taşımaktadır. İç duvarlarında Bizans devrine ait bir süsleme görülmemektedir. Bugün bütün iç yüzeyler sıva ile kapatılmış olup üzerlerine kalem işi tezyinat yapılmıştır.

Hagia Panaghia Kamariotissa Kilisesi (Heybeli Ada)
 Heybeliada’da şimdi deniz kuvvetlerine ait olan binanın iç avlusundadır. VIII. İoannes Palaiologos’un (1425-1448) üçüncü karısı Trabzon Prensesi Maria Komnena tarafından 1672 de yanan Kamariotissa manastırının yerinde yaptırılmıştır. 18. inci yy. sonlarında harap olan bu şapelin yıkıntıları arasında İoannes Palaiologos’un adını veren bir kitabe bulunmuştur. Bu manastırın önemi İstanbul’un fethinden önce Bizansın yaptırdığı son kilise olmasıdır. Son devir Bizans mimarisinin plan tipi olan yonca tipinde tetrakonkhos planındadır. Orta mekandaki kare bölüm dört kemerle kubbeli bir apsis’e açılmaktadır,doğu tarafındaki kemer bema kısmını örten bir beşik tonoz halinde uzatılarak apsisle birleşir. Bema’nın iki yanında ise müstakil birer minik şapel şeklinde prothezis ve diakonikon hücreleri vardır. Binanın üzeri kavisli pencereli,sekizgen ,gayet yüksek bir kasnağa sahip bir kubbe ile örtülüdür. Kilisenin solundaki apsis’in içinde 16. ıncı yy. a ait bir çini pano bulunmaktadır.

İmrahor İlyas Bey /Studios Manastırı (Fatih)
 Yedikule ile Samatya arasında, ana caddenin hemen arkasındaki bu manastır ve kilise İstanbul’daki en eski Bizans dini yapısı olması bakımından önemi büyüktür. Vaftizci Yahya’ya (İoannes Prodromos) ithaf edilmiş bu yapıyı Konsül Studios 454 de kendi mülkü olan arazi üzerinde yaptırmıştır. Bu manastırda yaşayan keşişlere,nöbetleşe olarak gece-gündüz ayin yapmalarından ötürü uykusuzlar (akometoi) denilmiştir. Bu manastır ve kilisenin en büyük şöhreti sonradan aziz ilan edilen Theodoros Studites’in (798-826) buraya baş keşiş olması ile başlar. 700 kadar keşişin içinde yaşadığı bu manastır devrinin en büyük teoloji merkezi idi. Bu manastırda hazırlanan ikonalar,minyatürler ve el yazmalarının kültür tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Bizans İmparatorlarının törenlerde Altın Kapı’dan geçtikten sonra bu kapının iç tarafında bulunan bu kilisede ibadet etmeleri bir Bizans geleneği olarak Fetihe kadar sürmüştür. Latin istilasına kadar da kilisenin günü olan 29 Agustos’da bütün saray halkı burada toplanarak ibadet ederlerdi. Ayrıca zor duruma düşen Bizansın ileri gelenleri de canlarını kurtarmak için bu manastıra sığınırlardı. Hatta buraya üç İmparator da sığınmıştır, Bunlar V. Mikhael (1041-1042) ,I. Isaakios Komnenıos (1057-1059) ve Malazgirt savaşında Alpaslan’a yenilen IV. Romanos Diogenes (1068-1071) dir. Latin istilası sırasında tahrip olan ve içindeki çok değerli eşyaların çalındığı bu kilise ve manastırı II. Andronikos Palaiologos’un kardeşi Konstantinos Palaiologos 1293 de tamir ettirip etrafını da yüksek bir duvarla çevirerek eski ihtişamına kavuşturmuştur. Fetihten sonra kapatılan bu manastırın kilisesini II. Bayezid’in İmrahoru İlyas Bey Camiye çevirerek etrafına ona akar sağlamak için Langa’da bir hamam ve dükkanlar yaptırarak Vakıf kurar ve bu devirden sonra da onun ismiyle anılmaya başlar. 1782 deki büyük Samatya yangınında büyük zarar gören binayı III. Selim (1789-1807)’in harem hazinedarlarından Nazperver Kadın tamir ettirir ve kendi adının yazıldığı bir tamir kitabesi koyar. 1894 depreminde zarar gören bina 1908 de çatısının kar birikmesinden dolayı çöker 1920 de büyük bir yangın geçirir ve kendine akar olan hamam ve dükkanlar da yanar bir daha da onarım görmez,sadece son cemaat yerinin sol tarafı kapatılarak küçük bir mescit haline getirilir ve bina Ayasofya Müzesine bağlanana kadar bu işlevi sürdürür.
Studios Manastırı kilisesi hıristiyanlığın ilk dönemlerinde yapılan bazilikaların helenistik tipinin bir örneğidir. Kuzey duvarı kısmen duran,bizans devrine ait olan narteks avluya dört mermer sütunlu bir revak ile açılmaktadır. Evvelce bu narteksin iki yanında yukarı kata çıkışı sağlayan merdivenlerin bulunduğu duvardaki izlerden anlaşılmaktadır. Narteks’den ana mekana üç kapı ile geçilmekte idi. Orta mekan her sırada yedişer tane olmak üzere yeşil breşten yapılmış sütunlarla üç nefe ayrılmış idi,bugün bu sütunlar çeşitli nedenlerle yıkılmıştır. Yan neflerin üzerinde ise bu galeri vardı. Apsis içeriden yarım yuvarlak dışarıdan ise üz köşeli olup Osmanlı devrindeki tamirlerde açılmış olan Barok tarzında pencereler vardır. Zemin ise dekoratif desenleri içeren mermer plaklarla kaplıdır. Binanın üst örtüsü erken devir Bizansın klasik çatı örtüsü olan çift meyilli ahşap çatı ile kaplı olmalıdır. Eski kaynaklarda içerisinin zengin mozaiklerle kaplı olduğu yazılı olmasına rağmen bugün bunlardan hiçbir iz kalmamıştır. Kalan mimari parçalardan çok zengin bir taş işçiliği olduğu anlaşılmaktadır. Bu manastırın yanında bir sarnıç bulunuyordu. Bu sarnıç plastik atölyesi olarak kullanıldığında çıkan bir yangın sonucu yanmıştır. Buna bitişik bir de küçük bir apsisi olan iki sütunlu bir ayazması vardır.

Kalenderhane/ Akataleptos Manastır Kilisesi (Fatih)
 Vezneciler’de 16 Mart Şehitleri caddesi üzerindedir. İlk yapılışı hakkında kesin bilgilere sahip olamadığımız bu kilise Fatih Sultan Mehmed’in vakfiyesinde Akateleptos manastırı olarak ismi geçmektedir. Bu bölgede yapılan kazı çalışmalarında bizansın çeşitli devirlerine ait birçok eserin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bizans tarihlerinde bu kilisenin adı XI. inci yy. dan itibaren geçmektedir. Latin istilası sırasında Katolik Haçlıların bu kiliseye el koyup kullandıklarını gösteren bir delil apsis’in yanındaki küçük hücrenin kemer alınlığındaki Gotik harflerle yazılmış bir kitabedir. Burada Fransisken tarikatının kurucusu Assisili Aziz Francesco’nun adının geçmektedir. Fetihten sonra Fatih burayı ,kuşatmadaki hizmet ve gayretlerinden ötürü Kalenderî dervişlerine zaviye olarak tahsis etmiştir. Manastırın keşiş odaları tekke odaları olarak hizmet vermiş ana ibadet mekanı da semahane olarak kullanılmıştır. Bu yüzden burası İstanbul’daki ilk mevlevihane olarak kabul edilmektedir. Kısmen ahşap olan manastır kısmı tespit edilemeyen bir tarihte ortadan kalkmış,kilise de cami olarak hizmete devam etmiştir. Kilisenin narteks kısmı ise son cemaat yerine dönüştürülmüştür. Kilisenin ana mekanı kapalı Yunan Haçı’nın binaya ağır bir görünüm veren köşe duvarlı şeklidir. Orta mekan etrafı pencereli yüksek kasnaklı etrafı dalgalı saçaklı bir kubbe ile örtülüdür. Haçın yan kollarının üst örtüsü ise beşik tonozdur. Binanın doğusundaki esas apsis çıkıntısı günümüze gelmemiş olup burası düz bir duvarla kapatılmıştır. 1766 senesindeki depremde hasar gören bina tamir edilirken bu düz duvar yapılmış olabilir. 1966 yılında Prof. Dogan Kuban ve ekibi burada uzun süren bir araştırma, temizleme ve restorasyon çalışmaları yapmışlardır.

