Gönderen Konu: Acıyı görmek yaşamaktan daha kötü ...  (Okunma sayısı 4632 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı "ArZu"

  • arzu
  • Arkadaş
  • Uzman
  • *
  • İleti: 1.222
  • Karizma Puanı: 209
Acıyı görmek yaşamaktan daha kötü ...
« : 14 Ağustos 2008, 14:27:30 »

Acıyı görmek yaşamaktan daha kötü...
 
ERHAN ÖZDEN
Öğrenme, yeni duyumlarla eski bilgilerin bağlantılı hale getirilmesi ve bundan “kayda değer” sonuçlar çıkarılması organizasyonudur. Kainatı keşfetmek için müthiş bir organizasyondur bu. Her adımda zihninizin daha fazla özgürleştiğini, keşfettiğiniz şeylerin düşünme çeperlerinizi genişlettiğini hissedersiniz.
Bu yönüyle sığdığınız kaptan dışarı taşma halidir her bir öğrenme.

Ancak yazının konusu madalyonun (öğrenmenin) diğer yüzüyle ilgilidir. Ve madalyonun diğer yüzünde duygusal öğrenmeler vardır. Duygusal deneyimlerimiz eğer sindirilmiş ve özümsenmişse yani yarıda kalmamışsa bizi en az bir zihinsel öğrenme kadar özgürleştirir. Nietzsche’nin “Beni öldürmeyen her şey beni güçlendirir.” dediği nokta da tam olarak budur. Ancak; duygusal öğrenmeniz yarıda kalmışsa işte o zaman değil düşünce çeperlerinizi genişletmek, hayatınızı tam anlamıyla bir tür kısır döngüye çevirecektir.

Öğrenme nasıl yarıda kalır?

Yarıda kalan öğrenmelerin baş aktörü travmatik acılardır. Ve bu acılarınızı asıl travmatik hale getiren onları yaşamayıp sadece görmenizdir. Yanlış okumadınız, acıyı yaşamak değil yaşayanı görmekten bahsediyoruz. Evet, acıyı görmek yaşamaktan daha kötüdür. Çünkü sadece görmek ama yaşamamak içinde yaşanılana dair bir “bilinmezlik korkusu” barındırır. Bu korku psikoloji literatüründe “genelleşmiş anksiyete bozukluğu” diye anılan ve hayatınızı çepeçevre saran, her anını kucaklayan bir genelleşmiş endişe hali anlamına gelir. Ve birçok kişide acının bizzat kendisini yaşayana kadar bu geçmez bir hal alır. Suyun en derin yerinin neresi olduğunu öğrenmişseniz (boğulma tehlikesiyle dahi olsa!) artık o denizde daha rahat yüzersiniz. Çünkü suyun derinliği hakkında artık bir fikriniz vardır. Boğulma tehlikesi yaşayan kişi, ölümle yaşam arasındaki o ince çizgiye değmenin nasıl bir şey olduğunu deneyimlemişken, onu gören, sadece gördüğü ve korktuğuyla kalmıştır. Gören için acı tasavvurdan ibaret kaldığı için bir sınırı da yoktur, dolayısıyla korkusunun da bir sınırı olmayacaktır, olmamaktadır.

Örneğin 17 Ağustos depremi bu yarım kalmış öğrenmelerin aynı anda binlercesini devreye sokmuş bir psikotrajedidir. Depremi derinlemesine yaşayan, hatta ailesinden birilerini kaybedenler (acının ardından sağlıklı bir yas süreci yaşamışlarsa) acıyı atlatırlar. Evet, resmen atlatırlar. Buna karşın depremde yakınlarını kaybetmeyenlerin bir kısmı, psikolojilerini kaybetmişlerdir! Deprem korkusundan ömür boyu “tanımsız” bir gulyabani gibi kaçıp dururlar. Kişinin acıyı mesafeli olarak algılamasına neden olan “gördüğünden korkma”, boyut değiştirip “yaşama” halini alsa onlar da kendilerine gelecektir ama, bu yaklaşma hiç olmadığı için korkuyla barışma da bir türlü olmaz.

İşte bu görmeyle-yaşama arasına sıkışan acı, insanoğlunu peşinden hayat boyu koşturur. Hayat boyu bu sıkıştığımız yerde; onu tekrar yaşamak korkusuyla adımlarımızı ondan uzağa uzağa, daha bir uzağa atarız. Ve böylece içimizde bir tür dengesizliğin tohumu atılmış olur.

