Gönderen Konu: KAYNAĞA DÖNÜŞ AÇISINDAN GRUPLAŞMA EĞİLİMLERİ  (Okunma sayısı 7272 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742

KAYNAĞA DÖNÜŞ AÇISINDAN GRUPLAŞMA EĞİLİMLERİ (*)

“Yeniler” ya da “Liman Ressamları” İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, 19. yüzyıl sonlarına doğru kuruluşundan sonra iki önemli değişme görmüştü. Biri, 1928’lerde, Namık İsmail’in, öteki 1937’lerde Burhan Toprak’ın müdürlüğünde. Namık İsmail, Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’ni lise ihtisas seviyesinde yapmış, Burhan Toprak bu Akademiyi daha da geliştirerek orta ve yüksek devreli bir sanat eğitimi kurumu haline getirmişti. Bundan başka Akademi eğitim kadrosu genişlemiş, Avrupa’dan çağırılan ünlü sanat adamları bölümlerin başına geçirilmişti. Böylece mimari bölümünde Forhölzer, resim bölümünde Leopold Levy, heykel bölümünde de Louis Süe gibi Avrupa’ca tanınmış ‘uzmanlar’ göreve başlamışlardır.

            Bizi burada ilgilendiren resim bölümüne gelince; Leopold Levy bölüm başkanı olduğu sıralarda İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Feyhaman Duran gibi eski hocalar atelyelerini muhafaza ediyorlardı.

            Levy, çok yerinde bir kararla, öğrencileri eski hocaların elinden almamış, Atelyelerini kapattırmamış, sadece genç ressamlardan seçilen kimi elemanları kendine yardımcı seçmişti. Böylece Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cemal Tollu, Zeki Faik İzer, Nurullah Berk, Sabri Berkel akademinin öğretim kadrosuna alınmışlardı.

            Levy, akademik bir ressam olmamak, epey açık bir görüşe, çağa uygun bir işçiliğe sahip olmakla beraber, modern resmin çoğu eğilimleri kabul etmiyor, gelip geçici modalar oldukları kanısını gizlemiyordu. Bununla beraber Leopold Levy, öğrencileri dürüst, temiz, içten bir çalışmaya götüren, tabiatı duyguyla, akıllıca yorumlandıran iyi bir hocaydı. Leopold Levy’nin gerek bu meziyeti, gerekse Avrupa’daki seçkince yeri, yeni öğrencilerin resim bölümünü doldurmalarıyla sonuçlandı. Eski hocaların atelyeleri bir yandan sürerken, bir yandan da Levy’nin ve asistanlarının görevli bulundukları atelyeler yoğun bir çalışma dönemine giriyorlardı.

            Fransız hocanın uyguladığı eğitim metodu birkaç yıl içinde yemişlerini vermişti. Levy atelyesinde çalışan gençlerden birkaçı 1940’larda ‘Yeniler Grubu’ adıyla toplanarak sanat hayatına atılmışlar ve 1933-1947 tarihleri arasında etkinlik göstermiş olan ‘D Grubu’ na  karşı bir tavır ortaya koymuşlardır

