Gönderen Konu: TÜRKİYE'DE CANLANDIRMANIN TARİHİ  (Okunma sayısı 11778 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ilker

  • İlker ÖZTÜRK
  • Administrator
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 8.584
  • Karizma Puanı: 1877
    • GorselSanatlar.NET
TÜRKİYE'DE CANLANDIRMANIN TARİHİ
« : 13 Ocak 2008, 10:47:03 »

TÜRKİYE'DE CANLANDIRMANIN TARİHİ

Türk Canlandırma Sanatı'nın kökenini Karagöz-Hacivat gölge oyununa bağlayanlar vardır. Haksız da değildir aslında bu görüş. Zira, gölge oyunu, dünyada da canlandırmanın ve hatta sinemanın öncüsü kabul edilmektedir. Model hazırlanması, bugünkü kukla canlandırma tekniklerine benzemektedir. Perdedeki hareketi sağlayan parçalar ve bunların birbirine eklemlenmesi, "limited animation" tekniği ile yapılan çizgi filmleri andırmaktadır. Tek fark, Karagöz ile Hacivat'ın tek kare çekim metodu ile kamera görüntülerine aktarılmamasıdır. Nitekim, Türkiye'de son yıllarda yapılan bazı Hacivat-Karagöz canlandırmaları, Karagöz modellerinin canlandırma tekniğine mükemmel şekilde uyduğunu kanıtlamaktadır.

Gölge oyununun modern canlandırma tekniklerine sağladığı uyum, daha 1920'li yıllarda keşfedilmiştir. Alman canlandırmacı Lotte Reiniger, Çin gölge oyunlarından uyarladığı bir teknikle, başarılı canlandırma filmleri yapmıştır. Bunların en ünlüsü, "Prens Ahmed'in Maceraları"nda (1923-1926) tiplemeler, tamamen silüettir.

Dünyanın en ünlü gölge oyunlarından birine ve dolayısıyla canlandırmanın ve sinemanın köklerine sahip, tarihinde ve kültüründe doğal olarak canlandırmanın mayalarını taşıyan Türklerin, bu sanatı modern biçimlerine dönüştürmesi, ne yazık ki oldukça gecikti.

İLK TÜRK CANLANDIRMA FİLMİ
Türkiye'de modern sinema sanatının gelişmesi ve Batılı çizgilerin basın aracılığıyla popüler olmasının ardından, ancak 1940'lı yıllarda Batılı anlamda çizgi film yapma arayışları başlayabildi. Türkiye sinemalarında gösterilen Batılı çizgi filmlerin de bunda etkisi oldu.
Çizgi film yapımının ağır sorumluluğunu, ilk olarak karikatüristler üstlenmeye çalıştı. Bu konuda bilinen ilk çaba, Cemal Nadir Güler'e aittir. Aşağıdaki alıntı, Türkiye'de yapılan ilk çizgi film denemesinin tek belgesidir:

CEMAL NADİR GÜLER'İN BİTMEMİŞ KAYIP AMCABEY CANLANDIRMASI


Bir gün bir hayranı Cemal Nadir Güler'e "Üstad" der, "Siz neden Mickey Mause gibi resimlerinizi hareketlendirmiyorsunuz?" Üstad gülümser ve; "Buna lüzum görmüyorum. Benim karikatürlerim zaten hareket halinde, Sağdan soldan yürütüp duruyorlar" yanıtını verir.

Cemal Nadir Güler'in bu yanıtı dönemin bazı karikatürcülerine yönelik şikayet içerse de o, yarattığı karikatür tiplerini hareketlendirmek yani günümüzün tanımlamasıyla canlandırmak en büyük hayallerinden biriydi.

8 Kasım 1944'de Orhan Apaydın'ın Yeniden Doğuş dergisi için kendisi ile yaptığı röportajda; "Yarattığınız bir çok orjinal tipler var. Bunları niçin sinema perdesine aksettirmek istemiyorsunuz?" diye sorduğunda;


"Ah! Yarama dokundunuz" der. "Teknik imkansızlıklar yapmak istediklerime mani oluyor, Herkesin söylediğini ben de söyleyeyim: Bu harp bitse."

Cemal Nadir Güler'in bu harp dediği 2. Dünya Savaşı bütün yıkımlarını yapmış ama artık 1945 yazında sona ermiştir. Usta o zor günlerde tek başına bir çizgi film denemesine girişir.