Kariye/ Khora Manastırı (Fatih)
 Edirnekapıdadır.Bizans’ın en önemli manastır kiliselerinden biri olan Khora ,İmparator I. Konstantinus şehir surlarını inşa ettirdiğinde sur dışında kalıyordu. Grekçe “açık arazi” ve “kent dışı” anlamına gelen Khora kelimesi bu yüzden bu komplekse konmuştur. Fetihten sonra da buraya yeni bir isim aranırken Osmanlıca’daki “Karye” yani kent dışı anlamına gelen kelime buraya uygun görülerek Bizans’daki gelenek devam ettirilmiştir. Binanın ilk yapılışının IV. üncü yy. ait olduğu iddia edilirse de bu döneme ait bir buluntu günümüze gelmemiştir. Elimizdeki en erken arkeolojik bulgular VI. ıncı yy. a aittir. Bu da ana apsis’in altındaki temel kalıntılarından anlaşılmaktadır. Günümüze gelmiş olan bina Komnenoslar dönemine ait iki safha halindedir. Günümüzdeki bina I. Aleksios Komnenos’un kayınvaldesi Maria Dukaina tarafından eski kalıntıların üzerine değişik bir mimari tarzda 1077-1081 arasında inşa ettirilmiştir. Bu kilise dört sütun tarafından taşınan küçük kubbeli Kapalı Yunan Haçı planında bir yapı olup Kurtarıcı İsa’ya (Soteros) atanmıştır. Daha sonra Aleksios’un küçük oğlu İsaakios Komnenos 1120 de binada büyük değişiklikler yapmış, dış duvarları olduğu gibi bırakmış fakat kubbe ve doğu bölümlerini tamamiyle değiştirmiştir. Bu arada esas mekanda kendisi için bir mezar yeri hazırlatmış olup duvarda mozaikle yaptırttığı İsa tasvirinin yanına kendi portresini de eklemiştir. Latinlerin İstanbulu işgali sırasında burası da büyük ölçüde zarar görmüştür. Latinlerin şehri terk etmelerinden sonra Sarayın ileri gelenlerinden,Bizansın son zamanlarındaki en aydın ve bilgin kişisi olan Theodoros Metokhites 1321 senesine kadar devam eden bir inşaat ile burayı büyük ölçüde tamir ettirip genişletir ve güney kısmına ek bir şapel (Paraklesion),kuzeydeki iki katlı kanat ile batı cephesi önüne bir dış narteks ilave ettirir. Metokhites’in manastırın içinde misafirlerini kabul edip onlarla ilmi görüşmeler yaptığı bir dairesi ile yakınında bir sarayı vardı. İmparator II. Andronikos (1282-1328) tahta çıkınca gözden düşmüş ve sürgüne gönderilmiştir. Sürgünde iken saray tarafından bütün emlak ve parasına el konulduğu için dönüşünde İmparatordan Khora’da keşiş olarak yaşamak için izin istemiş ve bu arzusu kabul edilmiştir. Ömrünün geri kalan kısmını burada fakir bir keşiş olarak tamamlamıştır. Pareklesionun freskleri ile dış narteksdeki mozaikler de onun devrine ait olup kendi portresini de iç kapının üzerindeki İsa tasvirinin ayakları dibine yerleştirmiştir. Kubbeyi yeniden yaptırtan Metokhites kilisenin içini renkli simetrik damarları ile adeta bazı figürleri andıran mermer levhalarla da kaplatır. Palaiologos’un sarayına yakın olması bu manastırın önemini daha da arttırmaktadır. Bu sülaleye ait birçok kişi de buraya gömülmüştür. Fatih’in İstanbulu kuşatması sırasında Sarayburnunda bir kilisede muhafaza edilen Luka’nın yaptığı Meryem ikonası da emniyetli olduğu düşüncesiyle buraya getirilir. Fetihden sonra uzun müddet boş kalan bu manastır II. Beyazıd zamanında Sadrazam Atik Ali Paşa tarafından 1495-1511 camiye çevrilir. Bu sırada ana apsis’in yöne değiştirilerek mihrap yapılır,çan kulesi yıkılır ve onun yerine de minare inşa edilir. Kilisenin yanına sahabelerden Ebû Saîd el-Hudrî’ye ait bir makam-kabri yapılır. 1648 ve 1766 depremlerinden büyük zarar gören bu manastır kompleksi ikinci depremin akabinde Mimar İsmail Halife tarafından onarılmıştır. 1875 de İstanbullu Rum Mimar P. Kuppas’ın yönetiminde yine bir tamir geçirir. Bu onarımda batı cephesindeki dışındaki kemerlerin üstleri düz bir mahya hattıyla kesilmiştir. 1894 depreminde yine tahrip gören binanın minaresi de yıkılmış olup hemen onarımı yapılmıştır. 1568 yılında İstanbula gelen Avusturya elçiliği papazı Stephan Gerlach kitabında mozaik ve freskoları anlatmaktadır. Bu senelerde mozaiklerin üzerleri açık idi daha sonra 17. inci yy. da üzerleri sıva ile kapatılmış ve 1945 senesinde Müze haline getirilince burada Amerikan Bizans Enstitüsü 1948 yılında çalışmaya başlayarak mozaik ve freskleri temizlemeye başlamıştır. Daha sonra Dumbarton Oaks da restorasyon çalışmalarında bulunmuştur. Kültür Bakanlığınca da ele alınan restorasyon çalışmaları ile mozaik ve freskler tamamen çıkarılmış, ve çevre düzenlemeleri ile araştırma kazıları yapılmıştır. Kariye çevresinin düzenlenmesi ,arkadaki bahçenin çiçeklenip yer döşemelerinin yapılması,otopark ve buradaki evlerin restorasyonu ile tarihi dokuda tam bir bütünlük sağlamayı Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun Genel Müdürü Çelik Gülersoy buraya büyük bir para finansmanı yaparak sağlamıştır.
Günümüzdeki mevcut bina mimari bakımdan çok çeşitli devirlere işaret ediyorsa da ana mekana giriş dış ve iç nartekslerden sağlanmaktadır. Dikdörtgen şeklindeki iç narteksin iki tarafı kubbe ile arası ise çapraz tonozla örtülüdür. Ana mekanda dört fil payeye oturan dört kemer ortadaki yüksek kasnağında pencereler açılmış olan kubbeyi taşımaktadır. Apsis içinde ince sütunlara oturan yuvarlak kemerli üç pencere bulunmaktadır. Apsis’in iki yanında küçük birer apsisleri olan diakonikon ve prothezis hücreleri vardır.
Güneydeki ek şapelde ve batıdaki dış holde mevcut olan nişler saray mensuplarının gömüldüğü mezar yerleridir. Ek şapelin altındaki üzeri tonozlu bir bodrum bulunmaktadır. Bu paraklesion’un apsisi ince sütunlu üçüzlü pencere sistemi ile aydınlığı sağlamaktadır. Pencerelerin üzerinde apsis yarım kubbesi bulunmaktadır. Burada arazi meyilli olduğu için dışarıdan apsis çıkıntısı büyük bir kemerle desteklenmiştir. Paraklesion’un genel örtüsü beşik tonoz olup sadece orta kısımda küçük bir kubbe bulunmaktadır.
Kariye’nin mozaikleri ve freskleri “Başkent Üslubu” dediğimiz Bizans Rönesansının en muhteşem eseridir. Bu mozaik ve freskleri için söylenebilecek en doğru söz “Duvardaki Kutsal Kitap” dır. Tevrat ve İncil de geçen bütün olaylar bir birlik içinde işlenmiş adeta duvarlara resimlerle yazılmıştır. Dış narteks Meryem’in bütün hayatını anlatır,Annesinin hamileliğinden ölümüne kadar olan bütün hayatı buradadır. İç narteks ise İsa’ya ayrılmıştır. Burada da onun doğumu öncesi annesine gökteki bir melek tarafından gelen mutlu haber ile başlayıp,doğumu,yaşamı,mucizeleri ve ölümü resmedilmiştir. Narteksin sağ tarafındaki kubbenin içinde İsa elinde İncil ile Khalke İsa’sı tarzında tasvir edilmiş olup etrafındaki altın mozaik zemin bölümlere ayrılarmış ve her bölümün içinde onun Tevrat’da yazılı olan nesli ayakta olarak resmedilmiştir. Bu kişilerin üzerlerinde isimleri yazılıdır. Sol taraftaki kubbenin içinde Meryem kucağında çocuk İsa ile gösterilmiştir. Onların da etrafında Tevrat’da adı geçen ataları’nın portreleri üzerlerinde isimleri yazılı olarak yer almaktadır. Naos’a girişin her iki tarafında ise Aziz Petrus ve Paulus çerçeve içinde resmedilmişlerdir. Kilisenin esas mekanı nartekslerdeki bu zenginliğe karşı çok sadedir. Apsis’in karşısında Naos kapısının iç tarafında yukarıda Koimesis (=Meryem’in Ölümü) sahnesi yer almaktadır. Bu zengin mozaik Ölü Meryem adeta bir İmparatoriçe’nin ölümü gibi zengin bir yatakta yatarken resmedilmiş olup,göklerden inen İsa onun ruhunu kundağa sarılmış bir bebek şeklinde kollarına almış ve yukarıya göklere götürmek üzeredir. İsa’nin babası Tanrı’nın yanından aşağıya inişi etrafındaki hâle’nin iç ve dışının meleklerle dolu olmasındandır. Mozaiğin iki tarafındaki mimarinin içinden insanlar ve bunlara karışmış ,başlarında hâle olan azizler çıkıp hepsi yataktaki Meryem’e bakmaktadırlar. Naos’un sağ duvarında ayakta Meryem kucağında çocuk İsa’yı tutarken resmedilmiştir. Meryem’in bu şekilde tasvirine Aziz Luka tarafından yapıldığına inanılan “Hodegetria” canlandırmasıdır. Üzerlerindeki ise yarım yuvarlak çerçeve içinde başmelek tasviri vardır. Bu payenin paralelinde ise elinde incil tutan İsa resmedilmiştir. Her iki mozaiğin de üzerlerindeki yazılardan “Chora” kelimeleri okunmaktadır.
Paraklesiondaki freskler ise son derece zengin olup burada,Yuhanna İncilinin “Vahiy”bölümünü adeta duvarda okunmaktadır. Pareklesion yarım kubbesinin içinde muhteşem bir “Anastasis”(=Mahşer) sahnesi canlandırılmıştır. Gökyüzü sanki buruşturulmuş bir tomar gibi olup melekler tarafından taşınmaktadır. Mahşerde anlatıldığı gibi ay ve güneş beraber gösterilmiştir. İsa göklerden inmiş etrafında gökyüzünü tasvir eden yıldızların olduğu vücudunun bütününü kaplayan bir hale içinde ilk dirilecek olan Meryem ve Vaftizci Yahya’yı mezarından çıkarıp onları gökyüzüne yanına götürmek üzeredir. Ayaklarının dibinde ise Cehennemin bekçisi olan Şeol zenci bir figür olarak tasvir edilmiş olup el ve ayakları bağlıdır. Etrafı ise cehennemin anahtarları ile doludur. İsa’nın iki yanında ise Dört İncil yazarı ve 12 sıpt’dan seçilmiş 144 000 kişiyi temsil eden figürler resmedilmiştir. Bunun üzerindeki tonozda ise cehennem ırmağı olan striks nehri koyu kırmızı renkte gösterilmiş olup ebediyyen cehennemde kalacak olan günahkarlar bu nehire melekler tarafından sıra halinde gönderilmektedirler. Orta mekandaki kubbe’nin içinde Meryem kucağında çocuk İsa ile canlandırılmış olup kubbenin etrafını Azizler çevrelemektedir. Pantantiflerde ise dört İncil yazarı önlerindeki kürsülerin üzerlerinde İncil metinlerini yazarken tasvir edilmişlerdir.
Paraklesion’un güney duvarındaki bir nişin içinde Bizansın ileri gelen zenginlerinden Mıchael Tornikes ve karısı Eugene’nin mezarı yer almaktadır. Tornikes öylesine kibirli bir kişidir ki mezarının üzerindeki kitabesi kendisini öven cümleler yer almaktadır.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Restorasyon:
İstanbul Hanları

Hanlar,uzak bölgelerden gelen tacirlerin kalabileceği,mallarını güven altında bekletebileceği bir ihtiyaçtan doğmuştur. Başlangıcından itibaren han ve kervansaray adı altında topladığımız bu ticari yapılar insan-yük-hayvan üçlüsünün bir arada konakladığı yapılardır. Çeşitli yerlerden gelen tüccar mallarını taşıyan hayvanlarını alt kattaki ahırlarda barındırır kendi ise yukarıdaki odalarda ikamet eder,mallar ise alt ve üst katlardaki depolarda korunurdu. Gece olunca bu binaların kalın ve güvenlikli kapıları soyguna karşı kapanır ve gün ışıyıncaya kadar açılmazdı. Hanların büyük bir kısmı vakıf sahipleri tarafından vakıflarına gelir temin etmek için da yaptırılmıştır. Osmanlı ticaret merkezlerinin vazgeçilmez bir parçası olan bu hanlar,fetihten sonra Fatih tarafından ikisi Tahtakale’de ikisi de bedesten yakınında olmak üzere dört han yaptırmıştır. İlk inşa edilen han’ın Bedesten yakınındaki günümüze ulaşamamış olan “Bodrum Kervansarayı” olduğu bilinmektedir. İstanbul’a pamuk ve ipek getiren tüccarların konakladığı bu iki katlı hanın otuzbir odası,onbeş dükkanı ve dokuz deposu olduğunu eski kaynaklar yazmaktadır. Handan elde edilen yıllık gelir 15 000,dükkan ve hücrelerden ise 3000 akçe imiş. Fatih’in Haliç’de,liman bölgesinde yaptırttığı han ise Venedik ve Cenevizli tüccarlar tarafından kullanılıyordu. İstanbul Hanları başlıca, 1- Eminönü-Unkapanı bölgesi 2- Beyazıt-Sultanhamamı bölgesi 3- Beyazıt-Aksaray bölgesi 4- Haliç-Galata-Beyoğlu’nda olmak üzere başlıca dört bölgede toplanmışlardır. İstanbul’da han inşaatı 20 inci yy. ın başlarına kadar sürmüş olup,19.uncu yy. dan itibaren işlevi biraz değişerek,özellikle Beyoğlu ve Karaköyde ticarethanelerin toplandığı “İş Hanları” na dönüşmüştür.

Eminönü bölgesindeki Hanlar:

Ali Paşa Hanı II
 Kapalıçarşıda Yorgancılar Caddesi ile Çadırcılar sokağının köşesindedir. Kitabesi olmayan bu hanın kesin olmamakla beraber inşaat tarzının 18. inci yy. özelliklerini göstermesi bakımından Hekimoğlu Ali Paşa tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Ortasındaki 17 x 27 m. ebadındaki bir avlunun etrafında iki katlı ve revaklı olup han odaları bu revaklara açılmaktadır. Yuvarlak kemerli bir giriş kapısından üzeri tonoz örtülü bir koridor ile avluya girilir. Avludan üst kata orijinalinde taş olup bugün demire çevrilmiş merdivenlerle çıkılmaktadır. Revakların üzerleri tonoz örtülüdür. Yapılışında avludaki mekanlar depo üst katlar ise ticarete ayrılmıştı. Günümüze fonksiyonu oldukça bozularak gelmiştir.

Astarcı Hanı
 Kapalıçarşı’da Yağlıkçılar Caddesindedir. Kitabesi olmayan bu hanı kimin yaptırdığı bilinmemektedir. İnşaat tekniği bakımından 18. inci yy. a tarihlendirilen bu han dikdörtgen plânlı ,ortasında bir avlu ve onunda çevresinde iki katlı revaklı bir tiptedir. Çok azı günümüze gelebilen bu revak sıraları yeni yer açmak ,genişlemek uğruna bozulmuşlardır. Zemin kattaki revakların sivri,üst kattakilerin ise yuvarlar olduğu bazı kalıntılarından anlaşılmaktadır. Yağlıkçılar caddesine bakan giriş kapısının üzeri bir tonoz ile örtülü olup bir koridor vasıtasıyla avluya bağlanmaktadır.

Balkapanı Hanı:
 Eminönün’de Yeni Cami ile Küçük Pazar arasındadır. Hasırcılar,Tahtakale,Balkapanı ve Cömert sokaklarının çevrelediği alandadır. Kitabesi olmayan bu hanın altındaki 12-13 yy. a tarihlendirilen tonozlu mahzenler Bizans döneminde Venedik yerleşmesi olan bu bölgede bir bina olduğunu gösterir. İnşaat tekniğinden ve Ayasofya Camiine vakıf mülkü olarak kaydı bulunduğundan bu han 16. ıncı yy. tarihlendirilir. İstanbula denizden gelen ticaret ve gümrük eşyalarının gereksinimi için yaptırıldığı da bulunduğu yerden dolayı anlaşılmaktadır. 17. inci yy. da Mısırlı tüccarlar tarafından kullanıldığını Evliya Çelebi yazmaktadır.1688 ve 1807 yangınlarından büyük zarar görmesine rağmen onarımı yapılmış ve birtakım değişiklikler günümüze gelebilmiştir.
87 x 52 m. lik bir alan üzerine revaklı avlulu ve iki katlı olarak inşa edilmiştir. Yuvarlak kemerli,beşik tonozlu ana giriş kapısı Hasırcılar sokağındadır. Zemin kattaki odalar beşik tonozlu olup revaklara bir kapı ve pencere ile açılırlar. Köşe odalarının örtüsü ise çapraz tonozdur. Taş duvarlı,kurşun kaplı kubbeli olan bu yapıyı dışarıdan katları belirleyen profilli bir taş silme dolaşır. Günümüzde kubbenin kurşun kaplamaları gitmiş avlunun içine ise birtakım yerleşimler hanın özelliğini kaybetmesine neden olmuştur.