 1940’larda edebiyat alanında da etkisini göstermiş olan toplumcu ya da toplumsal gerçekçi eğilimler ve bundan oda önce “D” grubunun kimi görüşleri göre Türk resim sanatını Batılı akımların izinden gitmeye zorlayan anlayışının bir grup sanatçı çevresinde yarattığı tartışmalar, kendi insanımıza, toprağımıza ve yaşantımıza dönülmesi gereğini savunan genç sanatçıların bu hareketini, yani “Yeniler” grubunu doğurmuştur.Aynı dönemde Nurullah Berk “D” grubunun “düşünce gücünü; etkinliklerini ve bilimsel kalıcılığını” sağlama görevini üstlenmiş bir yazar konumundadır. Malik Aksel, Nurullah Berk’in bir katalogda çıkan yazısındaki “D” grubunun ilk sergileriyle ilgili “memleketimizin durgun, akıllı uslu sanat havasında birer bomba gürültüsüyle patladı, ortalığı velveleye verdi” gibi ifadelerini şöyle eleştiriyor; “Halbuki 1933’te Mimoza dükkanında açılan bu sergiden kimsenin haberi bile yoktu. Fakat genç ve ateşli sanat erleri bunu böyle görmek, sanatta ihtilal yaratmak istiyorlardı... Aradan zaman su gibi geçti. Kübik resimlerin eskisi gibi itibar görmediğini anlayan aynı zümre, aşırı gittiklerini söyleyerek halka doğru dönmek arzusunu güttüler. Kilimlerin heybelerin resimlerini yaptılar. Fakat yine bunlarda da bir Paris prodüksiyon kokusu vardı. İçten ziyade dıştan gelen örnekler, gelenekleşmeğe yüz tutan sanatımızın havasına karıştı. Bu suretle hazır elbise gibi Fransız ekolü kendi biçimimize uydurulmaya çalışıldı. Halkın zevkini hiçe saymak, onun zevkiyle alay etmek acaba halk resmi yapmak demek tenkitlere ihtiyacı vardır. Bunun da artık sırası gelmiştir.” Malik Aksel’e göre sanatta bir ihtilal havası yaratmak kolay bir iş değildi. BU yoldaki çabalar sanatı “anlaşılmayan bir dil”e götürüyor, insanlığın ortak duygularını anlatamıyordu. Ve halkın yeni resmi anlayabilmek için kendi deyimiyle bir “tefsirci”ye yani yorumcuya ihtiyaç duyduğunu ifade ediyordu. Öte yandan Nurullah Berk de 1949’da yakın arkadaşları Cemal Tollu, Sabri Berkel ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun katkılarıyla “yaşayan sanat” adı altında sekiz sayı yayımlanabilen bir dergi çıkarıyordu. Yaşayan sanattan yana olanlar formülleşmiş, akademileşmiş her kavrama karşı çıkıyor, yeni üretilmiş nice yapıtı bile “ölü sanat” sayıyorlardı. 1940’lı yıllarda II. Dünya Savaşının getirdiği toplumsal çalkantıların, görüşlerin ve inançların sarsıldığı bu dönemde savaşa katılmamış olmasına rağmen Türkiye’nin kültür ortamının da etkilendiği ortadaydı. Bu bağlamda yeni bir kültür yorumuna gidilmesi kaçınılmazdı. İşte böyle bir ortamda “milli sanat” sloganı yazılı basında geniş yer almaktaydı.

Kökü bu ülkeden olmayan ürünlerin bu toprakta tutmadığı görüşleri yaygınlaşmaktaydı. “Bir takım yenilikleri, ithalat malı gibi fikir ve sanat piyasamıza taşımak, bir çeşit gümrük kaçakçılığı sayılmaz mıydı?” gibi ifadelerle tartışma ortamı yaşanmaktaydı. Değişen koşullara ayak uydurmaya çalışılırken “bizim olan”ın, “bizim ihtiyaçlarımız”ın gözardı edilmemesi gerektiği savunulmaktaydı.

Arif Kaptan artık “milli karakter”in oluşmasının gerekliliğine değinirken, bu sorunun çözümünün kendi söyleyişiyle “Kâh gözü kapalı şark mukallidi (taklitçisi), kâh ağzı açık garp hayranı olmak”tan kurtulmak olduğunu ifade ediyordu. Çünkü uluslar arası büyük sanatçılar yetiştirebilmek demek sanatımıza ulusal nitelik verebilmek demekti. Sanat tarihinde de büyük sanat hareketlerine öncülük eden ulusların yapıtlarına bakıldığında, gelenekten yararlanıldığı görülüyordu.

Yine Arif Kaptan’a göre ulusal niteliğin kaynakları, süsleyici sanatlar olan kilim, minyatür, çini, yama, kumaş, hat gibi geleneksel öğelerdeydi.

Kazım Nami Duru ise bu konuda, halkla bütünleşmek için, gelenek göreneklerin yabancı gözüyle anlatılma çabasından vazgeçilmesi görüşündeydi.

“D” grubu kurucularından Elif Naci ise grubun etkinliklerini modern resmi tanıtan ve sevdiren ilk resim faaliyeti şeklinde değerlendirmektedir.

İşte bu tartışma ortamında, ilk kez toplumsal gerçekçi anlayışla toplanmış sanatçılar grubu olarak “Yeniler” ortaya çıkar. Grubun önde gelen üyelerinden Nuri İyem 1933’te akademinin orta bölümünü Ragıp Gökcan ile birinciliği paylaşarak bitirmiştir. Daha 1935’lerde arkadaşlarıyla toplumsal-gerçekçi resim üzerine tartıştıklarını, aynı anlayıştaki şair ve yazarların eserlerinin etkileriyle “yeni bir resim” anlayışından söz etmektedir. Nuri İyem 1944’te akademinin yüksek bölümünü bitirir. Turgut Atalay Selim Turan, Avni Arbaş ve Mümtaz Yener’le yeni topluluğun amaçlarını, çalışma yöntemini saptarlar. İlk sergilerini de 1940’ta Gazeteciler Cemiyeti’nin Beyoğlu Lokalinde düzenlerler. Bu sergide Agop Arad heykeltıraş Faruk Marel ve afişçi Yusuf Karaçay gibi isimler de olmasına rağmen 1941’deki II. Sergide Abidin Dino’yu gruptan çıkarırlar, Fethi Karakaş, Mümtaz Yener, Haşmet Akal ve Ferruh Başağa’yı gruba alırlar. İyem’in belirttiğine göre, bu sergiden sonra toplumcu-gerçekçi resim anlayışı kendi yaşıtları sanatçılarca oldukça benimsenmiştir.