En yakın dostu Gazeteci Rıza Ruşen Yücer anılarında şöyle yazar; "Cemal Nadir'in bir ara el yapması resimlerle bir film denemesine giriştiğini hatırlarım. Bu film "Amcabey Plaj'da" adını taşıyacaktı. Amcabey sabahleyin erkenden sokağa çıkıyor. Sokak feneri gözlerini kapatmış, başı bir yana eğilmiş, güneşin doğmasını beklemektedir. Fenerin altında, bir taksi otomobili, dört tekerleğini öne arkaya uzatmış projektör gözlerini yummuş, tembel bir kedi rehavetiyle uyumaktadır. Amcabey gelip kornayı çalıyor. Kapalı duran lamba gözler aralanıyor, lastik tekerlek ayaklar toplanıyor, öndeki tampon tıpkı bir ağız gibi esniyor, Amcabey işte bu minval ile plaja gidecek. Fakat birkaç satırla anlatmaya çalıştığım şu üç-beş hareket için yüzlerce resim yapılacaktı. Cemal Nadir, beş-altı yüz resim çizdi; ama işin imkansızlığı andıran güçlüğü karşısında bu sevdadan vazgeçmek zorunda kaldı."

AKADEMİ'DE ÇİZGİ FİLM KURSLARI

Cemal Nadir'in ardından, 1948-1949'da İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde düzenlenen çizgi film kurslarında, ilk çizgi film denemeleri gerçekleştirilmiştir. Üstün Alsaç, "Türkiye'de Karikatür, Çizgi Roman ve Çizgi Film" isimli eserinde, bu kursu öğretim üyesi Vedat Ar'ın yönettiğini, ve Ar'ın daha sonra Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu'nda da bu kursu devam ettirdiğini ve onun kurduğu Filmar şirketinde, 1973'deki kapanışına kadar kısa metrajlı çizgi filmler yapıldığını yazıyor. Ar tarafından yönetilen Akademi kursundaki denemelere ilişkin şu ana kadar bilinen tek belge, Vatan Gazetesi'nde, 4 Nisan 1947 tarihinde yayınlanmış şu haberdir:

"Canlı Resimlerden İlk Türk Filmi

Haber aldığımıza göre Güzel Sanatlar Akademisi talebelerinden Ali Ferruh Durukan, Adnan Çoker ve Orhan Dağ, Walt Disney’in Miki Fare filmleri gibi resimlerin hareketleri ile bir film çevirmeğe muvaffak olmuşlardır. Üç dakikalık ilk tecrübe filmi bugünlerde hususi olarak gösterilecektir. Genç talebelere hocaları Prof. Vedat Ar yardım etmektedir. İlk büyük film fabrikatör Eflatun Nuri’nin yardımı ile bugünlerde hazırlanmaya başlanacaktır."

İKİNCİ KAYIP DENEME: EVVEL ZAMAN İÇİNDE



İlk Türk canlandırma filmi denemelerindeki ikinci büyük adım, âdetâ bir "muamma"dır. Öyle ki, böyle bir filmin gerçekten yapılmadığı bile ileri sürülmüştür. Filmden elde kalan tek belge, afişler ve bazı resimlerdir.

Giovanni Scognamillo'nun Türk Sinema Tarihi ve Üstün Alsaç'ın "Türkiye'de Karikatür, Çizgi Roman ve Çizgi Film" isimli eserlerinde işaret ettiği "Evvel Zaman İçinde", bu yazarlara göre, 1950 veya 1951'de gerçekleştirilen uzun metraj bir çalışmadır. Yapımcısı Turgut Demirağ'dır. Scognamillo'ya göre Yalçın Ünsal, Alsaç'a göre Yüksel Ünsal yönetimindeki 20 kişilik bir "çizer takımı" tarafından hazırlanmış ve Nasreddin Hoca, Keloğlan gibi Türk masal kahramanlarının mâceraları konu edilmiştir.