Burmalı Han
 Eminönünde,Hasırcılar Caddesi ile Kızılhan sokağı köşesindedir. Sadrazam Rüstem Paşa tarafından 1556 da Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. 16 .ıncı yy. ın klasik avlulu plânlı tipine uymadığı için önce mahkeme binası olarak yaptırılıp sonra da han’a çevrildiğini ileri süren tarihçiler vardır. U biçimindeki plânının her iki kolunda biri Hasırcılar Caddesine diğeri Kızılhan sokağına açılan birer giriş kapısı vardır. Girişlerde yuvarlar kemerli sade bir işçilik görülmektedir. İki katlı olan binanın giriş katındaki mekanlar kalın taş payeler üzerindeki yuvarlak kemerlerin teşkil ettiği revak’ın gerisinde sıralanmıştır. Han olarak kullanıldığında be mekanlar depo görevi görmekteydi. Üst katta birer pencere ve kapı ile revaklara açılan ve ikamet için kullanılan odalar bulunmaktadır. Binanın örtü sistemini teşkil eden kubbe tonozlar tuğladan idi. Günümüzde ise bu kubbeler şapla kapatılmış ve yer-yer kiremit kullanılarak üst örtü sistemi bozulmuştur.

Büyük Çorapçı Hanı
 Mahmutpaşa’da Fincancılar yokuşunun başındadır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Kaptan-ı Deryası Piyale Paşa tarafından yaptırılmıştır. Binanın inşa tekniği 16. ıncı yy. tarzında olmasına rağmen günümüzde yeni açılan mekanlar ile orijinal planından uzaklaşmıştır. Tek avlulu ve iki katlı olan bina bulunduğu arazinin durumundan dolayı düzgün bir şemaya sahip değildir. Taş kemerli bir açıklık olan ana girişi Mahmutpaşa yokuşuna bakan yüzünde olup cephenin tam ortasında olup avluya beşik tonozlu bir geçitle bağlanır. Bu geçidin sağ ve solundaki merdivenlerle üst kata çıkılır. Avlunun ortasında beşik tonozlu bir bodrum bulunmaktadır. Günümüzde ise bu avlunun içine yapılan birtakım ilavelerle görünüm son derece bozulmuştur. Avlunun etrafını yuvarlar tuğla kemerli bir revak çevrelemektedir. Hanın Fincancılar yokuşuna bakan cephesindeki taş işçiliği tuğla hatıllarla hareketlendirilmiştir. İç bölümlerde moloz taş kullanılmıştır. Han ilk yapıldığında zemin kat depolara üst kat ise ikamet için inşa edilmişti.

Kayseri Han
 Eminönünde Mimar Kemaleddin Caddesindedir. Binanın üzerindeki tarih kitabesinde de yazdığı gibi 1895 de Ermeni bir mimara yaptırılmıştır. İlk sahibinin Ermeni olduğunu bildiğimiz bu han daha sonra el değiştirmiştir. Şimdiki sahipleri Ayşe Berker ve hissedarlarıdır. Düzgün bir dikdörtgen plânı olan yapının dış cephesindeki taş işçiliği 19. uncu yy. ın art-nouveau özelliklerini taşır. Bir Bodrum üzerine üç kat ve onun üzerinde de çatı katı bulunan binanın orta kısmında üzeri camla kaplı bir avlusu bulunmaktadır. Kapıları ortadaki avlu boşluğunun etrafını çevreleyen galeriye açılan 27 odası bulunmaktadır. Dökme demirden olan giriş kapısı ince bir işçilik göstermekte olup yine demirden bir alınlığı bulunmaktadır. Kapının üst tarafından kıvrımlı payandaların taşıdığı üç yönlü bir çıkma vardır. Cepne boyunca devam eden bu çıkma üzerinde birbirlerinden korint başlıklı yivli gömme payelerle bölünmüştür. Orta kattaki pencerelerin üzerlerinde Barok karakterli alınlıklar girland ve deniz kabuğu motifleri ile süslenmiştir. Oldukça sade olan zemin katta iki yönde yukarıya ve aşağıya girişleri sağlayan geniş merdivenleri vardır.

Kızıl Han (Papaz Hanı)
 Eminönünde Hasırcılar Cad. ile Kızılhan,Büyükbaş ve Kalçın sokakları arasındadır. Kitabesi olmayan bu hanın mimarı ve yaptıranı bilinmemektedir. Yapı inşa tekniği ve kullanılan malzeme 17. inci yy. ı gösterir. Hanın girişi Kızılhan sokağındaki cephesinde olup taş profilli bir kemerle üzeri beşik tonozlu bir koridor vasıtasıyla avluya bağlanır. Avlu revaklarının iki yanındaki merdivenler üst kata çıkışı sağlamaktadır. Hasırcılar Cad. Büyükbaş ve Kızılhan sokakların bakan cephelerinde bir sıra dükkan vardır. Bunlar günümüze son derece bozularak gelmişlerdir. Bu dükkanların üzerindeki katların cephe malzemesi ile tuğla hatıllı taş ve moloz karışımıdır. Kalçın sokağına bakan cephesinde ise dükkan yoktur. Burada 12 konsolla dışarı taşma yapan ikinci kat çok harap ve yozlaşmış olarak günümüze gelmiştir. Avluyu çeviren revakların üzerleri çapraz tonoz .mekanlarınki ise kubbe ile örtülüdür.

Kilit Hanı
 Eminönünde,Uzunçarşı Cad. ile Tacirhane sıkağı arasındadır. Kitabesi olmayan bu hanın yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. Yalnız inşaat tekniği bakımından 18. inci yy. eseri olduğu anlaşılmaktadır. Buluntulara göre bu hanın yerinde Bizans devrinde başka bir bina bulunduğu ,hanın da bu binanın kalıntıları üzerine inşa edildiği anlaşılmaktadır. Giriş kapısı Uzunçarşı Caddesi üzerinde olup tonoz kemerli bir geçitle ortadaki 30 x 34 x 17 m. lik yamuk şeklindeki bir avluya bağlanır. Günümüzde çok değişmiş olmasına rağmen orijinalinin tuğla hatıllı kesme taştan inşa edildiği kalan izlerden anlaşılmaktadır. Cephe girişinin iki yanında sivri kemerli dükkanlar da orijinal hallerinden tamamen uzaklaşmıştır. Avluyu çevreleyen revaklar her iki katta da devam eder. Birinci kattaki revak ve oda sistemi tamamen bozulmuş olup ikinci kattaki revak kemerleri kısmen de olsa orijinal hallerini devam ettirmektedir.

Kürkçü Hanı:
 Mahmutpaşa yokuşunda,Çakmakçılar ve Çarkçılar Sokaklarının arasındaki adadadır. Fetihten sonra yapılan ilk hanlardan olup günümüze gelen en eski İstanbul hanıdır. Fatih’in sadrazamı Mahmud Paşa tarafından kendisinin yaptırdığı camiye akar olmak üzere yaptırılmıştır. Mimarı Atik Sinandır. 128 x 68 m. lik bir alanı kaplayan bu han iki avlulu ve bunların etrafını çevreleyen iki katlı bir yapıdır. Kare biçimindeki büyük avluda duvarlara çapraz olarak inşa edilmiş “Hacı Küçük” adıyla anılan birinin vakfettiği küçük bir mescit yer alır. Daha küçük olan ikinci avlu ise kapladığı sahanın çarpık olmasından dolayı yamuk şeklindedir. Mahmutpaşa yokuşuna açılan giriş kapısı üzeri tonoz örtülü ve eyvan şeklindedir. Buradaki koridor kemerli bir revakın çevrelediği avluya açılır. Bu revaklı avlunun iki tarafındaki taş merdivenlerle üzeri beşik tonoz ile örtülü üst kata çıkılmaktadır. Bu kattaki odalar revak’a birer kapı ve pencere ile açılmaktadır. Cephede üst örtünün altında tuğladan yapılmış bir kirpi saçak bütün binayı dolaşır. Binanın yapımında aralarda tuğla derz doku kullanılarak taş kullanılmıştır. 16-19 yy. arasında bu bölgede sıkça çıkan yangınlardan bu han çok zarar görmüş olmasına rağmen her seferinde onarılmıştır.

Leblebici Hanı
 Eminönü,Tahtakale’de Fincancılar Yokuşu ile Sabuncu Hanı sokaklarının kesiştiği köşededir. Kitabesi olmayan bu hanın Eski Eserleri Koruma Encümenindeki Arşiv kayıtları Hürrem Sultan’ın vakfından olduğunu yazmaktadır. Buna göre han 16. ıncı yy. a aittir. Fakat duvar işçiliği 18. inci yy. ı göstermektedir. Büyük bir ihtimalle 16. ıncı yy. da yapılan han bilmediğimiz bir nedenle 18. inci yy. da yeniden inşa edilmiş olmalıdır. Ortasında 13 x 17 m. ölçüsünde avlusu ile etrafında iki katlı yuvarlak kemerli revakların bulunduğu klasik han plânındaki bu yapı iki katlıdır. Sabuncular Hanı sokağına açılmış olar ana cephesi günümüzde çok değişmiş olup burası üzeri beşik tonozlu bir koridor ile avluya bağlanmaktadır. Avludaki üst kata çıkan merdivenlerde orijinal durumlarını tamamen kaybetmişlerdir. Kesme taş ve tuğla hatıllı cephesinde kapı girişinin üzerinde taş konsolların taşıdığı bir çıkma bulunmaktadır. Zemin kattaki odalar revak altına birer kapı ile üst kattakiler ise birer yuvarlak kemerli kapı ve taş söveli pencerelerle yuvarlak kemerli revaka açılırlar. 1900 de ikinci avludaki çöken kubbe binaya çok büyük zarar vermiş, bu tarihten günümüze kadar gelen süre içerisinde içeriye ilave edilen bir takım oda ve mekanlarla özgün durumu bozulmuştur, Avlu cephelerinin üst kısımları kirpi saçakla nihayetlenir. Örtü sisteminin ise bozulmuş olmasına rağmen kalan izlerden beşik ve çapraz tonoz olduğu anlaşılmaktadır.
Hanın arkasında,Alacahamam sokağına bakan tarafında ,ona bitişik olarak Büyük Şişeci Hanı bulunmaktadır.


Rüstem Paşa Hanı/ Küçük Çukur Han :
 Eminönünde,Mahkeme Sokağında,Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı ve Sadrazamı olan Rüstem Paşa’nın yaptırmış olduğu camiinin yanında ve yine aynı adı taşıyan hanının karşı köşesindedir. Kitabesi olmayan bu hanın, 1561 tarihli Rüstem Paşa vakfiyesinde adı geçmektedir. Mimar Sinan’ın eseri olan Rüstem Paşa külliyesinin 1560 tarihinde tamamlanmış olduğunu göz önüne alırsak bu han da kullanılan yapı malzemesiyle külliye ile büyük benzerlik gösterdiğinden bu tarihe ait olmalıdır. 26 x 24 m. ebadında dikdörtgen plânlı olan bu han 8 x 6 m. ölçüsünde dikdörtgen bir avlunun etrafında iki kat olarak yapılmıştır. Avlu iki katlı ve sivri kemerli bir revak ile çevrilidir. Birinci kattaki odalar birer kapı ile, ikinci kattakiler ise ikişer pencere ve bir kapı ile revaka açılırlar. Zaman içinde kullanıcılar tarafından çok tadilat görmüş olan bu hanın üst örtüsünün tonoz olduğu anlaşılmaktadır. Hana Mahkeme sokağına bakan taş kemerli bir kapıdan girilmektedir.

Rüstem Paşa Hanı /Büyük Çukur Han :
 Eminönü’nde Rüstem Paşa Külliyesine ait olan bu han Mahkeme Sokağı ve Unkapanı caddesi arasındadır. Mimar Sinan’ın eseri olan bu handa Rüstem Paşa’nın yaptırdığı komplekse beraber inşa edilmiştir. 33 x 29 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olan bu yapı 11 x 8 m. ölçüsündeki bir avlunun etrafında üç katlı olarak yapılmıştır. İki ayrı cephesinde iki girişi olan yapının taştan basık yuvarlak kemerli ve beşik tonoz ile örtülü bir giriş koridoru bulunan ana girişi Mahkeme Sokağı tarafındadır. Bodrum kat girişi ise Unkapanı Caddesi tarafındadır. Bodrum kattaki revaklar kare şeklinde payeler üzerinde tuğla derzli yuvarlak kemerlidir. Zemin ve birinci kat kemerleri üç açıklık halinde sivri kemerlidir. Ocak nişlerinin bulunduğu odalara revağın altındaki merdivenlerle çıkılmaktadır. Bütün cephelerde ve her iki katta yer alan pencereler dikdörtgen taş silmeleri ile cepheyi hareketlendirmektedir.

Sabuncu Hanı
 Eminönünde,Sabuncuhanı sokağındadır. Kitabesi olmadığından yaptıran ve mimarı bilinmemektedir. İnşaat tarzından 18. inci yy. ın sonu 19.uncu yy, başı olarak tarihlendirebiliriz. Bulunduğu arsanın durumundan dolayı muntazam bir planı yoktur. Birbiri ardında iki yapı bloğu şeklinde inşa edilmiş olan bu han iki katlı ve iki küçük avluludur. Sabuncuhanı sokağına bakan blok 29 x 26 m., arkadaki ise 28 x 30 m. lik bir alanı kaplamaktadır. Sokağa bakan cephesindeki kapı taş kemerli bir açıklık halindedir. Buradan tonozlu bir geçitle avluya geçilir. Giriş koridorunun solundaki merdiven birinci bloğun birinci katına sağdaki merdiven ise ikinci bloğun ikinci katına çıkar. Avlunun etrafındaki revaklar ve avlu günümüzde yapılan ilavelerle bütün orijinalliğini kaybetmiştir. Arkadaki ikinci avlu biraz daha az tahrip olarak günümüze geldiğinden mimarisini anlayabiliyoruz. Binanın ön cephesinde zemin katta penceresiz üst katta ise her mekana bir adet olmak üzere taş söveli dikdörtgen pencereler açılmıştır. Diğer üç cephe etrafındaki binalarla bitişik nizam olduğundan penceresizdir.