Bu arada “D” grubu “Yeniler”e karşı bir cephede yer alırken, grup akademi dışındaki yazar ve sanatçılardan destek görür. Hilmi Ziya Ülken -ki kendisi resim sanatıyla dış amatör olarak ilgilenmektedir- den özellikle. “Resim ve Cemiyet” adlı kitabı “Yeniler”in bir tür “manifesto”su konumundadır. Ülken ilk sergilerinde grubu “milli resmin candamarına basmış kişiler” olarak destekler.

Grubun resimlerini sahtelikten ve “ekol” hastalığından kurtulma çabası olarak değerlendirirken, bu resimlerin vaidlerle dolu olduğunu, karşılık dekor içinde ay ışıklı olmasına rağmen, aydınlık bir ufuk gösterdiklerini belirterek över.

Hilmi Ziya Ülken’e göre yaşanmadan dile getirilmiş ülke bunalımları ve acıları yapay bir edebiyattır, milli olmaktan uzaktır. ”Yeniler” bu ülkenin balıkçısını, liman amelesini resme konu yapmakla, onların sorunlarına sahip çıktıklarını göstermektedirler.

Resimlerde de gözlemleyebileceğimiz gibi, “Yeniler” kendi anlayışlarına uygun yöresel konuları işlerken, teknik ve yöntem açısından Batılı Resmin tamamen dışında da sayılamaz.

“Yeniler” gurubu ilk dört yıl içinde yoğun bir etkinlik gösterirler, bu arada gruptan ayrılanlar olur, gruba yeni katılanlar olur. Baştaki yoğun etkinlik biraz gevşeyerek 1952’de alınan dağılma kararına kadar sürer. Grubun üyeleri “Türkiye Ressamları Cemiyeti”ne katılırlar. Birçok grubun dağılma nedenleri aşağı yukarı benzerlikler gösterir. Ortak amaçlardan uzaklaşma, kişisel eğilimlerin baskın olmaya başlaması vb. Belki de kaçınılmaz nedenlerdir bunlar. “Yeniler” grubunda da 1950’den sonra soyut resme yönelme eğilimi ortaya çıkmıştır bazı grup üyelerinde.

Toplumcu resim sözleriyle kurulmuş olan grup giderek bu anlayıştan uzaklaşmıştır.

Grup üyelerinin dağılma aşamasındaki durumlarını irdeleyecek olursak Nuri İyem’in soyut bir renk düzenine yöneldiğini, 1960’larda sonra ise “figür”ü ve portreyi ele aldığını, Ferruh Başağa’nın resmin yanında vitray, mozaik ve frekste de arayışlarını, Selim Turan’ın güncel sanat anlayışı içinde çalıştığını, “Yeniler”in ilk sergilerinde portreleriyle dikkati çeken Turgut Atalay’ın ise İstanbul Şehir Tiyatrosunda dekoratörlüğe başlayıp, resim sanatıyla bağlarını belli bir ölçüye indirdiğini gözlüyoruz.

RESİM: 382: - “Akademi Bahçesi” Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

35x50 cm (takribi) Yağlıboya-Özel Koleksiyon

“D” grubu üyelerinden olan sanatçı, soyutlamadaki başarısıyla da bilinir. Resme mavi, mor, sarı, gri yer yer yeşil renkler hakim. Sağda belli belirsiz, şematik olarak betimlenmiş bir figür var. Fırçanın yönünü, kullanılıp hızını hissedebiliyoruz resimde.

 

RESİM: 383- “Soyut Kompozisyon” Ferruh BAŞAĞA

50x50 cm. Yağlıboya tuval- Özel Koleksiyon.

Başağa 1941’de “Yeniler” grubuna katılmıştır. Geometrik renk düzenlemesi diyebiliriz bu resme. Alttaki koyu mor ve yeşil bütününden, yumuşak geçişlerle açık-koyu –orta dengesi sağlanılmaya çalışılmıştır.

 

RESİM: 384- “Masa ve Çiçekler” Sabri BERKEL.

54.5x65 cm. Yağlıboya tuval- Özel Koleksiyon.

Sabri Berkel’de bir “D” grubu sanatçısıdır. Resimde kırmızı, sarı, mavi saf halde kullanılmış ve dümdüz tek tonla boyanmış. Nesneler birbirinden belirgin konturlarla ayrılmış. Resimde hiç ışık-gölge kullanılmamış. Bu bağlamda Matisse’i çağrıştırıyor.