Her iki yazar da, "Evvel Zaman İçinde"nin negatiflerinin, banyo için gönderildiği ABD'de "kaybolduğunu" ileri sürmektedirler. Alsaç, "kimi denemelerin de gösterime girme olanağı bulamadığını" belirtmektedir. Öte yandan, böyle bir filmin gerçekte hiç yapılmadığı, o dönem için son derece zor bir çalışma olacağı için, "filmlerin ABD'de kaybolduğu" masalı uydurularak bu çalışmanın âkim bırakıldığı da ileri sürülmektedir. Sonuç olarak, Scognamillo'nun yayınladığı görüntülere bakılacak olursa, çizgi film tekniğine uygun bir çalışma yürütülmediği ve o yılların imkânlarının gerçekten çok üzerinde bir projeye girişildiği açıkça görülmektedir. Ortada olan bir gerçek var ise, o da, bu filme ilişkin hiç bir hareketli görüntünün olmamasıdır. Bir diğer gerçek de, ta 1960'lı yıllara kadar çizgi film denemelerinin derin bir sessizlik dönemine girmesidir. 1950-1960 arasında, başka çizgi film denemelerinin yapılıp yapılmadığı bilinmemektedir.

1960'LARDAKİ ÇİZGİ FİLM PATLAMASI


Önceki dönemde belli belirsiz pozisyonda kalan çizgi film, 1960'lı yılların gelişi ile birlikte, Türkiye'de birdenbire bir patlama dönemi yaşadı.

Nasıl olup da, daha önce yapılıp yapılmadığı, doğru düzgün bir örneğinin bulunup bulunmadığı bile belirsiz bulunan bir sanat alanı, âniden parlayıp kendisine yol açabildi?

Bunun sebeplerini, canlandırma sanatı ile aslında çok da ilintili değilmiş gibi görünen, Türkiye'de karikatür ve mizah sanatı ile ticarî sinemacılığın gelişiminde aramak daha doğrudur.

1950'lerde, DP Hükümeti'nin basın üzerinde uyguladığı baskı ve bazı mizah dergilerinin kapanması sonucu toplumsal muhalefete gittikçe artan oranda katılan dönemin önde gelen karikatür sanatçıları, 27 Mayıs 1960 askerî darbesi sonrası, DP kapatılmasına ve yöneticileri hapsedilmesine rağmen, DP'ye muhalefetlerini sürdürmekte devam ettiler. Kendileri hakkında yazılıp çizilenlere herhangi bir cevap verme hakkından yoksun bırakılan DP yöneticileri aleyhinde, artık mizah ve eleştiri sınırlarını da aşan, aşağılama ve hakaretlere varan karikatürler çizildi, "Düşükler Mahkemede" gibi çizgili özel sayılar basılıp dağıtıldı. Bu tavırlar, dönemin bütün karikatür sanatçılarının ortak özelliği olmamakla birlikte, sonuçta karikatüre karşı halkta bazı tepkiler oluştuğunu düşünmek mümkündür. Basın üzerindeki baskının da, 1961 Anayasası'nın getirdiği hürriyet ortamında azalması üzerine, mizah ve eleştirinin, dolayısıyla karikatür sanatının, popülerliği iyice azaldı. Yanı sıra, sol fikirlerin de karikatür yoluyla açıkça ifade edilmeye başlaması üzerine, karikatür sanatçıları, basındaki konumlarını birer ikişer kaybetmeye başladılar. 27 Mayıs askerî yönetiminin etkilerinin kaybolmaya başladığı 1963-1964 yıllarında, karikatür sanatı, basın sektörünün yaşadığı sancılar ve ekonomik sıkıntı da eklenince, tamamen durgun bir dönem geçirmekteydi. Bu sırada, sinema sektörü, canlılığını giderek arttırmaktaydı. Sinemalarda gösterilen uzun filmlerin aralarını, ticarî olarak değerlendirmek isteyen sinema sahipleri, kısa reklam filmleri göstermeye başladılar. Bunların  bazılarının çizgi film olarak perdede oynatılması, çok tutulunca, Türkiye'de bu tip reklamları çizgi film olarak hazırlayacak insan aranmaya başlandı. 1950'li yıllarda bu konuda başarıya ulaşamamış projeler dolayısıyla hazır bir işgücü ortalıkta kalmadığından, en yakın hazır işgücü olarak, her zamanki gibi, karikatüristlerin bu işi yapabileceği düşünüldü. Basındaki sıkıntı dolayısıyla zor durumda olan karikatür sanatçıları da bu fırsatı değerlendirdiler.
Ateş Benice, Mayıs-Haziran 1985 tarihli Grafik Sanatı Dergisi'nin üçüncü sayısında yayınladığı "Türkiye'de Canlandırma Sineması" başlıklı incelemesinin daha girişinde, "Ülkemizde çizgi film sanatı başlayışını, gelişmesini ve bugünkü varlığını reklam sektörüne borçludur" der.

