SELÇUKLU SANATI
Selçuklu Sanatı, İslam dönemi Türk sanatında önemli bir aşamayı temsil eder. İran, Maveraünnehir ve Horasan bölgelerine yayılmış olan bu sanat, Abbasi, Sasani ve Karahanlı dönemlerinin sanat ve mimari geleneklerini geliştirerek klasik formlara ulaştırmıştır. Karahanlıların ve Gaznelilerin yaşadığı bölgelerde başlayan gelişme, Selçuklu egemenliği sırasında daha geniş çaplı denemelerle zenginleşmiş ve ortak çizgiler gösteren gerçek bir üslup belirmiştir. İran Selçuklu sanatının asıl önemi Anadolu Selçuklu sanatı için temel kaynak olmasıdır.
Özellikle tuğlaların değişik düzenlemeleriyle ulaşılan çok zengin geometrik kompozisyonlar, Anadolu Selçuklu mimarisinde de yaygın olarak uygulanan klasikleşmiş bir biçimdi. Bu uygulamanın günümüze kalabilmiş en güzel örnekleri Gazvin ile Hemedan arasında, Harakan bölgesindeki iki kümbettir.
Çıplak tuğla tekniğinin doruğunu temsil eden bu iki yapının özellikleri, köklerini Karahanlı ve Gazneli mimarisinde bulabileceğimiz bir geleneğe dayanır.
Özellikle mimarlık ve süsleme sanatlarında Ortaasya ve Horasan gelenekleri, Azerbaycan ve Doğu Anadolu üzerinden Anadolu’ya kadar uzanmıştır. Selçuklu mimarisinin bütün özelliklerini ve gelişme sürecini yansıtan Mescidi Cumalar, o döneme kadar yapılmış olan camilerde görülmeyen bazı yenilikler taşıyordu. Bunlar, kubbe olgusunun önem kazandığı ve planın kubbeye göre tasarlandığı ilk camilerdi.
Selçukluların başarıyla uyguladıkları büyük ölçekli cami, medrese ve kümbet gibi yapı tipleri, dönem için klasik diyebileceğimiz biçimler kazandı. Süsleme sanatları da bu dönemde belirli kurallara ve temellere oturtuldu. Moğol ve Timur istilalarının getirdiği yıkım ve Safevilerin yoğun imar faaliyeti Büyük Selçuklu eserlerini silemeyecekti. Seçilen malzemenin ve uygulanan sağlam tekniğin de bunda büyük rolü olmuştur.
Selçuklular devri sanat ve imar faaliyetini gösteren ve aralarında çoğu şaheser vasfını taşıyan mimari, kitabe, hat, tezhip, süsleme, minyatür, çini, halı ve kilim v.b. sanat eserlerini burada birer birer saymağa imkan yoktur. Kaynaklarımızın ve ayrıca Nasır-i Husrev (ölm. 1061)den başlayarak son zamanlara kadar yerli, yabancı birçok seyyahların şahadet ettikleri gibi, Diyarbakır’ın Sultan Melik şah devrinden kalma sur bedenlerinde ve diğer Türkmen beyliklerinin eserlerinde bol miktarda tesadüf edilen bozkır sanatı mahsulü hayvan tasvirlerinden başka, Selçuklu hâkimiyeti devrinde Çin sınırlarından Akdeniz, Mısır ve İstanbul boğazına, Oğuz bozkırlarından ve Kafkaslardan Hind hudutlarına ve Yemene kadar uzanan geniş saha üzerinde binlerce saray, cami, mescit, imaret, han, hamam, darüş-şifa, medrese, han kah, türbe, kümbet, çeşme, sebil, kervansaray, kale, sur, ribat, mezar sandukası yapılmıştır ki, cepheleri, kapıları, pencere kenarları en güzel ve renkli yazılarla süslenmiş, içleri ince tezyinat ile bezenmiş, bazıları Türk çinileri ile kaplı, kubbe kenarları, minber ve mihrapları, şadırvanları Türk mermer taş işçiliğinin, kapıları ve pencere kapakları Türk kakmacılık ve oymacılığının en güzel örneklerini veren, Selçuklu çağının her hususta üstünlüğü ile paralel vasıftaki bu eserleri yakından tanımak için yalnız Anadolu’yu, hatta yalnız Konya şehrini görmek kafidir kanaatindeyiz.
Bu konuda pek çok eser yazılmıştır. Onun için biz burada Selçuklu Türklüğünün sanat dünyasına getirdiği yeniliklerden kısaca bahsetmekle iktifa edeceğiz: İran sahasına geldiklerinde karşılaştıkları yüzlerce yıllık geleneğe sahip mimariye Selçuklular kendi şahsiyetlerinin damgasını vurdukları gibi, yeni yapı şekilleri de meydana getirmişlerdi.
XI. yüzyıl sonlarından itibaren her tarafa yayılan ve üç büyük Selçuklu devlet medresesinde, Bağdad, Nişabur, Tüs Nizamiyelerinde ilk şeklini alan medrese mimarisi yeni Türk yapı sanatının örnekleri olarak Türk - İslam dünyasında hakim bir mevki almış, İran ve Türkistanda yeni bir cami yapı şekli olan girintili duvarlarla çevrili büyük avlusu ile medrese camii inşaatı ortaya konmuştur. Bu yapı şekli Irak Suriye ve Mısırda yayılmıştır.