 

RESİM: 385- “Beraberlik” Ferruh BAŞAĞA

200x300 cm. Yağlıboya tuval. Özel Koleksiyon.

Figürler, nesneler büyük bir titizlikle tasarlanmış geometrik bölüntüler arasından seçiliyor. Her bir leke değeri üzerinde özenle düşünülerek konmuş.

 

RESİM: 386 – “Natürmort. Nuri İYEM.

51x65 cm. Yağlıboya tuval – Özel Koleksiyon.

Bu resim İYEM’in “Yeniler” grubunun dağılmasından sonraki resimlerinden olsa gerek. Sürahi, bardak ve tabaktaki meyveler soyut düzenlemeye yardımcı elemanlar olarak kullanılmıştır.

 

RESİM: 387 – “İstanbul Limanı” Haşmet AKAL

41x51 cm. Yağlıboya tuval. Özel Koleksiyon

Resim ani bir coşkulanmayla yapılmış bir resim değildir. Nesnelerin çizgileri birbirlerini takip eder niteliktedir. Resimde ritmik bir düzenleme söz konusudur.

 

RESİM: 388- “Balerin” Turgut ATALAY

68,5x93,5 cm. Yağlıboya tuval- İst. Resim-Heykel Müzesi.

Tamamen yeşil tonları hakim bu resim, teatral bir kompozisyonla düzenlenmiş.

 

RESİM: 389 – “Karıncalar” Mümtaz YENER

74x99 cm. Yağlıboya tuval. İst. Resim-Heykel Müzesi

Görünen, haykırır gibi resmedilmiş büyük bir karınca topluluğudur. Fakat grubun ve dönemin toplumsal-gerçekçi tavrı açısından resme bakacak olursak bir işçi eylemi görür gibi oluyoruz.

 

RESİM: 390- “Paris’ten” Avni ARBAŞ

80x100 cm. Yağlıboya tuval. İst. Resim-Heykel Müzesi

İnsanların evlerine çekildiği sıcak bir yaz öğle sonrasının sessiz sakin bir mahallesi gibi bir izlenim uyandırıyor resim. Yokuşun tepesindeki bisikletli figür resme bir hareket kazandırıyor.

 

RESİM: 391 – “Köylü Sevgililer” Nuri İYEM

50x50 cm Yağlıboya tuval- Özel Koleksiyon

“Yeniler” grubunun bakış açısına, hareket noktasına uyan bir resim. Mümtaz Yener bu yolda toplumsal sorunlara eğilirken, Nuri İyem daha yerel, bir başka deyişle “kökü bu topraklarda” olan konulara değiniliyor. İnsanlığın ortak duygusu olan aşk konusunu yöresel ve ulusal bir bağlamda ele alıyor bu resimle.

 

RESİM:392- “İki Köylü Kız” Nuri İYEM

30x40 cm. Takribi – Yağlıboya Tuval- Özel Koleksiyon

RESİM: 393- “Dede ile Torun” Nuri İYEM

38x48 cm. Yağlıboya Duralit Özel koleksiyon

Her iki resimde de yöresel öğeler dikkati çekiyor. Kızların giyinişlerinde, kilimlerde vb.

 

RESİM. 394- “Köylü Kadın Portresi” Nuri İYEM – Özel Koleksiyon.

RESİM: 395- “Şileli Kızkardeşler” Nuri İYEM – Özel Koleksiyon.

Resimlere nötr renkler hakim. Mümkün olduğunca sadeleştirilme yoluna gidilmiş. Kaşların resmedilişinde öne çıkarılan bir masumiyet var. İyem’in bu portrelerinde figürler sanki bir kamera objektifine bakar gibidirler.

RESİM:396- “Göremeli Üzüm Taşıyan Kız” Nuri İYEM

40x50 cm. Yağlıboya Duralit- Özel koleksiyon

Yine yöresel bir konu. Peribacaları, üzümü (şarabı) ile ünlü bir Nevşehir/Göreme. Arkada peribacaları ve üzüm bağları.

 

RESİM: 397- “Tarlada Öğle Yemeği” Nuri İYEM

44x53 cm. Yağlıboya- Özel koleksiyon

Tarladaki çalışmaya ara verilmiş, azıklar ortaya çıkarılmakta. Yerdeki kilimden adamın kuşağına, heybeden su testisine ulusal motiflere yer verilmiş.

 

RESİM:398- “Tarlada Çapa Çapalayan Kızlar” Nuri İYEM

31x41 cm. Yağlıboya Duralit üzerine Özel Koleksiyon.


--------------------------------------------------------------------------------

(*)  Başlangıcından buğüne Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi ,Cilt 3,Kaya Özsegin,Tiglat Basımevi,Aralık 1982

 
çok çalışmak zamanı