1960'lı yılların başlarında, film aralarında gösterilen, çizgi film ile yapılmış reklamların başarılı olmasına aracılık eden, İstanbul Reklam idi. Sinema reklamları için karikatür sanatçılarına çizgi filmler hazırlatan İstanbul Reklam Ajansı'nın kadrosu, gittikçe başka karikatürcülerle genişledi. Benice, o yıllarda ekonomik zorluklar içinde bulunan karikatürcüler için bulunmaz bir fırsat olan bu alanda birbiri ardına çizgi filmler üretildiğini belirtirken, "Çizgi film prensiplerinin en basitlerinin bile -bilinemediği için- kullanılamadığı, ilkel filmlerdi bunlar" ifadesini de eklemeden edemiyor. Benice, "buna rağmen" ilgi gördüklerini de kaydediyor. Zaman içinde, yurt dışında çizgi film alanında çalışıp Türkiye'ye dönen çizerler vasıtasıyla teknik ve anlatım bilgileri gelişmeye başladı.

Bu çizerlerin başında, Yalçın Çetin gelmektedir. Almanya'da çizgi film yapımında çalışan Çetin, 1960'larda Türkiye'de reklamlar için çizgi filmci ihtiyacı giderek büyüdüğü bir zamanda, yurda gelerek, bilgisi ve katkısı ile bu sanatın gelişmesine ivme kazandırmıştır. Yalçın Çetin gibi Almanya’da o dönemde canlandırmacılık yapan öteki çizerler, Orhan Enez ve Yurdagün Göker’dir.

STÜDYOLAR PEŞPEŞE AÇILIYOR


Çizgi filmin, o yılların reklam sektörü içindeki payının giderek büyümesi üzerine, öteki reklam firmaları da bünyelerinde çizgi film bölümleri açmaya başladılar. Radar Reklam'ın açtığı animasyon bölümünden sonra, Karikatürist Ali Ulvi (Ersoy) ve bazı çizerlerin bir araya gelerek kurduğu Kare Reklam Stüdyosu faaliyete geçti. Ancak kısa süre sonra dağılan Kare Reklam'ın ardından, Karikatür Reklam kuruldu. İsmini Stüdyo Çizgi'ye çeviren bu firma, Yalçın Çetin'i de kadrosuna alarak, meşhur "Evliya Çelebi" serisini üretti.

Türkiye'de bu dönemde çizgi film yapan ve sonra yurtdışına giderek meşhur olan çizerlerimiz de vardır. Bunların başında Özcan Eralp gelmektedir.

Hayatı ve yaptıkları ile âdetâ bir "gizli kahraman" olan Eralp, 1960 yılında, Türkiye'de çizgi film yapımı yeniden gündeme geldiği sırada, bu alanda çalıştıktan sonra, İsveç'e giderek, bir süre, bizim "Kızılmaske" olarak bildiğimiz Phantom çizgi romanının da baş çizerliğini yapmıştır. Kızılmaske'nin Türkiye'de bu kadar tutmasının bir sebebi de belki Özcan Eralp'in bu nedense gizli kalmış büyük katkısıdır.  

1960’lı yıllarda reklam çizgi filmi alanında çalışanlar arasında, Ali Ulvi Ersoy, Nihat Bali, Eflatun Nuri Erkoç, Bedri Koraman, Mıstık (Mustafa Eremektar), Yalçın Tüzecan (Sade Yalçın) ve Orhan Büyükdoğan’ın isimleri geçmektedir.

Bu dönemin en önemli göstergesi, çizgi filmin, reklam amaçlı da yapılsa, deneysel amaçlı da yapılsa, “mizah sanatı”nın bir parçası ve uzantısı olarak görülmesidir. Özellikle, Türk Mizahı öğelerinin ağır bastığı, Türk Mizahı ile kesişme noktalarının yakalanmaya çalışıldığı çabalar, gözden kaçmaz. Teknik, Batı’dan alınsa da, “henüz” Türk kültürü temel alınmakta, mesajlar Türk toplumunun kültürel değer yargılarıyla verilmeye çalışılmaktadır.