Büyük Valide Hanı
 Mahmutpaşa’da Çakmakçılar yokuşu ile Fincancılar yokuşu arasındadır. Büyük Yeni Han ile karşılıklı olan İstanbul’un en büyük hanlarından olan bu yapıyı I. Ahmed (1603-1617) in eşi, IV. Murad (1623- 1640) ve Sultan İbrahim (1640-1648) in annesi Kösem Mahpeyker Sultan ,yine kendisinin yaptırttığı Üsküdar’daki Çinili Külliyesine akar olması için inşa ettirmiştir. Evliya Çelebi Seyyahatnamesinde bu görkemli yapıdan şöyle bahseder:
“Bu hanın yerinde evvelce Cerrah Mehmet Paşanın sarayı vardı,zamanla yıkılmış olduğundan Kösem Valide altlı üstlü üçyüz höcreli şeddâdî bir han binâ ettirmiştir ki İstanbul’da Mahmud Paşa Hanı ile bundan büyük han yoktur. Bir tarafında dört köşe bir cihannümâ kulesi vardır ki eflâke ser çekmiştir. Develiği ve bin aded at ve katır alır ahırı vardır. Ortasında câmii şerifi vardır.”
Hanın 1926 da çöken “Han-ı sağir”(=küçük han) bölümünün avlusunun kuzey-doğusunda 12 x 12 m. ölçüsünde bir kule bulunmaktadır. “Cihannüma kulesi” denilen içi dilimli bir kubbesi olan bu kulenin Cerrah Paşa Sarayına aittir. Bizans yapı karakteri taşıyan bu kulenin Evliya Çelebi’nin bildirdiği Cerrah Paşa Sarayının da üzerinde yapıldığı bir Bizans eserinden kalmış olduğu düşünülebilir.

İstanbul Camileri hakkında önemli bir kaynak olan Hüseyin Ayvansarayi’nin “Hadikatü’l-Cevâmi isimli eserinde ise avludaki küçük camiden şöyle söz edilmektedir:
“ İstanbul’da vâki Vâlide Hanı denmek şehîr hân-ı kebir bu camiin vakfından olup han derûnunda olan mescid dahi sultânı müşârünileyhânın eser-i hayrıdır.” (=İstanbul’da Valide Hanı olarak tanınmış olan bu hanın içinde yine Sultanın yaptırttığı bir cami vardır)
Kösem Sultan’ın servetini bu hanın bir odasında sakladığı ve gelini IV Mehmed’in eşi Turhan Hatice Sultan tarafından Başlala Uzun Süleyman Ağa ile birkaç has odalı tarafından 2-3 Eylül 1651 de gecesi odasında bir perde ipi ile boğulup öldürtülmesinden sonra bu servetin yağmalandığı da bir söylencedir. Naima tarihinde Valde Sultanın servetinden şöyle bahsetmektedir:
“...ol handa yirmi sardık filorisi (Florin altını) bulundu,anı dahi mîriye aldılar.

Üç avlusu olan bu han 98x 168 m.lik bir alana sahiptir. Büyük ve Küçük Han olarak iki kısımdan yapılmış olan bu hanın planı bulunduğu araziye uydurulmuş olduğundan geometrik bir düzen göstermez . “Han-ı kebir” denilen büyük hanın esas girişi oldukça meyilli bir yol olan Çakmakçılar Yokuşu tarafındadır. Muntazam kesme taştan yapılmış bu girişin üzerinde konsollara oturmuş yedi tane üç kademeli çıkmalar vardır. Bu cepheyi üstten bir taş saçak silmesi dolaşır. Girişden basık kemerli,beşik tonozlu bir geçitle üçgen şeklindeki küçük bir avluya ve kare planlı bir mekâna oradan da revakların çevrelediği 63 x 66 m. boyutundaki büyük avluya geçilir. Avlunun etrafını çevreleyen yuvarlak kemerli revakların gerisindeki odalar yuvarlak taş kemerli kapılar ile avluya açılmaktadır. İkinci kattakilerin kapılarının yanında bir de dikdörtgen ve taş söveli pencereleri vardır. Dış cephede de pencere dizisi görülmekle beraber bunlar günümüze gelene kadar çok bozulmuş ve adeta karakterini kaybetmiştir. Avlunun her iki tarafından evvelce taş merdivenlerle yukarı katlara çıkılıyorsa da günümüzde bu merdivenler tamamen değişmiştir. Revakların arkasında yola bakan cephede ise bir sıra sivri kemerli dükkanlar bulunmaktadır.

Fincancılar yokuşu tarafına bakan ve “Han-ı sağir” olarak adlandırılan küçük han,muntazam bir dikdörtgen plana sahiptir. 21 Mart 1926 da yıkılan bu bölüm 15 x 56 m. ebadında dikdörtgen bir avluyu çevreleyen revaklar ve onların gerisinde ise sivri kemerli kapılarla revaklara açılan odalar vardır. Evliya Çelebinin bahsettiği ahırların buradaki avlunun bodrumunda olması muhtemeldir. Hayvanların barındığı bölüm ile oturma mekanlarının bu handa görüldüğü gibi çok kesin bir şekilde birbirinden ayrılması Türk Han mimarisinde ilk defa denenmiş bir plandır.

Çakmakçılar caddesine bakan ve üçgen avlusu bulunan üçüncü bölüm ise oldukça küçüktür. Bu avludan Büyük han’a ve avlusuna açılar bir geçit bulunmaktadır. Yola bakan taraftaki girişin solundaki revakın altındaki bir merdivenle üst kata çıkılmaktadır. Bu üçgen şeklindeki avlunun zemin ve üst kat mekanları yolun eğim ve kenarına uymak zorunluluğundan kare veya dikdörtgen şeklinde yapılmışlardır. Zemin kattaki mekanların yola bakan tarafında ise bir sıra dükkan sıralanmıştır.

Büyük Valide Hanının birinci ve ikinci avluda toplam 153,üçüncü avluda da 57 olmak üzere toplam 210 odası bulunmakta idi. Kösem Sultan’ın ölümünden sonra hanın büyük kısmı hazineye kalmış ve Cumhuriyetten sonra da bir kısım odalar Vakıflara geçmiştir. Vakıflar Başmüdürlüğü 1940 lı yıllarda bu odaların bir kısmını satmıştır. Hanın bakımsızlığı maliklerinin çokluğu ve veraset yoluyla uzun yıllar boyu veraset yoluyla elden ele geçmesi nedeniyle 126 kadar hissedarı olmuştur. Yüzyılın başında buradaki bekar odalarında çoğunlukla İranlılar oturuyorlardı. İstanbul’da Kur’anı Kerimin ilk basıldığı yerde bu handaki İranlıların matbaasıdır. Hatta bu Kuranın basılışı için Şeyhülislâmdan fetva alınamayınca 1870 li yıllarda gizlice burada basılmıştır. 19 Ağustos 1906 da bir kısmı çökmüş 1931 de hanın ikametgah olarak kullanılamıyacağına karar veren Valilikçe odalar boşaltılmıştır.


Büyük Yeni Han
 Mahmutpaşada, Çakmakçılar Yokuşu,Sandalyeciler ve Çarkçılar sokakları arasındadır. 1764 de III. Mustafa tarafından Mimar Mehmet Tahir Ağa’ya yaptırtılmıştır. Avlu duvarında bugün sadece bulunduğu çerçeve kalmış olan kitabesinin ne olduğu bilinmemektedir. Eski kaynaklar bu kitabede inşa tarihi olan 1764 ile III. Mustafa ve mimarının adının yazılı olduğunu kaydederler. Hanın planı düzgün olmayan bir dikdörtgen şeklindedir. Üç katlı olan bu yapının biri 42 m. diğeri ise 25 m. uzunluğunda iki avlusu olup bu avlulara üç ayrı yerden girilmektedir. Avlular birbirlerine kemerli ve beşik tonozlu geçitlerle bağlanırlar ve her katta üç taraftan yuvarlak kemerli revaklarla çevrilidir. Zemin ve birinci katlarda 58 er,ikinci katta ise 57 odası bulunmaktadır. Dış tarafta ise 40 dükkan vardır. Çakmakçılar Yokuşundaki cephedeki giriş ana giriştir. Çok hareketli olan bu cephede yokuşun eğiminden dolayı zemin kat üzerinden başlayan ve cephe boyunca devam eden beş çıkma yapılmıştır. İkinci katta bu çıkmalar konsollarla biraz daha genişletilerek cephede daha bir hareketlilik sağlanmıştır. Cephedeki pencereler dikdörtgen taş sövelerin üzerinde sağır sivri kemerlerle dekore edilmiştir. Sandalyeciler sokağına bakan uzun cephenin üst tarafında bir kuş evi ve maşallah yazısı bulunur. Çakmakçılar tarafındaki köşesinde bir çıkma bulunur buradan itibaren bütün sokak boyunca cephe düzdür. Buradaki odalar dükkanların gerisinde kaldığı için pencereleri avluya açılmaktadır. Daha sonraları bu dükkanlar arkadaki odalarla aradaki duvar yıkılarak birleştirilmiştir. Çarkçılar sokağındaki cephe yolda eğim olmamasından dolayı düzdür. Yalnız bu cephe Çakmakçılar ile birleşirken kot farkı meydana geldiğinden dolayı iki kata iner. Hanın bütün cephe mimarisinde kefeki taşı arasında iki sıra tuğla hatıllar kullanılmıştır. Hanın her iki avlusundaki revakların üzerleri beşik ve çapraz tonoz ile örtülüdür. Odaların üst örtüleri ise çapraz tonozdur.
Büyük Yeni Han yapıldığında içeride sarraf dükkanlarının bulunduğu bilinmektedir. Hatta ticaret sicil kayıtlarına göre Emekli Sandığına bağlı olan günümüzde bulunmayan memurlara borç veren bir kuruluş olan “Emniyet Sandığı” da burada açılmıştır. Bankalar Caddesindeki hanların yapılmasından sonra sarraflar buradan ayrılmışlardır. I. Dünya Savaşından sonraki işgal yıllarında bir müddet işgal kuvvetlerinin karargâhı olarak da kullanılmıştır.

Beyazıd- Çemberlitaş- Aksaray- Unkapanı bölgesindeki Hanlar

Ağa Hanı I (Hatip Eminoğlu Hanı)
 Kapalıçarşı’nın batısında Yorgancılar Sokağındadır. Arkasında Cebeci Hanı bulunmaktadır. Kitabesi olmadığından yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. Mimarisi, kullanılan inşaat tekniği ve civarındaki hanların tarihine bakarak 18. inci yy. ın ikinci yarısına tarihlendirilir. Bulunduğu araziye uyarak üç kenarı 19 m. bir kenarı ise 16. m. olan yamuk plânlı iki katlı bir yapıdır. Yamuk olan avlusuna Yorgancılar sokağı tarafındaki dar bir yol ile girilen giriş kapısındandır. Bu giriş yuvarlak taş kemerli ve tonozlu bir geçit ile yamuk avluya bağlanır. Günümüzde avlu içine yapılan birtakım mekanlarla özgün halini tamamen kaybetmiştir. Alt kat depolara ayrılmış üst kat ise oturma mekanları olarak düşünülmüştür. Avluyu iki katlı altta sivri kemerli üstte ise basık kemerli bir revak çevrelemekte idi. Günümüzde bu revak sistemi neredeyse tamamen kaybolmuştur. Han bu bölgedeki diğer hanlarda olduğu gibi taş ve tuğla hatıllı inşa edilmiş olup bugün cephe mimarisi de özelliğini kaybetmiştir.

Ali Paşa Hanı
 Küçükpazar’da Unkapanı Caddesi ile Kıble Çeşmesi Sokağı arasındadır. Çorlulu Ali Paşa (ölm.1711) tarafından 18. inci yy. da yaptırılmıştır. Bulunduğu arsanın konumuna uydurularak yapıldığından dolayı muntazam bir plânı yoktur. Sivri tuğla kemerlerin çevrelediği yamuk bir avlunun etrafında iki katlı bir handır. Hanın cephesi sokağa uyum sağlamak için kırık cephelidir. Buradaki sivri kemerli bir kapı ile beşik tonozlu bir geçit avluya bağlanır. Bu girişin üzerinde dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış bir kitabe yeri varsa da günümüze kitabesi gelmemiştir. Girişteki geçidin her iki yanında da kapı ve pencereler bulunmaktadır. Avluyu çevreleyen iki katlı yuvarlak tuğla payelere oturan kemerlerin meydana getirdiği revaka mekanların kapıları açılmaktadır. Kıble Çeşmesi Sokağına bakan cephesi muntazam kesme taştandır. Girişin üzerindeki taş konsollara oturan çift pencereli mekan cepheye bir hareket vermektedir. Bu mekân günümüzde mescit olarak kullanılmaktadır. Üst örtüsü zaman süreci içinde değişmiş olmasına rağmen çatı altında yer-yer kalmış barçalardan anladığımıza göre tuğladan bir kirpi saçak dolaşmaktadır. Osmanlı devri ticaret hanlarının güzel bir örneği olup kentin yoğun ticaret bölgesinde esas işlevini hala sürdürmektedir.