Hatta bu gördüğümüz acının kontrolsüzce ve birden gelmesinden o kadar korkarız ki, hayatımızdaki başka şeyleri kontrol edersek o da gelmezmiş gibi sebep-sonuç ilişkisi kocaman bir “sıfır” ama psikolojik tatmin düzeyi “mükemmel” uydurma davranışlar geliştiririz. Kimileri kaldırım çizgilerine basmamasıyla, kimileri her işini belirli bir sayıyla yapmayla (ışıkları 3 kez açıp söndürme), kimileri masasındaki her şeyin hizalı durmasıyla ilgili kontrol sağlayarak hayalindeki gelmemiş kontrolsüz acıdan korunduğuna dair bir tür zan geliştirir. Bunu kontrolsüzce yapıyorsa o artık bir OKB (obsesif kompülsif bozukluk) hastasıdır.

“Geleceğe gidebilmek için geçmişi geride bırakmak gerekir,” diyordu Sally Field Forrest Gump’ın annesi rolünde. Ama işte o geçmiş maalesef yarım kalmış duygularla pakete sığmaz, peşinizden koşup durur. Dolayısıyla Einstein’a selam olsun ki zaman izafileşir ve hatta kimileri için durur!

Renklerin diliyle travma

Evet bizler günlük hayatımızda çeşitli enstrümanlarla kaçtıklarımızın gölgesinde yaşadığımız gerçeğini bir şekilde gölgelemeyi beceriyoruz belki. Ama ruhun en gölgesiz, en manipülasyonsuz hali olan sanatta ve sanatçılarda geçmiş kendisini, dolandığı hayatta öyle dolanmadan ve direkt olarak ifade ediyor ki netlik bazen gözümüzü kamaştırıyor. Van Gogh, Eminem, Beethoven gibi sanat insanlarının eserlerini biyografileriyle birlikte değerlendirmelisiniz. İşte o zaman özgün dediğimiz fırça, nota, söz ilmeklerinin her birinin aslında kişisel tarihçelerinden ödünç alındığını, sanatçı da olsalar yine geçmişin bitmeyen tahsilatının içinde olduklarını fark edersiniz. Aslında travmalarının sanatçıları beslediğini iddia etmek de akla çok yakındır. Bütün sanat insanlarının bir şekilde bir acılarından beslendiğini hayatlarına biraz daha yakından baktığınızda mutlaka görüyorsunuz.

Van Gogh 10 Temmuz 1890 tarihli mektubunda (intiharından önceki son mektuplarından biridir) kendi resmi için, “Bunlar fırtınalı gökler altında uzanan çok geniş mısır tarlaları. Derin keder, sonsuz yalnızlık ifade etmek için herhangi bir zorlamaya başvurmama gerek kalmadı. Bunlar benim kelimelerle anlatamayacağım şeyleri söyleyecekler size...” demiştir.

Van Gogh bir ressamdır ama tıpkı bizim gibi o da özgür değildir, paletindeki renkler travmalarıyla sınırlıdır. Özgürlüğün tadıyla gökkuşağındaki her bir renge uzanmak istersiniz ama bu -bu derece patolojik bir çağda- neredeyse imkansızdır. Siz gözünüz gökkuşağında, elinizde fırçanız geçmişinizin renkleriyle portrelere tekrar tekrar yansır durursunuz da farkına bile varmazsınız. [email protected] 


alıntı 
 


Çevrimdışı ilker

  • İlker ÖZTÜRK
  • Administrator
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 8.584
  • Karizma Puanı: 1877
    • GorselSanatlar.NET
Ynt: Acıyı görmek yaşamaktan daha kötü ...
« Yanıtla #1 : 14 Ağustos 2008, 16:37:33 »
teşekkürler Arzu hocam  219s +
Selçuk Üniversitesi - Seramik - 1998
Abant İzzet Baysal Üniversitesi - Resim İş - 2004
Düzce Yunus Emre Ortaokulu


Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet.

Çevrimdışı "ArZu"

  • arzu
  • Arkadaş
  • Uzman
  • *
  • İleti: 1.222
  • Karizma Puanı: 209
Ynt: Acıyı görmek yaşamaktan daha kötü ...
« Yanıtla #2 : 14 Ağustos 2008, 17:04:10 »
ben teşekür ederim İlkerciğim   570a

turkegirl

  • Ziyaretçi
Ynt: Acıyı görmek yaşamaktan daha kötü ...
« Yanıtla #3 : 10 Şubat 2009, 18:35:28 »
çok teşekkürler