"CANLI KARİKATÜR"

1960’lı yıllarda bu göstergelerin ağır bastığı en önemli oluşum, “Canlı Karikatür Stüdyosu”dur. Canlı Karikatür Stüdyosu, 1965’de Ferruh Doğan ve Oğuz Aral tarafından kuruldu. Bir süre sonra Tekin Aral da kurucular arasına katıldı. Bilhassa reklama yönelik yüzlerce çizgi film ürettiği bilinen Canlı Karikatür, anılan Türk kültürü eksenli çizgi film çalışmalarının çoğuna imza atmıştır. Ünlü tulûat ustası İsmail Dümbüllü’nün anlatımı ve oyunlarıyla belgesel niteliğe bürünen altı dakikalık 1966 (bazı kaynaklarda 1967) yapımı “Direklerarası”, büyük güreş ustamızın hayatını konu edinen 1966 yapımı “Koca Yusuf”, 1968 yapımı “Bu Şehr-i İstanbul (Stambul)”, bu kapsamdaki unutulmaz eserlerdir. Canlı Karikatür’ün ürettiği son kültürel konulu film, 1971 yapımı “Ağustos Böceği ile Karınca”dır. Üstün Alsaç, Canlı Karikatür’ün elliye yakın kısa çizgi film gerçekleştirdiğini öne sürmektedir.

1960’ların sonuna doğru, artık bu çizgi film stüdyolarının birer ikişer kapandığı, çizer kadrolarının dağıldığı görülmektedir. Ateş Benice, adı geçen makalesinde, oldukça kalabalık kadroların çalıştığı bu stüdyoların dağılmasıyla, Türk çizgi film sanatının kurumlaşması yolunda tarihî bir fırsatın kaçırıldığı görüşündedir. Yine Benice’ye göre, bu stüdyoların dağılmasının en önemli sebebi, karikatür sanatçılarının kolektif çalışma ortamına uyum sağlayamamış olmasıdır. Benice, bu sanatçıların çizgi film yaptıkları sırada bile kendilerini hâlâ karikatür sanatçısı olarak hissettikleri, animatörlüğü geçici bir karın doyurma aracı olarak gördükleri, bu yüzden animasyon sanatının gelişmesi için herhangi bir çabalarının olmadığı görüşündedir. Benice, buna kanıt olarak da, sırası geldiğinde hepsinin peşpeşe basın sektörüne geri dönmelerini göstermektedir. Benice’nin verdiği bilgiye göre, o dönemde çizgi film alanında çalışan 15’den fazla sanatçıdan geriye iki kişi kalmış: Tonguç Yaşar, Orhan Büyükdoğan…

Oysa ki, Oğuz Aral, Yalçın Çetin, Ferruh Doğan gibi sanatçıların bir taraftan karikatür çizerken, bir taraftan da çizgi film yapımı ile uğraşmaları, Tonguç Yaşar’ın zaten karikatür kökenli olması ve karikatür çizmeyi bırakmaması, bu görüşün yüzde yüz haklı çıkmasına engel teşkil etmektedir. Ayrıca, daha 1950’lerde hemen hiç varlık gösterememiş olan bir alanın, on yıl sonra, 1960’larda, yerini sağlamlaştırmış bir sanat dalı olarak varlık göstermesi, dolayısıyla bu alanda çalışan sanatçılardan, bu “sanat dalı”nı geliştirmek için çaba göstermelerinin beklenmesi, pek de gerçekçi değildir. Nihaî olarak, hemen tamamıyla karikatür sanatçılarından çizgi film sanatçısı devşirilmesinin doğruluğu da tartışmalıdır. Temelde birlik olsa da, karikatür ve canlandırma (çizgi film), ayrı ayrı sanat dallarıdır.


Bu döneme ait dikkat çeken hususlardan bir başkası da, çizgi film stüdyolarının dağılmasına rağmen, şirketlerin devam etmesidir. Çizgi film stüdyolarının kurulmasına öncülük eden İstanbul Reklam, 1981’de kapanmıştır ama siyah-beyaz televizyonun ilk yıllarında TV reklamları için çizgi film üretimine devam etmiştir. Aral Kardeşler ve Ferruh Doğan’ın kurduğu Canlı Karikatür ise çizgi film üretimini bıraktıktan sonra adını Film Ajans’a çevirdi ve en sonunda, Fida Film adını alarak, reklam filmi ve daha sonra da film dağıtımı yapmaya başladı.