Ali Paşa Hanı III
 Kapalıçarşı bölgesinde Çadırcılar Caddesi ile Yorgancılar Sokağı arasındadır. Hekimoğlu Ali Paşa tarafından yaptırıldığı kesin olmamakla beraber ileri sürülmektedir. Kitabesi olmayan bu yapı 18. inci yy. a aittir. Dikdörtgen bir plan şeması bulunduğu arsanın konumuna uydurulmaya çalışılmıştır. Yorgancılar Sokağına açılan ana cephesinde bir sıra dükkan bulunmaktadır. Buradaki giriş yuvarlak kemerli bir açıklık şeklinde olup tonoz örtülü bir koridorla dikdörtgen avluya açılır. Bu avluyu iki katlı revaklar çevrelemektedir. Bu revakların arkasındaki mekânların bazı bölümleri avluya eyvanlar şeklinde açılmaktadır. Bu eyvanlarda,kalan izlerden anlaşıldığına göre ocak nişleri bulunmakta imiş. Avludan üst kata çıkışı sağlayan taş merdivenlerin yerini bugün demir bir merdiven almıştır. Günümüze oldukça bozulmuş bir plân şemasıyla gelmiştir.

Baltacı Münhedim Hanı
 Beyazıt’da Kalpakçılar Caddesi ile İskender Boğazı sokakları arasındaki dar bir ada’nın üzerindedir. Yaptıranını ve mimarını bilmediğimiz bu han inşaat tekniğinden anlaşılacağı gibi 18. inci yy. a aittir. Yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. Plân şeması cephede İskender Boğazı sokağının konumuna uydurulmuş olup diğer cepheler sağındaki Kebabçı ile solundaki Sorguçlu han ile bitişik nizamdadır. Taş ve tuğla karışımı ile inşa edilmiş olan cephe bulunduğu arsaya uymak zorunda olduğundan yukarıya doğru kırılarak devam eder. Giriş kapısı bindirmeliksiz yuvarlak taş kemerli ve gösterişsiz bir mimariye sahiptir. Sağ ve sol tarafında pencereler açılmış olan giriş dar bir geçitle 6 x 12 m. lik ortadaki küçük avluya bağlanır. İki katlı olan bu handa avlunun etrafını çevirmesi gereken revaklar tamamen ortadan kalkmıştır. Avludaki merdiven ise orijinal değildir. Cephe ve avluya bakan pencereleri dikdörtgen söveli ve yuvarlak kemerlidir. Yapının üst örtü sistemi de tamamen değiştiğinden orijinaline ait hiçbir iz de kalmamıştır.

Bodrum Hanı
 Kapalıçarşı’da Yorgancılar Kapısı ile Çadırcılar Caddesi ve Bitpazarı Sokağının çevrelediği adadadır. Fatih Sultan Mehmed’in vakfiyesinde “ Bodrum Kârbansarayı müsâfirûn için inşa buyurup vakfeylediği” diye adı geçen bu han vakfiyede şöyle tarif edilmektedir: “Mahmiyye-i Konstantiniyye’de Sarây-ı Âmir-i Sultânî civarındadır, süflî ve ulvî otuz bir bab hücerâtı müştemildir. Dîvârına muttasıl ondört bâb hücresi dahi vardır,cümlesi vakf-ı şeriftendir.” Bu vakfiyeye dayanarak bu hanın İstanbul’un en eski hanlarından biri olduğu ve Topkapı Sarayının inşasından sonra yapıldığı anlaşılmaktadır. Yine bazı iddialara göre de eski bir Bizans yapısı kalıntıları üzerine inşa edilmiştir. Bu hipotez 1940 da buraya giren R.E.Koçu hanın altında bizans kemerlerine sahip bir mahzenden bahsetmektedir. Günümüzde zeminin üzeri tamamen örtülü olduğundan mahzene giriş yeri tamamen kapatılmış olmalıdır. Zemin katın alt kısımlarında ise Bizans özelliğinde tuğla kemer ve tonoz kalıntıları görülmektedir. Vakfiyeden anlaşılacağı üzere hanın altında ve üstünde otuzbir adet oda,dışarıda cepheye bitişik ondört dükkanı varmış.
İstanbul kadısına yazılmış olan 18 Muharrem 1018 (=23 Nisan 1609) tarihli bir hükümdeki yazıya göre eskiden beri İstanbul’a gelen keten bezleri,tüccarlara bu handan dağıtılırmış. Bu hüküm bazı tüccarların dışarıdan mal getirip başka yerlerde dağıtım yapılması üzerine yazılmış olup gelen bezlerin Bodrum hanında Kethüda ve Yiğitbaşılar eliyle tüccara dağıtılmasını sağlamaktadır.
Dikdörtgen plânlı,avlulu ve iki katlı bir bina olan bu hanın girişi Bitpazarı Sokağı tarafındadır. Her üç cephesinin dışında sıra halinde dükkanlar bulunmaktadır. 1895 zelzelesinde büyük zarar gören bu han yeni baştan onarılmış ve dıştaki dükkanlar eski özelliklerini kaybederek batı tarzında yeniden inşa edilmiştir. Hanın dış cephesi taş ve tuğla karışımı,iç kısımları ise moloz taşla inşa edilmiştir. Giriş Bitpazarı sokağı tarafında olup beşik tonozlu bir mekanla ortadaki avluya geçilir. Avlunun etrafı ve üst kat revaklarla çevrilidir. Üst kattaki mekanlar birer kapı ve pencere ile revaka açılır. Alt kattaki mekanların pencereleri cepheye açılmaktadır. Yuvarlak kemerli üst kat revakları köşelerde çapraz tonoz,diğer kısımlarda ise beşik tonoz ile örtülmüştür.
Günümüzde yapılan çeşitli ilave inşaatlarla bütün özelliğini kaybetmiştir.

Cebeci Hanı
 Kapalıçarşının kuzeyinde Yağlıkçılar Caddesi üzerinde olup Astarcı ve Sarraf hanları ile çevrelenmiştir. Kitabesi olmayan bu hanın yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. Yapı inşa tekniği bakımından 18. inci yy. a ait olarak tarihlendirilir. İstanbula gelen tüccarların konaklaması için yapıldığı ileri sürülen bu hanın avlusunda hayvanları sulamak için bir havuz ve küçük bir de namazgah varmış. Muntazam bir dikdörtgen plâna sahip olan hanın girişi Yağlıkçılar Caddesi üzerindedir. Ard arda iki avlulu ve iki katlı bir binadır. Günümüzde özgün mimarisinden çok kaybetmiş olan bu hanın girişi yuvarlak bir kemer halinde olduğu kalan inşaat parçalarından anlaşılmaktadır. Bu giriş beşik tonozlu bir geçitle 17 x 37 m.lik birinci avluya bağlanır. Buradaki ikinci bir geçitle de hanın esas avlusu olan 37 x 37 m. lik ikinci avluya girilir. Her iki avlunu çevresi klasik han şemasında olduğu gibi tuğla kemerli revaklarla çevrilidir. 72 x47 m. ölçüsünde bir alana inşa edilmiş bu han 1894 depreminde neredeyse tamamen yıkılmış ve uzun müddet harabe halinde kaldıktan sonra onarılarak tekrar kullanıma açılmıştır. Bu onarımlarda ilk plân şemasına olduğunca sadık kalınmaya çalışılmıştır.

Çuhacı Hanı
 Mahmutpaşa Yokuşunun başında Kılıççılar sokağı ile Çuhacı Han sokağı arasındadır. Kitabesi olmayan yapının mimarı bilinmemektedir .Vakıf kayıtlarına göre Lâle devrinde Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (1718-1730) tarafından bir tür yünlü kumaş olan Çuhacıların ticaretleri için yaptırılmıştır. Hatta Çuhacılar loncası Kethüdasının da bu hanın içinde oturduğu ve bu esnaftan dolayı da adının “Çuhacılar Hanı” olduğu bilinir. Hanı daha sonra Çuhacı esnafı terk etmiş ve onların yerini kuyumcu ve gümüşçüler almıştır. Han yapılmadan önce yerinde İğneci El-hac Hasan Ağa’nın mescidi olduğunu Hüseyin Ayvansarayi Hadikatü’l-Cevâmi isimli eserinde yazmaktadır. Muhtemelen Nevşehirli, hanı yaptırırken bu mescidi de hanın kapısı üzerindeki mekânda yeniden yaptırmış olmalıdır.

Çuhacı Han 29 Eylül 1755’deki büyük Hocapaşa yangınında yanmış ,günümüzdeki bina ise bu yangından sonra kısmen yenilenerek yapılmıştır.

Tuğla ve taş karışımı olarak inşa edilmiş olan bu yapı iki katlı ve dikdörtgen avluludur. Çuhacı Hanı sokağındaki girişi sade,yuvarlak taş kemerli bir açıklık şeklindedir. Bu girişin üzerinde yedi adet ve üç sıralı taş konsollar üzerine oturan taş ve tuğla karışımı bir bindirmeliği vardır. Han inşa edildiği sırada yeniden yapılmış olan mescit bu mekanda idi ve 1914 yılına kadar kullanılmış olup bu tarihten sonra atölye haline getirilmiştir. Bu bindirmeliğin sivri kemerli,sağır alınlıklı iki büyük dikdörtgen pencerenin alt ve üstünde daha küçük pencere bulunur. Giriş 21 x 28 m. ölçüsündeki dikdörtgen avluya uzun ve çapraz tonozlu bir geçit ile bağlanır. Avlunun etrafında payelere oturan sivri kemerli üzerleri manastır tonozu ile örtülü iki katlı revak bulunur. Revakların iki yanındaki taş merdivenlerle üst kata çıkılmaktadır. Köşelerdeki iki merdiven ise depo olarak kullanılan bodruma inmektedir.

Günümüzde yapılan ilavelerle orijinal özelliklerini tamamen kaybetmiş olan bu hanın 1964 de 1/4 hissesi Vakıflar’a geri kalanı ise şahıslara aittir.

Çukur Han
 Kapalıçarşı’da Yağlıkçılar,Perdahcılar ve Tığcılar Sokağının çevrelediği üçgen alanın içindedir. Kitabesi bulunmadığı için yaptıranı ve mimarını bilmediğimiz bu yapının inşa tekniğine bakarak 18. inci yy. a tarihlendirebiliriz. Avlulu ve iki katlı hanlar tipindedir. Hanın ana girişi Yağlıkçılar sokağında sade yuvarlak taş kemeri bir açıklıktır. Buradan beşik tonozlu dar bir mekanla ortadaki 11 x 8 m. ölçüsündeki küçük avluya bağlanır. Orijinalinde bu avluyu iki katlı bir revak sistemi çevirmesine rağmen bugün bu revaklardan zemin katta olanları tamamen ortadan kalkmıştır. Tuğla hatıllı taştan yapılmış bir duvar sistemine sahip olan bu han yanındaki Mercan Ağa Han ve Safran han ile bitişik nizamdadır. Tek cephesindeki pencereler dikdörtgen sövelidir.

Elçi Hanı
 Çemberlitaş’daki yabancı devlet konuklarının misafir edildiği bu han ticarethaneden ziyade konaklama tesisi idi. Atik Ali Paşa külliyesi’nin bir parçası olarak 1510-11 de inşa edilmiştir. Burada kalan elçi ve gezginlerin yazdıkları notlarında han hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler edinmekteyiz . Burada 1553 de kalan Hans Dernschwam’ın hanın ahırında görüp kopyasını çıkarttığı bir yazıt önemli bir tarihi belgedir. Bu yazının metni şöyledir: “ binbeşyüzonbeş yılında bunu yazdılar. Kral Laslo’nun beş elçisini burada beklettiler. Bilayı Barlabaş burada iki yıl kal mış idi...Hükümdar Kedeyi Sekel bunu yazdı. Hükümdar Selim Bey buraya onu yüz at ile koydurdu.” Bu yazıt han yıkılırken kaybolmuştur. 23 Temmuz 1587 deki büyük Çemberlitaş yangınından Elçi hanı kurtulabilmiş sadece kubbelerindeki kurşunları erimiştir.

Burada kalan ve yazılarında Elçi Hanından bahsedenlerin anlattığına göre kare biçimindeki binanın ortasında büyük bir avlu ile kuyu bulunuyordu. İkamet edilen .zemini tuğla döşeli,her birinde ocak ve demir parmaklıklı pencere bulunan 43 adet kapalı mekan üst katta olup arkadaki odaların önünde bir üzeri kurşun kaplı 28 kubbeli bir revak bulunuyordu. Alt katta ise ahırlar vardı ve avluya açılan mazgallardan ışık ve hava alıyordu. Avluya yük arabalarının girebileceği büyüklükte üç kapı bulunuyordu. Bu kapıların iki yanında ise dükkanlar vardı. 1646 senesinden itibaren elçilerin Galata bölgesindeki kalmaya başlamaları ile Elçi Hanı bu vasfını kaybetmiştir. 1652 de çıkan ve üç gün boyunca süren bir yangında Elçi Hanı harap olmuş 1766 depreminde de büyük hasar görmüştür. 19 uncu yy. da “Tatar Hanı” adı ile anılmaya başlayan bu han posta tatarlarının konakladığı yer olmuştur. Çok harap bir durumda olan Elçi Hanı 19 Eylül 1865 Hocapaşa yangınında yanmış ve uzun süre virane halinde kalmıştır. II. Abdülhamit zamanında onun serkatibi Osman Bey’in mülkiyetine geçmiş ve kalıntıları tamamen yıkılarak yerine “Matba-i Osmaniye” denilen bina inşa edilmiştir. Bu binanın temel kazısı sırasında Bizans devrine ait kemer ve tonoz kalıntıları ile mezar stellerine rastlanılmıştır. Yeniden inşa edilen bu bina daha sonra “Çemberlitaş Sineması” olarak sinema da kapanarak şimdiki iş hanına dönüşmüştür.