Bugün İsfahan’da kubbesi ile avlusundan bir kısmı halen mevcut Sultan Melikşah’ın Mescid-i Camiinin ana planı İran, Türkistan ve Iraktaki büyük camilerde tatbik edilmiş, böylece Iran cami şeklini Türk mimarisi vermiştir. Esasları itibariyle muazzam otağları andıran tuğla kümbetler de Türklerin İslam dünyasına getirdiği yeni yapı şekillerinden biridir. Kümbetler konik veya çok köşeli çatılı olup, çoğunlukla çini ile kaplı bulunurdu. Üzerlerinde kumaş tezyinatı ihtiva eden bu kümbetler İran’da Selçuklu mimarisinin müstesna eserleridir.
Türkler ayrıca kubbeli türbe inşaatında da değişiklik yapmışlar, kubbe külahı üzerine silindir bir tambur vasıtası ile, ikinci bir kubbe oturtmak suretiyle kubbeyi yükselterek, çok uzaklardan görülebilen birer abidevi yapı haline getirmişlerdir (msl. Merv’de Sultan Sencer türbesi) ve bu yapı şekilli kubbeler Mâveraünnehir, Kirman, İran, Suriye ve Mısır’da yayılmıştır ki, msl. Kahire şehrine esas karakterini veren de bu şekildeki yapılar olmuştur. Nihayet eski dört veya çok köşeli kule biçimi minare yerine silindirik, bâzen yivli, yüksek, ince minare şekli de İslam alemine Türk mimarisinin hediyesidir. Türklerin sanat bahsinde de dini taassuba kapılmadıklarını Sultan Tuğrul Beyin Bağdad’da taç giyme ve kılıç kuşanması münasebetiyle bu törenin hâtırası olarak hazırlatılan, hem sanat tarihi, hem de tarih bakımından mühim, altın madalyadaki sultanı ve etrafındakileri gösteren tasvirlerle, bir Selçuklu prensesini gösteren bir stuk baş ve Türk yapıları üzerinde yer alan kuş, boğa, ejderha, çift başlı kartal v.b. kabartmaları ve Anadolu Selçuklu sultanlarının bastırdıkları, üzerinde insan şekilleri bulunan, paralar da ortaya koymaktadır.
Bunun gibi, İran’da (Rey’de) saray hayatını tasvir eden “tuk pano”da, Selçuklu devri kabartma heykel sanatının bize kadar gelen nadir örneklerindendir. Ayrıca Selçuklular Yakın-doğudaki Grek - Roma ve Bizans sütununa “emet sütun” denilen yapı şeklini, eski sütun başlıklarına da “stalaktit” ve “aklavalı” diye anılan iki ayrı yapı şeklini ilave etmişler ve bu Türk yapı şekilleri Anadolu’ya zengin bir çeşitlilik kazanmış, bilhassa XVI. Yüzyılda Mimar Sinan devrinde büyük gelişme göstermiştir. Eski Islam mimarisindeki yuvarlak ve �ırık�kemer yerine Selçuklular sivri kemer i getirmişler, bu son tarz da Osmanlılarda daha da çeşitlenmiştir.
Camilerde ve diğer yapılarda pencerelerin katlar halinde sıralanması Türk mimari mahsulü olup, başka Islâm ülkelerinde tanınmamıştır. Kubbe inşaatında Selçukluların ortaya koydukları mühim yeniliklerden biri de, ana duvarlardan kubbeye geçişin üçgen sahalar ile sağlanmasıdır ki, mimarlık tarihinde Türk üçgenleri adı ile anılan bu tarz Osmanlılarda türlü şekiller alarak gelişmiştir. İslam sanatı mihrap inşaatında Türk yapı şekli, bunun dikdörtgen veya beş köşeli olması ve üst kısmın basamaklı bir kemer ile nihayetlenmesidir. Selçuklu üslubunda daha ziyade basık olan bu mihraplar Osmanlı devrinde camilerin azameti ile paralel olarak yükselmiş ve incelmiştir. Minberler bakımından süsleme için yeni sahaların bulunması, çeşitli nakışların meydana konması ve türlü tekniklerin kullanılması hususlarında Türk sanatının yaratma kudreti sonsuz olmuştur. Ortaçağ Türk mimari eserlerinde çeşitli yerlere serpiştirilen âyet ve duaların yazı şekillerinde de Türk zevki kendini göstermiş, bu suretle Selçuklu üslubunda teşekkül eden, Selçuklu sülüsü Selçuklu kufisi ve Selçuklu neshi abidelerin haşmet ve zarafetini arttırmıştır. Burada, eski Uygur - Türk sanatının devamı olarak kitap resmi ve minyatürde birer Selçuklu okulu kurulmuş olduğuna da belirtelim.
İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, MEB
kaynak:felsefeekibi.com