SİYAH-BEYAZ TV DÖNEMİ

Sinema salonları için çizgi film üretimi anlamlı bir şekilde düşerken, siyah-beyaz televizyonun hâkimiyeti başlıyordu. 1970’lerin başlarında, henüz televizyonlardaki reklam kuşaklarının önemi kavranmamıştı. Bunda, televizyonun bütün yurtta izlenememesinin de payı vardı. Ancak çok kısa süre sonra, 1972’ye doğru, televizyondaki reklam kuşaklarında Türk çizgi filmleri görünmeye başladı. Pirelli kedileri ve Elmor  (Erim Gözen), bu dönemde, reklam oldukları dahi unutularak her yayınlandıklarında ilgiyle izlenen çok kısa çizgi filmlerdi.

Ateş Benice, bu dönemde yeni bir animatör (canlandırmacı) kuşağının ağırlığını koymaya başladığını, bunların tesadüfen değil, seçerek animasyon sanatı ile ilgilenen kişiler olduğunu belirtiyor. İstanbul Reklam kaynaklı bu kuşak, Derviş Pasin, Erim Gözen, Tunç İzberk, Emre Senan, Ruhi Görüney gibi isimlerden oluşuyordu. Ancak zaman içinde İstanbul Reklam’ın üretimi düştükçe, bu animatörler de birer ikişer ayrılıp kendi atölyelerini kurdular veya tek başlarına çalışmaya başladılar. Ateş Benice, televizyon reklam filmleriyle gelen ikinci patlama döneminin kısa sürdüğünü, zira, az sayıdaki animatörün artan talebi karşılamaya çalışırken, üretilen filmlerin sinema ve estetik kalitesinde düşme yaşandığını belirtiyor.

AMENTÜ GEMİSİ, SANSÜR VE DENEYSEL CANLANDIRMA


Oysa, aynı dönemlerde, reklam filmi dışında, bilhassa deneysel alanda, üstelik Türk kültürünü temel alan, esaslı, estetik ve sinema değeri çok yüksek filmler üretilmekteydi. Bunlardan en önemlisi, Tonguç Yaşar’ın 1972 tarihli (bazı kaynaklarda, 1970 tarihli ve aynı tarihte, TRT ödüllü) “Amentü Gemisi Nasıl Yürüdü” isimli filmi idi. Yaşar’ın Sanat Tarihçisi Sezer Tansuğ’un danışmanlığında hazırladığı bu film, o güne kadar yapılmış bütün örneklerden farklıydı. Türk Hat Sanatı’nın eski ustalarının çalışmalarını çıkış noktası yaparak bu hat örnekleri canlandırılıyor, hat çizgileri ile bir Osmanlı kayığı denizde kürek çekerek yüzdürülüyordu. Bu canlandırma filmi, önce Üçüncü Adana Altın Koza Film Şenliği’nde jüri özel ödülü aldı. Ardından, Fransa’nın Annecy şehrinde düzenlenen dokuzuncu film şenliğinde, 900 filmin arasından, ön elemeyi geçerek gösterilmeye değer bulunan ilk Türk çizgi filmi oldu.



İkinci önemli deneysel film ise Tan Oral’ın 1969 yapımı “Sansür” isimli çalışmasıydı. Bu canlandırma, adı üstünde sansür olgusunu eleştiren içeriğe sahipti. Sansür, 1970’de, TRT Kurumu’nun açtığı Kültür ve Sanat Bilim Ödülleri Yarışması’nda, kısa film büyük ödülünü kazandı. Fakat her nedense, TRT, ödül verdiği bu canlandırma filmini hiç yayınlamadı.  

Tonguç Yaşar ile Tan Oral, eş-zamanlı olarak, bu tür deneysel filmleri birbiri ardına üreterek, Türk çizgi filminin sanat ve estetik açısından gelişmesinde büyük pay sahibi oldular. 1972’de Tonguç Yaşar, “Bahar Nasıl Tamam Oldu” ve Meral Simer ile birlikte “Yaşa Donkişot” isimli canlandırma filmlerini tamamlarken, Tan Oral, film şeridi üzerine kazıma tekniği ile “Çizgi” ve “Aslan Asker Şvayk” tiyatro oyunu için kolajlardan hazırladığı resimlerle değişik türde başka çalışmalar gerçekleştirdi.