Hasan Paşa Hanı (Süpürgeciler Hanı)
 Beyazıt –Laleli arasındaki Ordu caddesi üzerinde olan bu yapı 1745 de Sadrazam Seyyid Hasan Paşa (ölm. 1748) tarafından bu bölgede yaptırtmış olduğu hayır eserlerinin arasında inşa ettirmiştir. Mimarı Mustafa Çelebidir. Hanın kitabesinin de bulunduğu kuzey kanadı 1958 de Ordu caddesi açılırken yıktırılmış olduğundan özgün durumunu tamamen kaybetmiştir. Bu tarihten sonra süpürge yapan esnaf hanın geriye kalan mekanlarına yerleşmiş olduğundan “Süpürgeciler Hanı” olarak adlandırılmıştır. Günümüzde ise süpürgeciler burayı terk etmiş ve yerine deri ve sair malzemeleri satan dükkanlar yerleşmiştir.

İki katlı avlulu bir plan tipine sahip olan bu han misafir hanı olarak düşünülmüş ve Elçi Hanı gibi ikamet için yaptırılmıştır. Gurlitt’in han yıkılmadan evvel yapmış olduğu resimlerine bakarak giriş cephesinin Cadde üzerinde olduğunu ve her iki yanında da üçer dükkan bulunduğunu anlamaktayız. Yine aynı resime göre bu girişin iki yanında mermerden rokoko tarzında iki çeşme varmış. Bu İstanbul hanlarında gördüğümüz tek örnektir. Girişin üzerinde üç sıralı dokuz adet taş konsolun bindiği bir çıkma bulunmakta imiş. Yıkılmadan önce üst kattaki odaların ocaklı olduğu anlaşılmaktadır. Günümüze gelebilen avlu cephesinin taş işçiliğinin çok itinalı olduğu görülmektedir.

İmameli Han
 Kapalıçarşı bölgesinde Tığcılar ve Tarakçılar sokakları arasında Zincirli Han’a bitişiktir. Arka tarafında ise Kalcılar Hanı bulunur. Kitabesi olmayan ve yaptıranını bilmediğimiz bu han kendisine bitişik nizamdaki hanlarla aynı yapı tekniğine sahip olup 18. inci yy. a tarihlendirilir. Tek avlulu ve iki katlıdır. Tığcılar sokağındaki dar ve tek cephesindeki girişi yuvarlak taş kemerli bir açıklık şeklinde olup buradaki beşik tonozlu bir geçit ile yamuk biçimindeki avluya geçilir. Bu geçidin iki yanındaki merdivenler üst kata çıkışı sağlamaktadır. Avluya bağlanan bu geçidin iki yanında iki katlı mekanlar vardır. Bunların dikdörtgen pencere ve kapıları bu geçide açılır. Esas mekanda bulunduğu arsaya uydurulduğundan o da yamuk biçimindedir. Avluda revak sistemi olmasına rağmen günümüzde bu revaklar kaldırılarak dükkan yerleri ilave edilmiştir. Üst kat tamamen harap ve orijinalliğinden tamamen uzaklaşmış olduğundan mimarisi hakkında bir fikir ileri sürülememektedir. Cephe de ilave inşaatlarla tamamen bozulmuş olup kalıntılardan tuğla derzli taş işçiliği olduğu anlaşılmaktadır.

Kalcılar Hanı
 Kapalıçarşı bölgesinde Tarakçılar sokağındadır. Kitabesi olmayan bu yapının yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. İnşaat tekniği ve civarındaki hanlar ile benzerliği göz önüne alınarak 18. inci yy. a tarihlendirilir. Kuyumcuların atık altın tozlarından altın ayıran kalcı (ramatçı) esnafının toplandığı bir han olmasından ötürü bu ismi almıştır. Arsa durumuna uymak zorunluluğundan dolayı düzgün bir plân şeması yoktur. Avlulu ve iki katlı hanlar grubundan olan bu hanın Tarakçılar sokağındaki tek cephesindeki sade ve çıkıntısız yuvarlak kemerli kapıdan üzeri çapraz tonozlu bir geçit ile ortadaki yamuk biçimindeki avluya girilir. Avluye çevreleyen iki katlı revakın etrafındaki mekanlar buraya kapı ve birer pencere ile açılmaktadır. Kubbeli olduğunu kalıntılarından anladığımız üst örtüsü günümüzde tamamen bozulmuş olup çinko,kiremit ve çimento şap ile örtülüdür. Orijinalliğini tamamen kaybetmiş olan cephenin evvelce tuğla hatıllı taş olduğunu kalan izlerden anlamaktayız. Katları birbirine bağlayan avludaki merdivenlerde tamamen değişmiş olup günümüze son derece yoz bir şekilde gelmiştir.

Kaşıkçı Hanı
 Mahmutpaşa yokuşundu Tarakçılar sokağında olan bu han Kalcılar Hanı’na bitişiktir. Kitabesi olmayan bu hanın inşa tarihini mimari ve çevresindeki hanlar ile olan benzerliğine bakarak 18. inci yy. a tarihlendirilir. Mahmutpaşa Yokuşu ve Tarakçılar sokağına açılan iki cephesi olan bu bulunduğu arsanın konumuna uydurulduğundan düzenli bir plân şeması göstermez. Avlulu ve iki katlı bir yapı olan bu hanın Tarakçılar Sokağındaki girişi sade yuvarlak bir kemerle beşik tonozlu bir geçit ile avluya bağlanır. Günümüzde çok değişmiş ve orijinalliğini tamamen kaybetmiş olan bu avlu iki katlı bir revak sistemi ile çevrilidir. Bu revaklar alt katta yuvarlak üst katta ise yuvarlak tuğla kemerlidir. Kalan izlerden anlaşıldığına göre odalarda bugün var olmayan ocak nişleri bulunmakta imiş. Özgün yapısı tamamen bozulmuş olan bu hanın dış cephesi tuğla hatıllı muntazam taştandır. Dış cephede üst örtünün altında testere dişi iki sıra bir saçak frizi vardır. Avluda yapılan ilave inşaatlar avlunun formunun sebep olmuştur.

Kızlarağası Hanı
 Kapalıçarşının kuzeyinde Tığcılar,Perdahçılar ve Tacirler sokağının çevrelediği alandadır. Kitabesi olmayan bu yapının hangi Kızlarağası tarafından yaptırıldığını belirten bir belge elimize ulaşamamıştır. İnşaat tekniğine bakarak 18. inci yy. a tarihlendirilen bu yapı yamuk bir avluya sahip iki katlı bir ticaret hanıdır. Zemin kat depolar, üst kat ise kullanıma ayrılmış olan bu hanın cephesi yola uyum sağlaması dolayısıyla muntazam olmayıp kırık hatlıdır. Cephe tuğla hatıllı taştan yapılmıştır. Tığcılar sokağındaki tam ortada olmayan girişi yuvarlak sade bir taş kemerle üzeri beşik tonozlu geçit ile ortadaki avluya bağlanır. Avluyu iki katlı bir revak çevrelemektedir. Avlunun sağındaki merdiven üst kata çıkışı sağlamakta olup bu merdiven orijinalliğini kaybetmiştir. Alt kattaki revak kemerleri ilave mekanlarla bozulmuştur. Üst katın revakları ise kısmen orijinalliğini korumakta olup sivri kemerlidir. Üst kattaki mekanlar galeriye birer kapı ve pencere ile açılmaktadır. Örtü sistemi tamamen bozulup betonlaştırılmış olmasına rağmen üst kattaki kalıntılardan çapraz tonoz ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır.

Kumrulu Han
 Çakmakçılar Yokuşunda Sandalyeciler sokağındadır. Kitabesi olmayan bu hanın yaptıranı bilinmemektedir. İnşaat tekniği 18. inci yy. yapısı olduğunu gösterir. Hanın ön cephe duvarından geri kalan kısımlar tamamen değişmiş olduğundan özgün mimarisi hakkında fazla bir şey söyleyemiyoruz. Yalnızca ön cephedeki tuğla hatıllı taş duvarlar İstanbul hanlarının geleneksel özelliğini gösterir. Ortasında avlusu olan iki katlı hanlar gurubundan olan bu binanın avlusu yeni yapılaşmalarla adeta tamamen ortadan kalkmıştır. Sandalyeciler sokağındaki girişinin iki yanındaki dükkanlar da sonradan ilave edilmiştir. Orijinalliğini tek muhafaza eden giriş kemerinin etrafında dikdörtgen bir taş bant çevrelemektedir. Bu girişin üzerinde cephe boyunca plân eğriliğini düzelten beş adet taş konsolun taşıdığı çıkma orijinal yapıdan kalan nadir bir kısımdır. Sadece izlerini gördüğümüz revak kemerleri ortadan kalkmış,pencere ve kapı biçimleri değişmiş örtü sistemi de betona dönüşmüştür.

Küçük Yeni Han
 Çakmakçılar yokuşunda Sandalyeciler sokağındadır. Kitabesi olmadığından ve Vakıf Kayıtlarında da adı geçmediğinden kimin yaptırdığını bilmiyoruz. İnşaat tekniği ve karşısındaki Büyük Yeni Han ile olan benzerliğini dikkate alırsak 18. inci yy. yapısı olmalıdır. göstermektedir. 27 x 35 m. lik bir alanı kaplayan bu han üç katlı ve avlulu plân tipindedir. Sandalyeciler Sokağındaki bazı bölümleri değişmiş olan cephesi tuğla hatıllı ve muntazam kesme taşlı bir duvar örgüsüne sahiptir. Çakmakçılar yokuşu tarafı ise yolun meyiline uydurulmak için kırık hatlıdır. Burada zemin katın üzerindeki bir ve ikinci katlar taş konsollara bindirilmiş çıkmalara sahiptir. Bu konsollar Çakmakçılar Caddesinin köşesine doğru azalarak bir taş silme olarak biter. Zemindeki cephede yuvarlak tuğla kemerli dükkanlar bulunmaktadır. Buradaki yuvarlak taş kemerli giriş kapısı beşik tonozlu bir geçitle 7 x 10 m. ölçüsündeki avluya bağlanır. Avlunun etrafındaki üç katı çevreleyen tuğladan yuvarlak kemerler taşıyıcı köşeleri kare olmak üzere revakları meydana getirir. Alt kat depolara ayrılmış olduğundan pencereleri sadece avluya açılmaktadır. Üst katın cephe pencereleri ise dikdörtgen taş söveli ve hatılı olup üst kısımları sağır sivri kemerlidir. Üst örtüsünün kalan bazı izlerden anladığımıza göre tonoz kaplı olmalıdır. Saçak kısmında iki sıralı bir kirpi saçak izleri görülmektedir. Günümüze yapılan yeni ilâvelerle özgün durumu bozularak gelmiştir.

Silahtar Hanı
 Tahtakalede Uzunçarşı Caddesindedir. Kitabesi olmayan bu hanın 18 inci yy. ait olduğu inşaat tarzından anlaşılmaktadır. Mimarının Mustafa Ağa olduğu ileri sürülen bu hanın bu devirde yaşamış ve bir takım hayır eserleri olan Silahdar Abdullah veya Yahya Efendi olması muhtemeldir. 29 x 27 m. lik bir alanı kaplayan, 12 x 14 m. lik bir avlusu ve iki katı olan bu hanın üç tarafı bitişik nizam olduğundan tek cephesi Uzunçarşı Caddesindedir. Cephede tuğla hatıllı taş kullanılmıştır. Tuğla hatıllı kesme taştan cephesindeki yuvarlak taş kemerli giriş beşik tonozlu bir koridorla ortadaki avluya bağlanır. İki katlı revaklar son derece bozulmuş olup girişin karşısındakiler tamamen yıkılmıştır. Özgün mimarisi iki katlı olan bu hana yakın bir zamanda üçüncü bir kat ilave edilmiştir. Kalan izlerden revakların tuğladan ve sivri kemerli olduğu anlaşılmaktadır. Kapı ve pencerelerin çoğu değişmiş ve bütün özelliklerini kaybetmişlerdir. Bazı odalarda ocak izleri görülmektedir. Hanın iç bölümleri çok harap olup özgün mimarisini tamamen kaybetmiştir.

Simkeşhane
 Cephesi Beyazıd’dan Laleli’ye inen Cadde üzerinde olan bu hanı Darphane ve Kalaycı Sokakları çevrelemektedir. Batısında ise Hasan Paşa hanı bulunmaktadır. 1463 tarihli kitabesine göre fetihten sonra İstanbulda ilk yapılan eserlerdendir. Simkeşhanenin bulunduğu alan Bizans döneminde ortasında I. Theodosius’a ait üç gözlü bir Zafer Takı olan Tauris Forumu idi. Fetihden sonra ,harap olmuş bu alana Fatih’in Sekbanbaşısı Yakub Ağa bir cami inşa ettirmiştir. Bu caminin yanına Fatih 1470-1475 sikke basılan bir darphane yaptırmış olup Fatih’in fetihden sonraki ilk altın sikkeleri burada kesilmiştir. Evliya Çelebi ,Fatih’in bir rahibin evinin yıkıntıları üzerine bu darphaneyi yaptırdığını yazmaktadır. 1645,1660 , 1683 yıllarındaki büyük üç yangından ve depremlerden bu bina büyük zarar görür. IV. Mehmet (1648-1687)’ in karısı ve III. Ahmet (1703-1730) in annesi Râbia Gülnüş Sultan (ölm.1715) 1707 de bu iyice harap olmuş binayı Sarayın Başmimarı Mehmet Ağa’ya adeta yeniden yaptırtır ve adını da değiştirerek “Simkeşhâne-i Âmire” koyar. Bu inşaat sırasında üst kısmını değiştirmiş bir sebil.çeşme,sıbyan mektebi ve mescit ilave ederek 18. inci yy. görüntüsünü kazandırmıştır. Cepheye ilâve ettiği dükkanlar ve arkadaki mekânda altın ve gümüş sırma çeken esnaf toplanır. Darphane ise 1726 da Topkapı Sarayı kompeksinde yapılan yeni binaya taşınarak para basma işi Simkeşhaneden çıkartılır. 1826 daki bir yangında tekrar zarar gören bina 867 de yeniden onarılır. 1913 yılında çok harap olmuş bina adeta tekredilirse de 1926 yılına kadar bazı yerleri kullanılır. 1957-58 de ki İstanbul’un imar çalışmaları sırasında Beyazıd’dan Aksaray’a doğru inen yol bir bulvar halinde genişletilirken harap hale gelmiş olan ön cephesi kesilerek yola verilmiş ve özgün görünümü çok şey kaybetmiştir. 1974-76 senelerinde Simkeşhaneden arta kalan bölümler Prof. Bedii Şehsuvaroğulu’nun çalışması ile Başkanı olduğu “Şehir Kütüphanesi Kurma ve Yaşatma Derneği” Derneği tarafından İstanbul Belediyesinden 49 yıllığına kiralanarak onartılmıştır. Bu çalışmalar sırasında kazılardan çıkan Tauris Forumuna ait parçalar bir Açıkhava Müzesi şeklinde yerleştirilmiş, yapının var olmayan ön kanadının bulunduğu yere de bir sıra dükkanın bulunduğu bir pasaj yapılmıştır. Simkeşhane binası günümüzde İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.

Simkeşhanenin cephesi İstanbul Hanlarının genel dış örgü yapısı gibi tuğla hatıllı taştan yapılmıştır. Tuğla örgü cephe dışında revaklarda,pencere kemerlerinde ve örtü sisteminde kullanılmıştır.Taş ise cephede,pencere söve ve hatıllarında,bindirmelikleri taşıyan konsollarda
payelerin örgü sisteminde görülmektedir. Restitüsyon plânına baktığımızda üç katlı ve avlulu olan orijinal yapının yola uyma nedeniyle cephede kırık bir hat olarak uzandığını görmekteyiz. Yuvarlak taş kemerli girişin üzerinde taş konsollarla taşınan bir bindirmeliği vardır. Giriş beşik tonozlu bir geçitle avluya bağlanır. Bu geçidin iki yanında yer alan mekanların geçide açılan birer kapı ve penceresi ile ocak nişleri vardır. Hanın batı kanadı ve sebili yola gitmiştir.

Sofcu Hanı
 Nuruosmaniye caddesi ile Tavukpazarı Sokağının birleştiği köşededir. Kitabesi bulunmayan iki katlı avlulu olan bu hanın da mimarı ve yaptıranı bilinmemektedir. Duvar örgüsü ve inşa tekniğine bakarak 18. inci yy. a tarihlendirilir. Yol ve arsa durumuna uyma mecburiyetinden ötürü yamuk bir plâna sahip olan bu hanın yuvarlak kemerli girişi üzeri beşik tonozlu bir koridorla avluya bağlanır. Geçit,avlu,zemin kat ve revaklar günümüze çok harap ve dejenere edilmiş bir halde gelmiştir. Revaklı avluyu üst kata bağlayan merdivenlerde orijinalliğini kaybetmiştir. Avlunun altında üzeri beşik tonoz ile örtülü bir bodrum vardır. Hanın ayakta kalabilmiş üst kat odalarının üzerleri beşik tonoz ile örtülü olup cephenin üst kısmını dolaşan tuğladan bir kirpi saçağın izleri görülmektedir.


Sorguçlu Han
 Kapalıçarşının güneyinde Kalpakçılar Caddesi ile İskender Boğazı arasındadır. Yolgeçen ve Baltacı hanları arasındadır. Kitabesi olmyan bu hanın inşa tekniğine bakarak 18. inci yy. a tarihlendirebiliriz. Kalpakçılar caddesindeki girişi üzeri tonoz ile örtülü bir koridorla ortadaki yamuk şeklindeki avluya bağlanır. Avluda iki katlı yuvarlak kemerli revak sistemi bugün sıva ile kapatılmış ve orijinal dokusu kaybedilmiştir. Kalpakçılar caddesine bakan cephesinde girişin iki yanında sonradan ilave edilmiş dükkanlar cephenin özgün durumunu bozmuştur. Alt kattaki üzeri beşik tonozlu mekanlar taştan yuvarlak kemerli bir kapı ile revak altına açılır. Üst kattaki odaların örtü sistemi ise tamamen değiştirilmiş ve tonoz olması gereken yerler beton plaklarla kapatılmıştır. Günümüzde çok harap olup orijinal yapısından tamamen uzaklaşmıştır

Süleymaniye Hanı
 Süleymaniye külliyesinin bir bölümünü teşkil eden bu han,Külliyenin İmaretinin arka cephesinin altında,zemin katta olup Süleymaniye İmareti sokağındadır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından külliyenin Mimarı Sinan tarafından 1555 de inşa edilmiştir. Külliyenin bir bölümünü teşkil ettiği için plan şeması klasik han tipinden ayrılır. Avlusu yoktur ve tek hacim halindedir. Dış cephe duvarları külliye ile bütünlük gösterip 1,5 m. kalınlığında kesme taş duvardır. İç kısımlarda ise moloz taş kullanılmıştır. Basık kemerli bir girişi olan hanın zemin kat pencereleri düz hatıllı olup sağır alınlıklı ve yuvarlak taş kemerlidir. Külliyeye ait bağımsız bir plâna sahip olmamasından dolayı ayrı bir özelliği olup İstanbul’daki nadir külliye hanlarındandır.

Şeker Hanı
 Fatih’de İstanbul Caddesi ile Malta Çarşısı Sokağının kesiştiği köşededir. Kitabesi olmayan bu hanın yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. Mimari özellikleri 17. inci yy. han stilini göstermektedir. 29 x 32 m. ebadında kareye yakın yamuk planlı, ortasında revaklı bir avlusu olan bir binadır. Orijinali iki katlı olan bu hana sonradan üçüncü bir kat ilave edilmiştir. Zemin katı depolara ayrılmış olduğundan dışarı açılan pencereleri yoktur. Üst kattaki pencereler dikdörtgen taş söveli ve hatıllı olup muntazam bir sıra halinde her mekana iki tane gelmek üzere devam eder. İki caddenin birleştiği köşede inşa edildiğinden iki cephesi vardır. Ana girişi İstanbul Caddesi üzerindedir. Yuvarlak taş kemerli olan bu giriş,üstü beşik tonozla örtülü olan bir geçitle avluya bağlanır. Avlu her iki katta da tuğladan sivri kemerli revaklarla çevrilidir. Avludan üst kata çıkan merdiven orijinalliğini kaybetmiştir. Cephede birkaç sıra taş ve tuğla derzden oluşan hatıllar görülmekte olup son derece sadedir.

Taş Han (Sipahiler Hanı,Çukurçeşme Hanı,Katırcıoğlu Hanı)
 Lalelide, Fethi Bey Caddesindedir. Kitabesi olmamakla birlikte III. Mustafa (1757-1774)’nın yaptırtmış olduğu Lâleli Camiinin Vakıf kayıtlarında ,bu hanın camiin vakfından olduğu ve ulûfelerini almak için İstanbula gelen Sipahilerin kalmaları için yaptırıldığı yazılıdır. Bu yüzden ilk yapıldığında “Sipahi Hanı” adı ile tanınmaktadır.
Üç avlulu olan bu hanın giriş cephesi çağdaşlarından farklı olarak tuğla hatıllı olmayıp kesme taştan inşa edildiğinden dolayı “Taş Han” adı ile anılmıştır. Diğer cephelerde ve iç avluya bakan duvar örgüsünde ise taş sıraların arasında tuğla hatıllar ile klasik dokuya dönülmüştür. Giriş 27 x 14 m. lik birinci avluya alışılmışın dışında bir plân şemasıyla uzun bir bina koluyla bağlanır. Avluya geçişi de içine alan bu kısım tek başına bir bölüm meydana getirmekte olup üzerinde iki katlı dar odalar bulunmaktadır. Bu geçit ayrıca uzun bir koridor ile ana avluya da bağlanmakta olup iki yanında üst kata çıkışı sağlayan merdivenler vardır. Girişin üzerinde biri büyük diğer ikisi küçük olmak üzere üç taş kemer hafif bir çıkıntı yapan taş payelere oturur. Bu kemerlerin üzerinde zemin kat ile üst katı ayıran taş bir silme devam edere. Esas avlu bodrumlu olup diğerlerinden oldukça büyüktür. Bir rampa inilen avludaki bu bodrum atların barınması için yapılmıştır. Yuvarlak revak kemerleri tuğladandır. Bu revakların arkasında kalan odaların bazıları yuvarlak taş kemerli kapı ve dikdörtgen taş hatıllı pencerelerle bazıları da sadece sadece kapı ile revaklara açılmaktadır.

Günümüzde bakımsız ve bazı yerleri harap olmakla beraber eski karakterini muhafaza edebilmiş olan bu yapı İstanbul’daki askeri hüviyetli tek handır.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Restorasyon:
Vezir Hanı
 Çemberlitaş’da Vezir Hanı Caddesindedir. 1659/60 tarihli kitabesinde Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa tarafından Köprülü Külliyesine dahil edilmek üzere yaptırıldığı yazılıdır. Sokak ve arsa durumuna uymak mecburiyetinden dolayı muntazam bir plânı yoktur. Taş ve tuğla karışımı olarak inşa edilmiş olan bu han iki avlulu ve iki katlıdır. Hanın taç kapılı girişi cadde üzerinde olup arazinin meyilinden dolayı bu kısım üç katlıdır. Cephede yuvarlak taş kemerli 8 adet dükkan kapının iki tarafında sıralanmıştır. Giriş kapısının üzerinde talik hatla yazılmış 1894-95 tarihli beş satırlık bir tamir kitabesi vardır. Buradan beşik tonozlu bir geçitle revaklı ,üçgen biçiminde birinci avluya geçilir. İkinci avlusu 70 x 45 m. ebadında yamuk biçiminde olup sivri kemerli revaklıdır. Üst kata revak altında karşılıklı iki yöndeki merdivenlerle çıkılır. Kapı ve pencereleri dikdörtgen ve taş hatıllıdır. İkinci avluda bugün fonksiyonunu kaybetmiş küçük bir mescit bulunmaktadır.

Yağcı Han
 Kapalıçarşının güneyinde Kalpakçılar Caddesi ile Nuruosmaniye ve Tavukpazarı sokakları arasındaki adadadır. 18 inci yy. a ait olan bu han yamuk bir arsaya inşa edildiğinden plân şeması da bu asimetriye uydurulmuştur. Nuruosmaniye sokağındaki çok değişmiş olan giriş cephesi sivri bir kemer ve onu takip eden bir geçit ile ortadaki iki katlı revaklı avluya bağlanır. Revakların üst örtülerinin devrinin özelliği göz önüne alınacak olursa tonoz ile kaplı olmalı idi. Günümüzde ise son derece bozulmuş olan bu örtü sistemi betona dönüştürülmüştür. Odalar da özgün durumunu kaybetmiştir. Kalan izlerden cephenin tuğla hatıllı taştan inşa edildiği anlaşılmaktadır. Bugün zemin katı dışarıdan bir sıra dükkan çevrelemektedir.

Yaldızlı Han
 Kapalıçarşı bölgesinde, Tığcılar Sokağındadır. Kitabesi olmadığından yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. İnşa tarihi ve civarındaki hanlarla birlikte 18. inci yy. olmalıdır. Etrafı tamamen binalarla kaplı olduğundan sadece girişteki cephesi görülmektedir. Tek avlulu ve iki katlı bir ticaret hanı olan bu yapının cephesinin ayakta kalan kısımlarından kesme taş ve tuğla hatıllı olduğunu anlamaktayız. Çok değişmiş olan girişi,bindirmeliksiz ve çıkıntısız olup taştan yapılmış yuvarlak bir kemerdir. Bu giriş, üzeri beşik tonozlu bir geçit ile ortadaki avluya, yuvarlak tuğla kemerli bir revak ile bağlanır. Bu kemerler diğer han mimarisinde görülmeyen bir tarzda biri geniş diğeri dar olarak devam eder. Zemindeki odalar yuvarlak birer taş kemerli kapı ile ortadaki revaklı avluya açılırlar. Üst kat odalarında ise hem kapı hem de pencere vardır. Zemin ve üst kattaki odaların üst örtüsü beşik tonoz olup revaklar çapraz tonozludur. Yukarıdaki kata üzeri beşik tonozlu bir merdivenle çıkılmaktadır.
Günümüze oldukça yozlaşmış ve orijinal yapısından çok kaybederek gelmiştir.