Yarışmalar için hazırlanan deneysel çalışmalar, 1970’li yıllarda, Türk canlandırma sanatının gelişimine damgasını vurmuştur. Buna rağmen, başarılı yarışma deneysellerinin, o yılların gelişme göstergesi sayılan siyah-beyaz televizyon ekranına yansıması, çok nadir olmuştur. Nedense, bu kültürel yoğunluklu deneysel canlandırmalar, televizyonun popüler dünyası ile kesişememiştir. Oysa 1970’li yılların ortalarında (bilhassa 1974 ve 1977-1978 dönemlerinde) TRT Televizyonu’nda, çok sayıdaki Amerikan çizgi film dizilerinin (Huckleberry Hound, Taş Devri, Woody Woodpecker, Jetgiller) yanında, pek çok Doğu Avrupa canlandırma filmi, hem de deneysel ve sanat yoğunluklu içeriği ile boy gösterebilmiştir. Bu canlandırmaların, o yılların farklı bir dünya siyasî bloğundan gelerek TRT’de tekrar tekrar yayınlanması, TRT’nin ise Türkiye’de üretilen benzer içerikteki deneysel çalışmaları görmezden gelmesi, manidârdır.

Alıntıdır..

alıntı adresi için
Selçuk Üniversitesi - Seramik - 1998
Abant İzzet Baysal Üniversitesi - Resim İş - 2004
Düzce Yunus Emre Ortaokulu


Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet.

Çevrimdışı HAKAN YÜCEL

  • Sivrisinek
  • Uzman
  • *****
  • İleti: 1.814
  • Karizma Puanı: 529
  • RESİM YARIŞMALARINA KATILMIYORUZ !
TÜRKİYE'DE CANLANDIRMANIN TARİHİ
« Yanıtla #1 : 25 Ocak 2008, 00:07:37 »
+1 nasılda gözden kaçmış.
SİGARAYI KESİN BIRAKMAK İÇİN LÜTFEN İZLEYİN
http://video.google.com/videoplay?docid=-7032825356513183711#

Çevrimdışı tanerbey

  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 2.990
  • Karizma Puanı: 1330
TÜRKİYE'DE CANLANDIRMANIN TARİHİ
« Yanıtla #2 : 25 Ocak 2008, 00:43:53 »
Evet ben de utandım valla gözden kaçırdığım için. Ancak bu konuyu animasyon bölümüne taşısak daha iyi olur sanırım.
Teşekkürler hocam.
+1

grafity

  • Ziyaretçi
TÜRKİYE'DE CANLANDIRMANIN TARİHİ
« Yanıtla #3 : 21 Şubat 2008, 12:20:39 »
 560a 560a 560a 560a çok teşekkürler bu güzel bilgi için bengül hanım +1  560a

Çevrimdışı B૯ηбüL

  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 4.432
  • Karizma Puanı: 1631
    • seyfullah sünbül
TÜRKİYE'DE CANLANDIRMANIN TARİHİ
« Yanıtla #4 : 21 Şubat 2008, 13:42:51 »
Yorumlar için teşekkür ederim arkadaşlar..Taner hocam ,tarih bilgisi olduğu için ben bu konuyu,buraya uygun görmüştüm ama yinede animasyon bölümüne uyar derseniz eğer oraya alalım .   360a

Çevrimdışı atmasyonspekulatif

  • Yeni Üye
  • İleti: 1
  • Karizma Puanı: 0
Ynt: TÜRKİYE'DE CANLANDIRMANIN TARİHİ
« Yanıtla #5 : 18 Aralık 2009, 12:53:23 »
Merhabalar,

İtalya'dan, bu güzel yazıyı " 100 years of Animation History" kitabı için ingilizceye çevirmemi rica ettiler. Ben de yaptım ama bibliografyaya ne yazmalıyız
sayın Hocam?