Yıldız Hanı
 Mahmutpaşa yokuşunda, Sultan Odaları ve Yeşildirek sokakları arasındadır. Üzerindeki kitabede sadece inşa yılı olan 1817 yılı yazılıdır. Tek avlulu ve üç katlı bir ticaret hanı olan bu yapı bu bölgede inşa edilmiş son han olmalıdır. Zemin kat depolara diğer iki kat ise kullanım odaları olarak düşünülmüştür. 18.inci yy. hanlarında gördüğümüz klasik tuğla hatıllı taş cephe burada da devam etmektedir. Dikdörtgen şeklindeki avluya açılan revaklar yuvarlak kemerlidir. Bu kemerleri taşıyan payeler ise taştan olup kare şeklindedir. Zemin kattaki odalar revaklara bir kapı ile üst katlar ise birer pencere ve yuvarlak taş kemerli kapı ile açılır. Cephede günümüze son derecede değişerek gelmiş bir sıra dükkan vardır. Cephede taş konsolların taşıdığı çıkmalar ise bütün cephe boyunca katlar arasında yükselerek devam eder ve cephede bir hareketlilik sağlar.

Zincirli Han
Kapalıçarşının kuzeyinde Tığcılar Sokağındadır. İnşaat tekniği ve civarındaki hanlara bakarak 18.inci yy. sonlarına doğru yapıldığını anlamaktayız. Tek avlulu ve iki katlı bir ticaret hanıdır.Tığcılar Sokağındaki çok sade yuvarlak taş kemerli girişi avluya beşik tonozlu bir geçitle bağlanır. İki kata çıkan merdivenler bu geçittedir. Avluyu çevreleyen revaklar tuğladan yuvarlak kemerlidir. Kemerleri taşıyan kare payeler ise taştandır. Her iki katta da revaklara açılan odaların yuvarlak taş kemerli birer kapı. ve penceresi bulunmaktadır. Odalardaki izlerden burada ocaklar olduğu anlaşılmakta ise de bu ocakların hiçbiri günümüze gelmemiştir. Her iki katın da üstü çapraz tonoz ile örtülüdür. Zemin katı çok değişikliğe uğramış ve orijinal yapısını tamamen kaybederek günümüze gelmiştir.


Haliç-Galata-Beyoğlu bölgesindeki Hanlar:

Kurşunlu Han / Rüstem Paşa Hanı :
 İstanbul’un ticari potansiyeli yüksek olan Eminönü-Beyazıd arasındaki yoğun han yapılaşmasına karşılık XVI. ıncı yy. da burada bu hanın yapılması buradaki ticari bir potansiyeli göstermesi bakımından önemlidir. Bu hanı daha çok hırıstiyan tüccarlar kullanmışlardır. Rüstem Paşa’nın 1561 tarihli vakfiyesinde “Kurşunlu Han” adı ile yazılıdır. Haliç kıyısına yakın olan Tersane Caddesinde ,Ceneviz kilisesi olan Saint Michel’in kalıntıları üzerine Sadrazam Rüstem Paşa tarafından 1561 de Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. 65 x 35 m. ölçüsünde dikdörtgen plânlı olan bu bina sivri kemerli bir revakın çevrelediği avlunun etrafındaki iki katlı odalardan meydana gelmektedir. Zemin kattaki paye ve duvarlardaki derz ve tuğla tezyinat evvelce buradaki Saint Michel kilisesinin kalıntılarına aittir. Üst kısımdaki destek ve taşıyıcılar ise tamamen 16. ıncı yy. Osmanlı mimarisi tarzındadır. Avlunun ortasında, dört kollu olarak düzenlenmiş iki katı birbirine bağlayan merdivenler bulunmaktadır. Binaya giriş dar cephedeki sivri kemerli bir kapıdan sağlanmaktadır. Alt ve üst kattaki odalar beşik tonoz , revak ise kubbe ile örtülüdür. Pencereler dikdörtgen taş sövelidir. Avlunun üst kısmını dolaşan tuğla kirpi saçaktan günümüze bazı parçalar gelebilmiştir.

Saksı Han
 Galata’da Perşembe Pazarı,Bekar ve Zencefil sokakların çevrelediği adadadır. Kitabesi olmayan bu hanın mimarı ve yaptıranı bilinmemektedir. Evvelce yerinde bir Ceneviz yapısının olduğu alt kademelerdeki derz ,tuğla ve taş işçiliğinden anlaşılmaktadır. Osmanlı devrinde mahkeme binası olarak kullanıldığını ileri sürülen bu yapı plan şeması bakımından bir han mimarisi göstermez. İki katlı kesme taş ve tuğladan inşa edilmiş olan binanın avlusu yoktur, ayrıca birbirine açılan odalar ve sofaları da bu da binanın han olarak yapılmadığının bir kanıtıdır. Perşembe Pazarı Sokağı köşesindeki dikdörtgen plânlı,üzeri beşik tonozlu fonksiyonu tam olarak anlaşılamayan yapının, bu bina ile ilişkili olarak hapishane olarak yapıldığı da ileri sürülmektedir. Bugünkü hali ile 18. inci yy. a aittir. Odaların üstleri tonoz ile örtülü olup aralarında geniş sofalar bulunmaktadır. Üst kata çıkış , alt kattaki koridorun sonundaki taş merdivenlerle sağlanmaktadır. Yuvarlak kemerli giriş kapısının üzerindeki iki sıra konsolların taşıdığı çıkma cephede bir hareketlilik sağlamaktadır. Üst kattaki pencereler sivri kemerleriyle cephe görünümünü hareketlendirir. Üç sıra testere dişli tuğla saçak cepheyi çatı altından çevrelemektedir.

Saint Pierre Hanı
 Galata’da Bankalar Caddesi’ne paralel olarak uzanan Eski Banka Sokağındadır. 1768-1784 yılları arasında İstanbul’da Fransız elçisi olarak görev yapan Kont de Saint Priest tarafından Fransız tüccarlarının konaklamaları ve onların bankacılık hizmetlerini buradan yönetebilmeleri için yaptırılmıştır. Beş ayrı bölümden meydana gelmiş olan bu hanın tüccarların mallarını depolamaları için yaptırılan iki binası ile bunlara bitişik olan banka ve lojmanı 1771 de, Eski Banka Sokağı ile Galata kulesinin kesiştiği yerdeki bina 1772 de, Voyvoda caddesine dönen köşedeki bina da 1775 de inşa edilmiştir. Bu binaların hepsi kesme taştan karğir olarak inşa edilmiştir. Gayet sade olan ön cephelerde yuvarlak kemerli pencereler bulunmaktadır. Bu cephelere Saint Priest’in ait iki tane kontluk arması ile Fransa krallığına ait devlet arması mermer üzerine kabartma olarak işlenmiştir. 1863 de Osmanlı Bankası kurulunca ilk yönetim yeri burası olmuştur. Bu sırada binanın içinde ve dışında bazı değişiklikler yapılmış ve üçüncü bir kat eklenmiştir. Banka buradan kendi yeri olarak yaptırdığı Taksim’deki binasına taşınınca ona ait odalar büro olarak kullanılmıştır. Daha sonra “Constantinople Barosu” ve “İtalyan Ticaret Odası” olarak da kullanılan bu han günümüzde birtakım atölye ve imalathaneler tarafından kullanılmakta olup çok bakımsız ve harap bir durumdadır.

Hanın ön cephesindeki mermer bir levhada ünlü Fransız şairi Andrè Chènier’in burada doğduğu belirtiliyorsa, şairin doğduğu ev hanın yapımından önceki büyük Galata yangınında yanmış olup yangından kurtarılan bu levha sonradan buraya konulmuştur.

Serpuş Han
 Galata’da Perşembe Pazarı Caddesi ile Eski Tay çıkmazının kesiştiği köşededir. Üç katlı,avlusuz olan bu han evvelce buradaki bir Ceneviz yapısının üzerinde inşa edildiğini alt kattaki duvar tekniği göstermektedir. Dış cephedeki sivri kemerli pencereler,kesme taş ve tuğla hatıllı duvarlar ile çıkmaları, kitabesi olmayan bu yapının 18.inci yy. a ait olduğunu göstermektedir. Odaları birbirine tonozlu sofa ve koridorlar bağlamaktadır. 19 uncu yy. ın sonunda tüccarlardan başka kitapçıların da burada ticaret yaptıkları ticaret yıllıklarından anlaşılmaktadır.

Yelkenciler Hanı
 Azapkapı’da Tersane Caddesinin deniz tarafındadır. 19.uncu yy. da burada Yelken bezi üretildiği için bu isimle anılmaktadır. Kemankeş Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Paşa’nın ölüm tarihi 1647 olduğuna göre 17inci yy. eseridir. 44 x 15 m. ölçüsünde dikdörtgen plânlı olup bir avlu etrafında iki katlı bir yapıdır. Katlardaki odalar bugün mevcut olmayan bir revaka açılmakta idi. Girişten beşik tonozlu bir koridordan geçtikten sonra avluya geçilir. Üst kat son derecede bozularak günümüze gelmiştir.

19. uncu yy. dan sonra yapılan Hanlar:
 Bereket Han
 Galata’ta Bankalar Caddesi ile Galata kulesi sokağı ve Kart Çınar Caddesinin arasındaki adanın ucundadır. Galata Cenovalıların idaresi altında iken podestanın ikamet ettiği,1304 de inşa edilmiş olan Cenova sarayı (Palazzo del Comune)’nın yerine yapılmıştır. Saray 1315 de yanmış 1316 da gotik tarzda yeniden inşa edilmiştir. Fetihten sonra da Ceneviz cemaatinin idare merkezi olarak varlığını sürdürmüştür. Hanın arka duvarlarında bu saraya ait duvar izleri bulunmaktadır. 19. uncu yy. da orijinal hali bozularak Francini Hanı diye adlandırılarak han olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1880 de Voyvoda Caddesinden tramvay yolu geçirilirken hanın ön kısmı yıkılmıştır. Yeniden düzenlemeden sonra Bereket Han adını almıştır. Avlusu olmayan ve iş hanı olarak inşa edilmiş olan bu yapı beş katlıdır. Bankalar Caddesine açılan alt katta iki mağaza,üst katlarda ise birbirleriyle içeriden bağlantılı bir koridor üzerine dizilmiş odalardan meydana gelen bir plânı vardır.

Büyük Balıklı Hanı
 Galata’da Kemeraltı Caddesi ile Aynalı Lokanta,Arşın Çıkmazı ve Leblebici Şadan sokaklarının çevrelediği adadadır. Fetihten hemen sonra burada bulunan ahşap bir binada hastahane olarak hizmet ,daha sonra yanan bu bina yenilenmiş ve faaliyetine 1753’e kadar burada devam etmiştir. Bu tarihte İstanbul Limanına gelen gemilerdeki hasta gemicilerin tedavi edildiği bu hastahane birtakım bulaşıcı hastalıkların şehre yayılmasını engellemek için şehir dışına çıkarılmış ,bina da yıkılmıştır. Daha sonra bu hastahane arsasının üzerine Patrik II. Yoakim tarafından İstanbul’un19.uncu yy. Rum zenginleri olan Zagforos,Zarifi,Hacopulo,
Kasonova,Rali ve Koronos’un bağışlarıyla 1875 de Balıklı Rum Hastahanesine akar olmak üzere Mimar Ariditi Razi’nin projesi ile bu han yapılmıştır. Günümüzde de Balıklı Rum Hastahanesinin Vakfıdır. Avluyu çevreleyen bir duvardaki kitabede de yapılış tarihi olan 1875 yazılıdır. Ortasında avlusu olan dikdörtgen planlı bu han zemin ile birlikte dört katlıdır. Zemin katta biri avluya diğeri ise sokağa açılan iki dükkan sırası bulunmaktadır. Üst katlardaki odalar avluyu çepeçevre çeviren bir koridor üzerindeki yuvarlak kemerli revaklara açılmaktadır.
Neo-Klasik üsluptaki bu hanın avlusundaki mermer fıskiyeli bir havuz bulunmaktadır. Han odaları içeriden demir dışarıdan cam-ahşap kanatlı kapılarla revaklara açılmaktadır. Odaların sokağa bakan pencereleri içeriden basık kemerlidir.

Generali Han
 Bankalar Caddesi,Bereketzade Medresesi ve Billur Sokakların arasındaki adaya kaplayan bu han 1900 lü yılların başında Sigorta Şirketi olan “Assikurazioni Genarali” tarafından Mimar G. Mongeri’ye yaptırtılmıştır. Bir zemin kat üzerine beş kat olarak inşa edilmiş bu hana sonradan bir kat daha ilave edilmiştir. Kesme taş kaplı olan dört cephesi de sütun,kemer silmelerle hareketlendirilmiş olup Barok mimarinin en güzel örneklerinden birini gösterir. Çifte sütunların ve üzerlerindeki yarım yuvarlak kemerlerle bölünen cephede iki katlı dikdörtgen pencereler muntazam olarak bir birlik içinde sıralanmıştır. Cephedeki giriş Art-Nouveau tarzında,iki yivli payenin çevrelediği yuvarlak bir kemerin içindeki bitki motifleri ile bezenmiş demir bir kapı ile sağlanmaktadır.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Navigasyon

[0] Mesajlar

[#] Sonraki Sayfa

[*] Önceki Sayfa

Tam sürüme git