Çevrimdışı leventelpen

  • Yeni Üye
  • İleti: 1
  • Karizma Puanı: 0
Ynt: TÜRKİYE'DE CANLANDIRMANIN TARİHİ
« Yanıtla #6 : 03 Haziran 2011, 03:27:27 »
BU YAZI, İZNİM OLMADAN BURAYA KOPYALA YAPIŞTIR SURETİYLE KONULMUŞTUR. YAZI, BANA AİTTİR, GİRİŞİNDE DE İMZAM VARDIR... İZNİM OLMADAN "100 YEARS OF ANIMATION HISTORY" KİTABI İÇİN ÇEVİRİ YAPIP İTALYA'YA GÖNDEREN BU KİŞİYE, BU YAZIMI İZİNSİZ YAYINLAYAN BU SİTEYE VE SİTEYE BU YAZIYI YERLEŞTİREN ŞENGÜL RUMUZLU BU KİŞİYE KARŞI YASAL YOLLARA BAŞVURUYORUM.

YAZI ÇİZGİ FİLMCİLER DERNEĞİ WEB SİTESİNDEN KOPYALANMIŞTIR: http://cizgifilmciler.net/index.php?option=com_content&task=view&id=21&Itemid=37

LEVENT ELPEN
« Son Düzenleme: 03 Haziran 2011, 04:15:34 Gönderen: leventelpen »

Çevrimdışı dbhi

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.078
  • Karizma Puanı: 2256
  • Dünyaya karşı nazik olun...
    • http://alanay-alanaysblog.blogspot.com/
Ynt: TÜRKİYE'DE CANLANDIRMANIN TARİHİ
« Yanıtla #7 : 03 Haziran 2011, 06:57:18 »
Levent bey merhaba.öncelikle emeğiniz adına elleinize kaleminize sağlık diyorum.Bengül hocam "yazıyı burada paylaşırken yazı benimdir" diyerek iddiada bulunmuş değil ki.alıntı olduğunu belirtmiş zaten.diğer üye arkadaşın çalışması da anladığım kadarıyla çeviri çalışması yine bir sahiplenme çalışması değil.
İyi ki gökyüzünde yıldızlar,Çiçekler şükür ki yeryüzünde...Yoksa kimbilir ne zahmetle toplayabilirdik onları renk renk...Kimbilir nasıl getirilirdi gökyüzünden , sevdiklerimize götürülecek çiçekler!

Çevrimdışı B૯ηбüL

  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 4.432
  • Karizma Puanı: 1631
    • seyfullah sünbül
Ynt: TÜRKİYE'DE CANLANDIRMANIN TARİHİ
« Yanıtla #8 : 03 Haziran 2011, 08:06:12 »
BU YAZI, İZNİM OLMADAN BURAYA KOPYALA YAPIŞTIR SURETİYLE KONULMUŞTUR. YAZI, BANA AİTTİR, GİRİŞİNDE DE İMZAM VARDIR... İZNİM OLMADAN "100 YEARS OF ANIMATION HISTORY" KİTABI İÇİN ÇEVİRİ YAPIP İTALYA'YA GÖNDEREN BU KİŞİYE, BU YAZIMI İZİNSİZ YAYINLAYAN BU SİTEYE VE SİTEYE BU YAZIYI YERLEŞTİREN ŞENGÜL RUMUZLU BU KİŞİYE KARŞI YASAL YOLLARA BAŞVURUYORUM.

YAZI ÇİZGİ FİLMCİLER DERNEĞİ WEB SİTESİNDEN KOPYALANMIŞTIR: http://cizgifilmciler.net/index.php?option=com_content&task=view&id=21&Itemid=37

LEVENT ELPEN

levent bey, alıntı olduğunu belirtmiştik zaten alt tarafa ama sanırım siz bilginin yayılmasına öfkelendiniz...bizler görsel sanatlar platformu olarak internette yayınlanmış, herkesin bilgisine zaten açık açık sunulmuş olan değerli yazıları sadece ''ARACI ''olarak ve alıntı olduğunu belirterek yayınlamaktayız...davayı bana açabilirsiniz adım şengül değil bengül,dür .bilgiyi buraya kaydeden kişi olarak bu konuda sorumlu benim...gerekirse özelden her türlü bilgimi size göndereyim yanlız bu özel platformu suçlamayın lütfen...


Çevrimdışı yoldaş

  • Yönetim K.Ü
  • Üstad
  • *
  • İleti: 14.457
  • Karizma Puanı: 4092
  • görsel tasarım uzmanı
Ynt: TÜRKİYE'DE CANLANDIRMANIN TARİHİ
« Yanıtla #9 : 03 Haziran 2011, 19:10:08 »
teşekkürler bengülcüğüm.... +1